CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman, “ülkeyi yönettiğini iddia edenler”in adaleti, demokrasiyi ve ekonomiyi mahvettiğini, gelecek öngörüsünü ortadan kaldırdığını söyledi...
Ödül AŞIK ÜLKER
CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman, “ülkeyi yönettiğini iddia edenler”in adaleti, demokrasiyi ve ekonomiyi mahvettiğini, gelecek öngörüsünü ortadan kaldırdığını söyledi ve “Hala, ‘kurultay var, kim hangi bakanlığa, nereye oturacak’ konularıyla uğraşıyorlar. Siyasi kültür bu düzeye indi. Bu, bu ülkenin geleceği açısından çok tehlikeli. Bu bir zihniyet, biz bir zihniyetle mücadele ettiğimizi, etmek zorunda olduğumuzu fark etmek durumundayız. Bu bireylerle ilgili bir mesele değil, bu bir zihniyet. Bu zihniyetten kurtulmak zorundayız. Ya bu zihniyetten kurtuluruz, ya da bu zihniyet bu ülkeyi yok eder, bu ülkenin geleceğini çalar” diye konuştu.
Tufan Erhürman, ülkeyi yönettiğini iddia edenlerin hiçbir konuda gaile taşımadıklarını da belirterek, çekip gitmelerinin sadece topluma değil, kendilerine de iyi geleceğini kaydetti.
Erhürman, “Adaleti, demokrasiyi, kurumları iğdiş ettin. Ekonomiye bakarsak, insanların alım gücü ve yaşam kalitesi her gün biraz daha düşüyor. Bu tablonun içerisinde artık, bizim de ana muhalefet olarak, ‘şu olayda şunu yapman gerekir’ demenin ötesinde, ‘çekip gitmen gerekir’ deme noktasındayız. Çekip gidin. Bu sadece bize, topluma iyi gelecek bir şey değil, size de iyi gelecek bir şey. Çünkü öyle bir sarmalın içerisine girdiniz, belli ki bu devam edecek” ifadelerini kullandı.
“Siyasi kültür hiç bu kadar yerlerde sürünmemişti” diyen Erhürman, “Sürekli arkası geliyor. Sadece yolsuzluk, usulsüzlük meselesi değil, ciddi bir hukuk tanımazlık, ciddi bir kalite arayışından vazgeçme, liyakat denilen şeyi kafadan çıkarma söz konusu... Bunlar, bu memleketin köküne kezzap suyu dökmek anlamına geliyor. Çünkü adaleti, demokrasiyi, ekonomiyi mahvettin, gelecek öngörüsünü ortadan kaldırdın” diye konuştu.
CTP iktidara gelince, hesaplayarak, programlayarak, planlayarak çalışacağını vurgulayan Erhürman, “Gideceği limanı bilmeyen gemiye hiçbir rüzgardan fayda gelmez’ derler. Plan yoksa, hiçbir rüzgardan hayır gelmez” dedi.
“Hükümetin itibarı halk nezdinde yok”
Soru: 10’uncu dönem üçüncü yasama yılı tamamlandı, meclis tatile girdi. Bu dönem nasıl geçti?
Erhürman: Bu dönem meclisin çalışmasının çok verimli geçtiğini söylemek mümkün değil. Komitelerde arkadaşlarımız çok ciddi bir çaba ortaya koydu çünkü gelen her yasa çok ciddi problemliydi. Bürokrasiden gelen arkadaşlardan talep edilenlerin, meclise ulaşması, çoğu zaman gecikti, problemli oldu. Komitelerde çalışma olmadı demek doğru olmaz, bizim arkadaşlarımız tarafından yoğun bir çaba sarf edildi.
Ama genel kurulun, sık sık, pazartesi ve salı günkü toplantılarının birleştirilmesi gibi deneyimleri oldu, ki bu, hükümetin yasası yok anlamına gelir. Dolayısıyla yasama açısından çok verimli bir dönem olduğunu söyleyemeyiz.
