Kıbrıslı Anılar
KKTC yetkili ve etkililerinin, ABD elçisi ve diğer diplomatlarla yaptıkları görüşmeler Wikileaks belgeleriyle ortaya saçıldı. Ağustos ayında sızan bu konuşma ve değerlendirmeler toplumda ve siyasi partilerde biraz dalgalanma yarattı ama kısa süre sonra etkisini kaybetti.
Yabancı elçilikler, bulundukları ülkenin siyasetçileri ile resmi, kanaat önderleri, tanınmış simalar ve sivil toplum liderleriyle resmi olmayan ilişki içindedirler. Amaçları bilgi toplamaktır. Herkes biliyor ki, elçilik mensupları, bu görüşmelerden derledikleri bilgi ve değerlendirmeleri merkezlerine bildirirler. Wikileaks çıkalı beri, bu bilgiler artık gizli kalmıyor. İnternet aracılığıyla tüm dünyaya yayılıyor.
KIBRISLILARIN SENLİ BENLİ İLETİŞİMİ
Kıbrıs’ta en yüksek makamdaki insanlar bile diplomatik konuşma inceliklerini bilmez. Tabii dil sorunu önemlidir. Konuşulan dil anadil olmayınca işler daha da zorlaşır. Bir de kültür farkını ekledik mi yanlış ve yersiz algılamalar yaratmak hiçtendir. Kıbrıs insanı kısa sürede çözülür ve senli benli konuşmaya dalar. Herhangi bir politik mesele hakkındaki görüşler söylenirken, parti, hükümet veya kurum içindeki muhalifler veya idareciler hakkında aşırıya kaçan yorumlar yapılır. Yani bir yerde, bazı insanlar, ABD veya İngiliz veya TC elçiliklerine çekiştirilir. Parti veya hükümet içindeki kavgalar anlatılır. Özel hayatlara dahi geçilebilir.
YABANCILARDAN MEDET UMMAK
Kıbrıs insanı kolay kolay birisini beğenmez. Ne kadar eleştiri yaparsa o kadar saygın ve akıllı olduğunu gösterecek sanır. Diyelim ki yabancı elçilik diplomatlarıyla Kıbrıs sorunu veya iç siyaset konuşuluyor. Düşünceler, öngörüler söylense ya... İlla ki şahsi olaylara dalıp rakipleri hatta bazen aynı grupta olduğunuz arkadaşlarınızı kötülemek mi lazım?
Bu tavrın arkasında duran başka bir unsur, yabancıları olaya dahil etmek, yardımlarını istemek, medet ummak gibi bir dürtüdür.
Bu alışkanlık bize 1955-74 yılları arasında BEY (Bayraktarlık, Elçilik-Yönetim) idaresi devrinden kaldı. Buradaki solcular, muhalifler Ankara’ya ihbar edilirdi.
Bazı insanlar bu ihbarlarla hayatından da oldu.
Bu nedenle, Kıbrıslı solcular, sendikacılar doğrudan Denktaş ve BEY yönetimini hedef almaktaydı. Bu “şikayet etme” yöntemi, solun ve hatta sanatçıların kendi arasındaki çatışmalarda da kullanılıyordu. Bir konferansa mı gittiniz, misafirlerin konusu ne olursa olsun, Kıbrıs’taki bir grup insan kıyasıya eleştirilir ve sanki o yabancıların bu işe çözüm bulması davet edilirdi.
Bu tavrı her zaman garipsedim. Kendi evimizde olan biteni, özel hayatımızı başkalarına anlatmak ve onları bir yerde yetkili kılmakla eşdeğerdi yapılan.
90’lı yıllarda bir grup aydının ABD’den gelen barış uzmanlarıyla yapılan toplantıda, Denktaş var oldukça çözüm olamayacağının sürekli vurgulanması üzerine bir yabancının “Niye seçimle onu düşürmüyorsunuz” dediğini anımsarım. O zamandan beri, yabancılarla konuşurken çok dikkat ederim.
