Geçen haftaki masalımız, YENİ(!) bir dönemi anlatıyor gibiydi ya; bu yüzden olsa gerek, pek beğenilmemiş!..
“Gereğinden fazla abartmışım!” olayı… Topu topu, 21 pare top atılmış; ben tutmuş “80 pare” yazmışım! ( Yazı yayınlandığında henüz toplar atılmamıştı ya…)
Orantısız Aşk’ın masalsı günleri, “Rüzgar gibi gelip geçti!..”
“Bizim masallarımız öyle başlamaz!”dedi bir okurum…
Anlaşılan pek kıvıramadık bu Masal işini!..
Bir de şiirle deneyelim şansımızı, bakalım…
Ya tutarsa !..
NUTUKÇU
I
Uçsuz bucaksız bir sessizlik uzanır düşlerime
sesini yitirmiş soluk, şeffaf ve kıpırtısız.
Kent sokaklarında yaşamı arar
anlamsız ölüm kurbanı genç gövdeler,
yeşil elbiseli metalik sesler bulaşmış
yaralı çocuk dünyaları koşar peşlerinde...
Ateşli söylevleri donduran kahkahalar atarak
izliyor ölüm köşeye sıkışmış gölgelerini…
yüzleri renksiz ve şaşkın nutuklardan...
Toprağı yıkayan yağmur siliyor gölgeleri,
nutukçular çoğalıyor fırlayıp bataklıklardan,
çoğalıyor kara kalabalıklar çığlığına söylevin...
II
Elleri gökyüzüne asılmış ruhsuz kalabalıklar
nutukçuyu dinliyor sağır kulakları avuçlarında.
Vadedilen Cennet ve Huriler hakında
Binbir Gece Masalları anlatıyor
metalik sesi cızırdayan nutukçu...
"Ya, yarattığınız bu cehennem..!" diye
homurdandı hassas kulaklı biri arkadan.
İlahi bir parmağın işaretiyle koşuşan
Zebaniler taşıdılar onu
vaatedilmemiş Cehenneme
kör kalabalığın gözüne baka baka...
III
Kuru parmakları tırpanladıkça havayı
havaya girdi nutukçu...
'hı' deyici melekleri kurulmuş
köprücük kemiğine,
biraz yorgun hafiflikten...
Şakşakçı Musalar'ın haykırışlarını bastıran
Göksel Sloganlar desteğinde sürüyor
NUTUK...
Mahçup, pembe yanaklı,
tombul inek postlarına bürünmüş
görevli -ve doğallıkla, ücretli- meleklerle kolkola,
dalları kamçılayan rüzgarın
keskin ıslıklarını kuşanmış
kurtçuklar giriyor
MEYDAN'a...
IV
Nutuklardan bunalmış bir kadın,
çökmüş göğsünden çıkarıp
çürümüş fotoğrafını oğlunun, öpüp
volta atıyor kokuşan kaldırımlarda...
Sesi kendine uzak, yabancı kulaklarda
sonsuz bir nakarat gibi
takip ediyor yorulmaz bedenini...
"Ben kimim şimdi,
çocuklarım nerede,
nerede o peşimden koşan dostlar?
Battıkça batıyor gemi,
bu şatafatlı yıldız yağmuru
bu tufan, nereden çıktı ansızın,
nereden çıktı bu karanlıklar,
kim çaldı gözlerimden güneşi,
dudaklarımdan narı, kim çaldı?
Gemi battıkça dökülüyor her yanım,
battıkça kirleniyor toprak...
Yükselmek istiyorum,
yükselmek istiyorum ışığa
- her yanım boşluk-
Kimim ben şimdi ,
nerede defne taçlarım,
yasemin kolyelerim ,
çocuklarım ve hayat nerede ?”
Temmuz, 1995 Lefkoşa (Düşler isimli kitabımdan. Sayfa 58)