Denetim açısından, özellikle ana muhalefet partisi olarak bizim ve bağımsız milletvekillerinin yaptığı konuşmalara, hükümet kanadının verdiği ya da verir gibi yapıp vermediği yanıtlara, tavra baktığımızda, denetimi de kısırlaştırmaya çalışan bir yaklaşım görüldü. Bu illa ki bilinçli miydi, emin değilim ama çoğu zaman nöbetçi bakan uygulaması yaptılar. Hangi konuda konuşursanız konuşun, aynı bakan cevap verecek, dolayısıyla orada kalan kişinin daha çok top çevirdiği ortamlar oluştu. Hükümetin itibarı halk nezdinde yok, ama bu hükümet döneminde, hükümetin itibarsızlığı maalesef meclisin itibarsızlığına da dönüştürülmeye çalışıldı adeta. Bu sıkıntı bütün kurumlara yayıldığı gibi, meclise de bulaştırıldı.
“Siyasi sorumluluğunuz yok mudur?”
Soru: Son dönemde üst düzey bürokraside kirlenme var, yolsuzluk iddiaları, mahkemeler... Bu noktaya nasıl gelindi ve bu yapı nereye gidiyor?
Erhürman: Üst düzey bürokrasiye baktığımız zaman, şu ana kadar hep üçlü kararnameyle geliyorlar. Biz hükümetteyken kamu reformu denen çalışmayı son noktaya getirmiştik, 7-8 madde kalmıştı fakat hükümette ömrümüz yetmedi. Biz 2019’un ortasında gittik. 2019’un ortasından, 2024’ün ortasına 5 yıl geçti. 5 yıl içerisinde, çeşitli başbakanlar döneminde, benim kürsüden, “üçlü kararname kalacaksa, müsteşar düzeyinde kalsın, geri kalan, özellikle teknik dairelerde, üçlü kararname sisteminden kurtulalım. Teknik dairelerde, Kamu Hizmeti Komisyonu tarafından atanacak, kalıcı olacak, kurumsal hafızayı da koruyacak müdürlükler yaratalım” diye çağrım var. Buna hiçbir zaman yaklaşmadılar, çünkü bu zihniyetin siyaset yapma tarzının içerisinde, “ben gelirsem seni daire müdürü yaparım” gibi vaatler var. Bundan hiçbir şekilde arınmak istemiyorlar, bu enstürmanı ellerinde tutmak istiyorlar. Bundan vazgeçmediği müddetçe, siyasi sorumluluk artar. Çünkü oraya üçlü kararnameyle getirdiğin kişinin kararnamesini ilgili bakan, başbakan ve cumhurbaşkanı imzalar. İmza atarak, yetkiyi kullandığına göre, onun sorumluluğunu da taşımak demektir. Bu illa ki hukuki sorumluluk yani yargı önündeki sorumluluk değildir, söz konusu olaya dahil değilseniz, elbette hukuki sorumluluğunuz yoktur ama siyasi sorumluluğunuz yok mudur? İmza, “O kişiyi ben tercih ettim ve imzamla o kişinin bu işleri doğru dürüst yapacağına kefil oldum” demektir. Beş senede bir tane istisnai durum olursa, çok mesele olmayabilir ama her tarafta bu tip sorunlar ortaya çıkıyorsa, bununla ilgili hiç siyasi sorumluluk üstlenmemek, geçtim istifa etmeyi, bir açıklama dahi yapma gereği hissetmemek kabul edilebilir değil. Kimileri, “Bizim memlekette bunlara alışıldı” diyor, öyle bir alışkanlık yok aslında. Geçmişe baktığınızda, bu işler böyle yaşanmıyordu. Siyasi sorumluluğunu üstlenen kişi, en azından çıkıp meclis kürsüsünden bunun savunmasını yapma ihtiyacı duyuyordu. “Beş tambura dört okka” dediğimiz bir yapı var karşımızda. Hiç umurunda bile değil, çünkü bu tip meselelerin gailesini bile çekmiyor. İmza atıyor, imzayı attığı kişiyle ilgili bir şeyler çıktıysa, hiçbir şekilde sorumluluk taşıdığına dair bilinci bile yok. Siyasi kültür hiç bu kadar yerlerde sürünmemişti. Artık bu arkadaşların memleketle ilgili hiçbir odağı kalmadı. Adalete dair kaygıları yok. Attığı imzanın sorumluğunu taşımak demokrasinin kuralıdır, bir yasa ne kadar yetki verdiyse, o kadar da sorumluluk yüklemiştir.