Wikileaks tarafından açıklanan Kıbrıslı Türk siyasetçiler ile yapılan görüşmelerde, CTP’nin oy kaybetmesi üzerine fikirleri sorulanlar, mevcut genel başkan veya başka yetkilileri neden eleştirdi ki? Ha eğer, bunu kamuoyu önünde ve parti toplantılarında açıkça söylemişseniz tutarlı sayılabilirsiniz. Ama belki de parti içinde, şahsi çıkarlarınız için o eleştirdiğiniz insanların yanında görünüyorsunuzdur.
GÖRÜŞMEK BAŞKA BİLGİ VERMEK, İSTEK YERİNE GETİRMEK BAŞKA
Yabancı elçilikler, medyayı, siyaseti yakından izlerler. Sosyal buluşmalara da önem verirler. Toplumda öne çıkan insanları kokteyllere, yemeklere davet ederler. Bir toplumda isim yapmış birisinin, yabancılardan ilave onay alması gerekmez. Elçilikler ile ilişkiler sıklaşırsa sizden yapamayacağınız veya istemeye istemeye yapacağınız şeyler istenebilir.
Bir zamanlar, uluslararası toplantılarımıza maddi destek sağlayan TC elçilik yetkilileri, bir gün benden kongrede KKTC bayrağı asmamı istediler. “İmkansız” dedim. Çünkü biz ilk kez uluslararası bir örgüte üye olmamızı, Kıbrıs sorunu dışında tamamen mesleki gerekçelerle dayandırmıştık. Hatta pek de beğenmediğim bir tüzük maddesini öne sürmüştüm: “Dernekler siyasetle uğraşmaz.” Bu yumuşak ve insani tutumumuz bile Rumların ve Yunanistan’ın bize karşı olmasını durdurmadı. Üye olduktan sonra KKTC ismini ortaya atmak tamamen siyasi istismar olacaktı.
Hiç unutmam, uluslararası kongrelerde, Rum eczacı temsilcisiyle aynı masayı paylaşırdık. Bizim önümüzde Cyprus (1) Rumların önünde de Cyprus (2) yazardı. Elçilikten bazı isimler bu tasnife de itiraz etti. “Kıbrıs Cyprus değil mi?” demek zorunda kaldım. “Rumların önünde Kıbrıs Cumhuriyeti mi yazıyor?” demiştim. Baktılar gördüler ki ben bu işten çok rahatsız oldum...”Tamam, tamam” dediler.
Zaten ilk üyelik toplantımıza gittiğimizde Hürriyet gazetesi “KKTC tanınıyor” diye başlık atmıştı. Bu gazete, Yunanlılar tarafından örgüt yönetimine verildi. Zar zor savuşturduk.
Hala bu ufak tefek ve hiçbir geçerliliği olmayan “kazanımlar!” İçin uğraşılıyor. Son petrol krizi için KKTC TC anlaşması da böyle bir hukuki komedidir.
Kıbrıslılar, Kıbrıs sorunu yüzünden pek çok çelişki yaşamaktadır. Rumlara karşı en fanatik olanlar bile KC pasaportu ve dolayısıyla AB yurttaşlığı alırken, bunun gazetelere düşmesiyle neler hissederler kim bilir? Tabii bu kafa karışıklığı “çözüm ve barışçı” kesimlerde de var. Özellikle iktidara geldiklerinde resmi ve gayri resmi yurt dışı toplantılarında KKTC ve TC pasaportu kullanılmasını öneriyorlardı. 2000’lerin ortasında bir kadın grubu ile Marsilya’ya gitmiştik. CTP iktidardaydı ve hanımların tümü İstanbul üzerinden TC pasaportu ile uçmuştu. Ben ise Larnaka’dan Rum kadınlar ile uçmuştum. Orda bazı düzenlemeler yapılırken baktım beni geliş limanına göre Rum grubuna dahil etmişler. “İnsani değil ve ayıptır” dedim. “Hepinizin AB pasaportu vardır tutarlı olun lütfen” diye ekledim.
Kendim dahil tüm Kıbrıslıların düştüğü bu çelişkilere üzülüyorum. Ne kadar sıyrılmaya çalışsak çelişkiye düşüyoruz.
Bu da asırlardır Kıbrıs’ta uygulanan çatışmanın yarattığı bir hastalık olsa gerek.