Çürümenin bin bir çiçekli bahçesindeyiz.
Ve yağmalama hukukunun iğreti bunaltısında.
Yasaların toplumsal çıkarlar gözetilmeden tak diye geçirildiği bir mecliste,
sözün bittiği ve gözetlemenin yirmi dört saat sürdüğü ağların kurbanlarıyız artık.
Kurulu düzenin bizi gün be gün ördüğü ve dönüştürdüğü kayıtlardayız, ileriye atlamanın, geriye sarmanın ve pause’lamanın an’ındayız.
Seç beğen sat,
Adam dediğin mafya,
Bey dediğin kravat,
“Höt! tam tersi”, haddini bil ! denilen bir fasıldayız.
Yazın yükselen güneşinde,
bataklık bir siyasi kültürün pençesindeyiz.
Siyasetin adamlarının çok bildikleri kayırmacılığın, böğürtülü vaatlerinin, kızgın biçareliklerinin seyircileriyiz.
Ayşe sahnede bize gülümserken, tatilin bin bir tonunu adalıya yaşatanların kumarhane sohbetlerindeyiz.
Yolumuz yol artık,
Gidilip de dönülmeyecek bir akşamın ufkundayız.
Evlerin ışıkları tek tek sönerken, başkalarının sınırlar için asker, kendi ülkemizde sınır ötesinde ekmek kavgasıyız.
İşçiyiz, göçmeniz, bir daha geriye dönmeyecek çokça kırgınlıklarız.
Kıbrıs burası.
Yüzsüz bir adamın, bir Palto’ya karakterini satanların, Midas’ın kulaklarını kesip, ne kadar yalan varsa hepsini burada yutanların dünyasındayız.
Koltuğa değnek olanların, ne derseniz diyelim, alkışlandığı sandıklarda sayım memurları için artık sadece numarayız.
Ne numara !
İrade söz konusu olunca 1960’ı beğenmeyenlerin, kuzeye sıkışıp kalmış düzende ise iradesi iğfal edilirken alkış tutanların arasındayız.
Kolonileşmiş hukukun mahkeme kürsüsünden aşağıya bakan kibirli koltuklaşmaların tanıklarıyız.
Devlet diye diye, bayrak asa asa, marş marş yürüye yürüye, sus pus ola edile,
bitenlerdeniz.
Karamsar bir uğultunun içinde,
“devlet” diye sayıklayanların talan ve yalan coğrafyasındayız.
İrade kelimesini duyunca müzakere masalarında aslan kesilip, kendi kurumları başına oturacakların atanmasına üç harf edip “dur” diyemeyen “liderliklerin” tırnak içindeki kirini ve pasını yutanlardanız.
Egemenlik diyerek Rum’a karşı kanı kabaran, ancak koloni başlarının bize dayattıkları istatistiki, jeo politiki ve bizatihi “yavrulaşma”yı alkışlayanlardanız.
Geçenlerde biri yanıma yaklaşıp,
“ağır yazıyorsun ama yazdıklarında tamamen haklısın” dedi.
Evet, haklıyız, hepimiz haklıyız, onlar da haklı, sen de, bak o bile haklı,
Ben sadece insanın aynaya baktığında ne düşündüğünü merak edenlerdenim,
Mesela bu kadar yurdu talan ve yalan edilirken “yetiştirilmiş” siyasetçikerin kaçının ne zaman midesi bulanacak ve istifra edecek,
onu bekleyenlerdenim.
Ben istifa değil, istifra bekleyenlerdenim.
Hangi kelimeler dizilir de bu hâli anlatır,
artık bilmiyorum.
Hiçbir şeyin zoruna gitmediği insanların arasında, bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kalleşçesine diyen şairden sonra ne yazılabilir.
Talan edilen bir yurttan geriye kalan üç gram ekmeği paylaşma kavgası verenlerin,
derdi dururken,
daha da ne yazılabilir.
Kelimeler ağır pahişahım.
Affedin.
Biz kelimeleri bağışlayamayanlardanız.
İsterlerse yazılırlar, dökülürler satırlara, o suratsız satır aralarından bu gazete sayfalarına...
Merak etmeyin burada kelimelerden irkilen, çekinen, kızaran falan da olmaz.
Rahat olunuz.
Buralarda kimse bir söylediğini bir daha söylemez, görmez, duymaz, taşa taş diyebilen de pek çıkmaz.
Alıştık artık, devşirildi umutlarımız.
Hem de sevile sevile.
Yeni bir çağa geçiyoruz millet, alkışlayın !
Yağmalama zamanı...
Tutmayın !