“Adaleti, demokrasiyi, kurumları iğdiş ettin”
Bürokrasinin içini boşalttılar, bütün kurumsal hafızayı yok ettiler, deneyimli kadroların hepsini tasfiye ettiler. Sadece partizanlık üzerinden değil, parti içi çekişmeler üzerinden de tasfiye ettiler. Dolayısıyla bürokratik mekanizmayı heder ettiler. Ama bunu heder ederken, hiç olmazsa sorumluluğu taşı. Sorumluluk noktasında da ortada yoklar. Bu demokrasiyi de iğdiş etmektir. Adaleti, demokrasiyi, kurumları iğdiş ettin. Ekonomiye bakarsak, insanların alım gücü ve yaşam kalitesi her gün biraz daha düşüyor. Bu tablonun içerisinde artık, bizim de ana muhalefet olarak, “şu olayda şunu yapman gerekir” demenin ötesinde, “çekip gitmen gerekir” deme noktasındayız. Çekip gidin. Bu sadece bize, topluma iyi gelecek bir şey değil, size de iyi gelecek bir şey. Çünkü öyle bir sarmalın içerisine girdiniz, belli ki bu devam edecek. Sürekli arkası geliyor. Sadece yolsuzluk, usulsüzlük meselesi değil, ciddi bir hukuk tanımazlık, ciddi bir kalite arayışından vazgeçme, liyakat denilen şeyi kafadan çıkarma söz konusu... Bunlar, bu memleketin köküne kezzap suyu dökmek anlamına geliyor. Çünkü adaleti, demokrasiyi, ekonomiyi mahvettin, gelecek öngörüsünü ortadan kaldırdın.
“Burası bir kalabalığa dönüştü”
Hiç kimsenin gelecek öngörüsü yok. Hiç kimse, kendini düzen içerisinde güvende hissetmiyor. Çünkü kurallara bağlı bir davranış yoksa, öngörülebilir bir şey de yoktur. Her an her şey olabilir. Toplumsal bir yaklaşım yoksa, gemisini kurtaran kaptan anlayışıyla, herkes kendi içine dönüp, kendi işlerini nasıl halledebileceğine bakmaya başladı. Bu toplumsal olanın çözülmesidir. “Halk mıyız, toplum muyuz” tartışması vardı, halk da olacak olsan, toplum da olacak olsan, kurallı yaşama sahip olman lazım. Kederde, kıvançta, tasada bir ortaklaşma olması lazım. Bunların hepsi dağıldı, burası bir kalabalığa dönüştü. Ülkeyi yönettiğini iddia edenler tarafından toplum değil, topluluk düzeyine indirildi. Ama en kötüsü, bununla ilgili zerre gaile taşımıyorlar, umurlarında bile değil. Hala, “kurultay var, kim hangi bakanlığa, nereye oturacak” konularıyla uğraşıyorlar. Siyasi kültür bu düzeye indi. Bu, bu ülkenin geleceği açısından çok tehlikeli. Bu bir zihniyet, biz bir zihniyetle mücadele ettiğimizi, etmek zorunda olduğumuzu fark etmek durumundayız. Bu bireylerle ilgili bir mesele değil, bu bir zihniyet. Bu zihniyetten kurtulmak zorundayız. Ya bu zihniyetten kurtuluruz, ya da bu zihniyet bu ülkeyi yok eder, bu ülkenin geleceğini çalar.
“Sorunun en büyüğü, kontrolsüz bir şekilde, her konuda ‘büyümemizdir’”
Soru: Bu ortamda CTP iktidara gelse önceliği ne olur?
Erhürman: Önce yaşadığımız sorunu tespit etmek lazım. Sorunun en büyüğü, kontrolsüz bir şekilde, her konuda “büyümemizdir”. Nüfusta, betonlaşmada, ekonomik faaliyetlerde kontrolsüz bir şekilde genişliyoruz. CTP olarak, 3-4 yıldır, 5 yıllık sosyal ekonomik kültürel kalkınma planına ihtiyacımız olduğunu söylüyoruz. Buna gelmeden önce, nüfusu bilmek ve nüfus politikası yapma önceliğimiz var. Nüfusu bilmekle, nüfus politikası farklı şeylerdir. Nüfusu tespit etmek yeterli değil. Önümüzdeki beş yılda kaç konuta ihtiyacımız var, yolları ne kadar genişletmeliyiz, kaç tane daha yol yapmalıyız, kanalizasyonda ne kadar yatırım yapmalıyız, bilmeliyiz. Bunun için önümüzdeki beş yılda nüfusumuzun ne kadar artacağını bilmek zorundayız. Projeksiyon nüfus bunu karşılayamıyor. Çünkü biz projekte edemiyoruz. Önümüzdeki 5 yılda ne kadar daha çalışma izinli insan gelecek, ne kadar daha insan ev alıp gelecek, üniversitelere ne kadar daha insan gelecek bilmiyoruz. Tabi bir de karanlık bölgemiz var, kaçak olarak burada bulunacak olanlar, onu hesaplayamazsın elbette. Ama ilk üçünü bir şekilde politikalaştırmak zorundasın. O yüzden, yabancılara mülk satışıyla ilgili yasa konusunda büyük hassasiyet gösterdik ve bu konuyu en çok gündeme getiren olmamıza rağmen, mecliste yasaya ret vermek zorunda kaldık. Çünkü yasada nüfus politikası yoktu. Bizim önceliğimiz nüfus ve nüfus politikasıdır, ki geriye kalan her şeyi planlayabilelim.
Rakamlar bizi dehşete düşürüyor. Merkez Bankası’nın raporuna göre, Kasım 2022’den Ocak 2024’e, yani 14 aylık dönemde, üçüncü ülke vatandaşı çalışma izinli işçi sayısı %46 arttı. Bir nüfus politikası uygulamıyorsan, önümüzdeki 5 yılda üçüncü ülke yurttaşı çalışma izinli sayısının ne kadar artacağını bilemezsin. Aynı şekilde katlanarak giderse? Bu insanlar eşini ve çocuğu da getirmek isteyecek, yasalarda bununla ilgili olanak var. O çocuklar hangi okullarda okuyacak, anadili Türkçe değilse Türkçe’yi nasıl öğrenecek, hangi hastaneler çocuklara hizmet vermeye yetecek?
“İnşaat sektörünün öncü sektör haline getirilmesi sürdürülebilir bir şey değildir”
Ekonomide de sorunlar var. “Turizm öncü sektörümüzdür, arkasından yüksek öğretim, inşaat gelir” denirdi. Şimdi yanlış bir şekilde, dünyanın hiçbir yerinde olmadığı ve olamayacağı şekilde, inşaat sektörü öncü sektör haline getirildi. İnşaat sektörünün öncü sektör haline getirilmesi sürdürülebilir bir şey değildir. Dünyanın hiçbir yerinde, inşaat sektörü öncü sektör olmaz, bu sürdürülebilir olmaz. Bu dönemseldir. Bu zaten yanlıştı. İnşaat sektörüyle ilgili bütün uyarılarımız kulak arkası edildi. “Güney Kıbrıs’tan hamle yapılacak” diye defalarca söyledik, “içeride ve dışarıda başımıza çorap örecek ve inşaat sektörünün sürdürülebilirliği de tehlikeye girecek” dedik. Hiçbir şekilde dinlemediler, “yürüyün de korkmayın” dediler. Beklediğimiz maalesef gerçekleşti. Çünkü Kıbrıs Rum tarafı bunu ilk defa yapmıyordu, amacının da KKTC ekonomisi olduğu çok netti, bu iş bireylerin işlediği suçlarla alakalı değil. Söylediğimiz oldu ve inşaat sektörü sallandı.
“Yelkenlinin dört bir tarafından yırtıkları var”
Yüksek öğretimde yaşanan rezaletlerle birlikte, Güney Kıbrıs Avrupa’nın yetkili kurumlarına başvurularını yaptı, yüksek öğretimi de tirbülansa sokmaya çalışıyor. Turizm sektörü ciddi şekilde sıkıntıda, şu anda bir şeylerin iyi gidiyor gibi görünmesi, hep böyle gideceği anlamına gelmez. Çünkü ülkedeki uluslararası pozisyon da turizm sektörünü etkiler, Hizbullah’ın tehditi de turizm sektörü için kritik. Turizmle ilgili bir vizyon ortaya konulmamış olması, casino turizmi işliyor ama onun dışındaki turizm modelleriyle ilgili alarmlar durmadan çalıyor, uçak biletlerinden, direkt uçuşun olmamasına kadar... Bunlarla ilgili de hamle yok, kılını kıpırdatan yok. Tarıma baktığımızda, tarımda en önemli ihracat ürünümüz narenciyeydi, narenciye göz göre göre mahvedildi. Nüfusu bilmiyorsun, nüfus politikan yok, ne kadar kalabalıklaşacağını bilmiyorsun, üstüne ekonominin ana arterlerinin önünü tıkıyorsun, memleketi yok oluşa sürüklüyorsun. CTP iktidara gelince, hesaplayarak, programlayarak, planlayarak başlayacak. “Gideceği limanı bilmeyen gemiye hiçbir rüzgardan fayda gelmez” derler. Plan yoksa, hiçbir rüzgardan hayır gelmez. Hatta zaman zaman, hazırlıksız kaldığı için, rüzgar ters eser ve senin yelkenliyi devirir, zaten yetkenlinin dört bir tarafından yırtıkları var.
“CTP, diyalog yanlısı bir partidir”
Soru: Türkiye’ye yaptığınız ziyaret hem eleştirildi, hem de alkışlandı. Bu ziyarete ne anlam yüklediniz ve temaslarınız ne anlamda faydalı oldu?
Erhürman: CTP, 54 yaşında bir parti, CTP bir deneyim biriktirdi. CTP’de kim genel başkan, genel sekreter, yönetici olursa, bu deneyimin üzerine kendi tavırlarını inşa eder. CTP, tarihi boyunca, en sert rüzgarların estiği dönemlerde bile, diyalog yanlısı bir partidir. Diyalog yanlısı olmanın temel özelliği, bilginize, aklınıza, birikiminize güveniyorsanız, kavga etmezsiniz, diyalog kurarsınız. Çünkü özgüvenle inanırsınız ki, bildikleriniz ve düşünceleriniz doğrudur ve bunu muhataplarınızla yarıştırmaya açıksınız. Bu, “hiçbir konuda ikna olmam” demek değil, elbette akıl akıldan üstündür. Kavga etme ihtiyacı hissetmezsiniz, çünkü siz bilgi birikimine, deneyime sahipsiniz. Bunun üzerine oluşturduğunuz politikaları, özgüvenle, karşınızdaki insanlara anlatabilirsiniz. Dolayısıyla Maria Angela Holguin Cuellar buraya gelip bizimle görüştüğünde, Kıbrıs sorunuyla ilgili ne söylediysek, sık sık görüştüğümüz büyükelçiler, misyon şefleriyle konuştuğumuzda ne söylüyorsak, BM Genel Sekreteri’ne mektup olarak ne yazıp gönderdiysek, TC’deki muhataplarımıza da aynı şeyleri söyledik. Ama elbette, yüz yüze söylemek ve karşı taraftan sorulacak sorulara veya karşı görüşlere de sizin düşünceniz doğrultusunda yanıt vermek son derece değerli bir şeydir. CTP diyalog yollarını kapatmak değil, tam tersine açabildiğince açmak yanlısıdır. CTP herkesle diyalog kurmaya hazırdır ama bu, her görüştüğüne nabza göre şerbet verecek demek değildir. Lisan-ı münasiple, diplomasi deneyimini de kullanarak, kendi görüşlerini aktarıp, muhatabının görüşlerini de dinleyen ve bunları gerektiğinde yarıştıran, “ikna olmaya hazırım, ikna olmaya hazırsan” diyen bir yaklaşıma sahiptir. Dolayısıyla, TC’deki siyasi partilerle de bu düzlemde diyalog daha da artarak devam etsin istiyoruz. Bunun için girişimlerimiz devam edecek. Biz bunu toplum adına yapacağız. Çünkü toplumumuzun sorunlarını ve bunlara ilişkin çözüm önerilerini aktarıyoruz. Biz başkalarının düşündüğü ya da yaptığı gibi, gidip KKTC’nin iç meselelerini TC’deki siyasi partilerle ne görüştük, ne de görüşürüz. Biz öyle bir tavır içinde hiç olmadık, olgunluğa sahip bir partiyiz. Biz TC’deki yetkililerle, TC ile KKTC’nin ortak sorunlarını görüşürüz. Mesela Kıbrıs sorunu, elbette TC garantör ülkedir, tabi ki TC’deki siyasi partilerle görüşürüz. TC’ye giremeyen yurttaşlarınızla ilgili sorun, zaten TC’ye giremiyorlar, elbette oradaki siyasi partilerle görüşeceğiz. Mülkiyet meselesi; herkes biliyor ki Güney’de açılan davalar aslında bir biçimde Türkiye’yi de hedef alan davalardır. Bunları tabi ki konuşacağız. Dördüncü başlık da, Hizbullah’ın o sıralardaki tehditleri, bu da tabi ki TC’yi yakından ilgilendiriyor. Bölgesel olarak zaten ilgilendiriyor ve daha da önemlisi TC garantör ülke ve garantör ülke olarak adanın tamamının garantörü. Dolayısıyla “orada olan mesele beni ilgilendirmez” demeyecek bir ülke. Bunları görüştük ve tabii ki bunları görüşeceğiz. BM Genel Sekreteri’nin Kişisel Temsilcisi Maria Angela Holguin Cuellar geldiğinde de, onunla da hem çözüm perspektifini hem de çözüme kadarki dönemde KKTC’nin tabi olduğu izolasyonları konuşacağız. Muhatabımızın ilgi alanı kadar konuşuruz, her muhatabın özelliğine bağlı olarak.
“Bölgedeki diplomasi dinamizmi çok yoğun bir şekilde yaşanıyor”
Soru: AKP’de yumuşama olacağı, iki devletli politikadan uzaklaşılacağı yönünde beklentiler var. Bu yönde herhangi bir gözleminiz oldu mu? Beklentiniz nedir?
Erhürman: Bize, “şu değişecek, bu değişecek” denmediği gibi, denmesini de beklemeyiz. Elbette bu bir devlet politikasıdır, değişecekse ne zaman değişeceğine, nasıl değişeceğine onlar karar verir. Kıbrıs sorunu, TC’nin gündemindeki tek sorun ya da birincil sorun konumunda değil, herkes bunun farkında. TC, çok kısa bir süre içerisinde, dünyanın dört bir tarafında diplomatik faaliyet yürütüyor. Gördüğümüz bir şey var, diplomatik faaliyetler arttı. Mesela, Mısır’la TC’nin ilişkileri yok düzeyindeyken, Mısır’la görüşme gerçekleşti. Suriye ile yok düzeyindeyken, Suriye ile görüşme ihtimali gerçekleşti. Yunanistan'la ilişkiler sıfır seviyesine inmişken, şu anda belki de tarihinin en iyi dönemlerinden biri yaşanıyor. NATO zirvesinde TC ile Yunanistan’ın teması oldu. TC ile ABD ilişkilerinde, F-16 konusunda bir takım gelişmeler yaşandı. Türkiye’de ABD Büyükelçisi’nin “Türkiye ile stratejik ilişkilerimiz en iyi dönemlerinden birindedir” dedi. Dolayısıyla dünya diplomasi açısından dinamik ama özellikle bölgedeki diplomasi dinamizmi çok yoğun bir şekilde yaşanıyor. Bu, Eylül’deki BM Genel Kurulu söz konusu olduğunda neler doğurur, neler doğurmaz, bunlara ilişkin elbette tahminlerde bulunabilirsiniz. Ama CTP gibi bir siyasi partinin genel başkanı olarak ben, tahminler üzerinden bir şey söylemeyi çok doğru bulmam. Ama şu bilinsin, en azından bir sene Kıbrıs sorununda tık yoktu, Maria Angela Holguin Cuellar geldi, gelirken hepimiz ortak zemin olmadığını biliyorduk, dolayısıyla “ortak bir zemin yoktur” demesi bizi şaşırtmıyor ama “bu konuda çalışmaya devam edeceğim” mealindeki mektubu, Eylül’deki BM Genel Kurulu’na yaptığı gönderme, buralardaki dinanizmin devam ettiğini gösteriyor. Nerede sonuçlanıyor, nereye varır ya da varmaz, bunlar için sadece tahminde bulunulabilinir, ki tahmin üstünden siyaset oluşturmak da, CTP’nin statüsüne uymaz.
“Anlaşılması bile imkan dahilinde değil”
Soru: Cumhurbaşkanı Tatar son dönemde hem meclisi bilgilendirdi, hem de siyasi parti başkanlarıyla görüştü. Genelde olanın aksine, siyasi partiler toplantı sonrasında açıklama yapmadı. Bu toplantının farkı neydi ve bu iki toplantı Cumhurbaşkanıyla bir köprü kurulmasını sağlayabildi mi?
Erhürman: Köprü demek çok fazla bir değerlendirme olur ama biz orada da diyalogtan kaçmıyoruz. Biz kendi görüşlerimizi zaten söylüyoruz, Sayın Tatar’ın ne düşündüğünü de duymak istiyoruz. Maria Angela Holguin Cuellar ile görüşme yapmıştı, ne görüştüğünü öğrenmek amacıyla Cumhurbaşkanlığı’ndaki toplantı gerçekleştirildi. Açıklama yapmaya değecek hiçbir şey olmadığı için açıklama yapılmadı. Aynı şeyleri, tekrar tekrar söyleyip, kamuoyunu ve toplumu yormanın da bir manası yok. Sayın Tatar’ın şu anda izlediğini söylediği politika, hep söylüyorum, kabul edilebilir olmasının, bir sonuca ulaşmasının imkansızlığı bir yana, anlaşılması bile imkan dahilinde değil. Dolayısıyla, anlaşılması bile imkan dahilinde olmayan bir politikayla ilgili, bir daha, “anlaşılması bile imkan dahilinde değil” diyerek toplumu yormanın bir anlamı yok.
“Benim görev sürem 9 yılı aşmayacak”
Soru: CTP Kurultayı ve bir tüzük değişikliği olacağı ve sizin başkanlığınızın devam edeceği konuşuluyor. Son durum nedir?
Erhürman: Tüzük, hiçbir genel başkanın görev süresinin 9 yılı aşmayacağını söyler. Bu konuda bir değişikliği yani 9 yılı aşacak şekilde fiili görev yapma durumunu benim kabul etmeyeceğimi toplumda herkes bilir. Dolayısıyla fiilen benim görev sürem 9 yılı aşmayacak. Onun dışında parti, bir erken seçim ihtimalini ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri stratejisini dikkate alarak, şu anda bir takım stratejik hamleleri yapmayı görüşüyor. Ama bu stratejik hamlelerin hiçbiri, benim görev süremin 9 yılı aşması sonucunu doğurmayacak. Benim 9 yıllık görev sürem bittikten sonra, parti başkanlığı yapmam söz konusu değil.
Soru: Cumhurbaşkanlığı’na aday olma konusunda sizin kişisel duruşunuz nedir?
Erhürman: Ne kesin hayırım, ne de kesin evetim var. Bu CTP’nin gelenekleriyle ilgili bir şey, parti organlarının vereceği karar her neyse, ona uygun şekilde davranacağız.
“Birileri bir tartışma açmak istemiş belli ki”
Soru: 20 Temmuz'da TC Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın adaya geleceğini biliyoruz. Mecliste konuşma yapabileceği konuşuluyor, meclise gireceğinizi söylediniz...Bu tür haberlerin sizin Ankara ziyaretinize denk gelmiş olması tesadüf mü?
Erhürman: “Doğmamış çocuğa don biçilmez” denir. Henüz Erdoğan’ın programı net değil. Hatta Sayın Erdoğan’ın havanın sıcak olduğuna ve programın kısa olacağına dair açıklamaları var. Mecliste konuşma konusu resmi olarak bildirilmiş değil. Birileri bunun üzerinden bir tartışma açmak istemiş belli ki. O birilerinin kim olduğunu bilirim ama net olarak söylemem. Ama bu oltalar atılıyor. Oltaları atanlar, oltaların atıldığını görmüyoruz zannediyorsa çok yanılıyor. Bu tartışma bizim TC’ye gideceğimiz zaman çıktı, bu bir tesadüf değil. Türkiye’de tek yerde çıkan bir haber üzerinden bu haber burada servis edildi ve bu tartışma başlatıldı. Bunlar bizim pozisyonumuzu etkileyen şeyler değil. Daha önce, benzer bir olayda ortaya koyduğumuz şey neydi? Bir takım müjdeler söz konusuydu, tartışılıyordu ve hiçbirimiz ne olacağını bilmiyorduk. Biz de, meclisteki bir siyasi parti olarak, meclise girip ne olduğunu bilmediğimiz bir şeyi, mecliste duymayı doğru bulmadığımızı söyledik. Şu anda diyalog içindeyiz. “Gelecek, konuşma yapacak, müjde verilecek” diye bir durum yok. Geçen dönemde koşullar farklıydı, şimdi farklı. Hiç olmamış bir şey üzerinden yorum yapmayacağım. Bu anlamsız bir tartışma. Ama, anlamsız olmakla birlikte, birileri için anlamlı olduğunu ve anlamlı olduğunu düşündükleri için bu tartışmayı açtıklarını bilecek kadar, hem benim, hem de CTP’nin siyasi deneyimi vardır.