Yangın yerini gezmek, incelemek, görmek, görünmek, gülümsemek iletişimi umarım tamamlanmıştır.
“Reklamları izlediniz” aşaması geride kalmışsa, yurttaş bilinci ve insanlık onuruyla sormak isteriz:
“Bu yangından kim sorumludur?”
***
Günlerce araştırdım, soruşturdum, sorguladım.
Yangın “kayıtsız” ve “ruhsatsız” bir iş aracında başladı.
Ormanın orta yerine bahşedilmiş “özel” ev alev kustu.
“Talan” ülkesinde onca yalan havada savrulurken, yağmuru kimin yağdırdığı ilahi bir yerden sorgulandı da yangını kimin başlattığı devlet kademesinin meselesi olmadı.
Biri Ersin ya da Ünal beyleri o meşhur ya da meşhum “orman evi”ne de götürür mü acaba?
***
Memleketin “sahipsizliği” içerisinde odağımız yalnızca “ev sahibi” değil!
İzni kim verdi, süreç nasıl ilerledi, denetimi kimler eksik bıraktı? Orman arazileri nasıl dağıtılıyor bu ülkede?
Bunun peşine düşmek hükümetin değil yalnızca her milletvekilinin de görevidir!
Biz yazıyoruz ama “araştırma” ya da “soru” önergesi şansımız yok!
Elimiz kolumuz bir yere kadar uzanıyor, sonra bilgiye dair kapılar kapanıyor, evraklara ya da dosyalara her daim erişim şansımız olamıyor, izinleri ya da yazışmaları göremiyoruz.
***
Yangının başladığı “o ev”e dair yazdıklarımız sonrasında telefonlar, mesajlar yağıyor.
İddialar dünya kadar olsa da konuşması gerekenlerin kimi korkuyor, kimi konfor alanı dağılmasın diye karnından bağırıyor.
Hep birlikte gürültü çıkamazsak bu düzen değişmez…
Çünkü “sessizlik” korkaklık değildir yalnızca, biraz da “sıra beklemektir.”
“Gör beni, göreyim seni, görsünler beni uzlaşısı çıldırtıcı bir karaktere dönüşmüştür adada…
***
“Tefeci, gangster, pis” falan diyorlar!
Ada yarısı çirkef yatağı epeydir…
İyi de temiz, dürüst, güzel insanlar nerededir ve niye bu kadar sessiz duruyorlar?
Korkunun ecele faydası yok a dostlar!
İrademizi aldılar böyle böyle…
Demokrasimizi katlettiler.
Hayat alanlarımız kuşatıldı.
Şimdi de çevre kalmadı, börtü, böcek, kuş, maki, reçine öldürüyorlar…
Suskunluk sarmalı yutuyor hepimizi!
***
Bu devlet taklidi yapıda yağma düzeni iyice sırıtıyor.
Toprağın “ah”ı kabarıyor, hayatlarımızın “vah”ı…
*(Yangına sebep o ev, o an ve ormanlık alanda mülkiyete dair gelişmeleri, Yenidüzen Haber Merkezi izlemeye devam edecek.)
:::
İmkanlarımızı birleştirelim
Televizyonda, Tatlısu Belediye Başkanı Hayri Orçan’ı dinliyorum.
“Yangının söndürülmesi için gördük ki helikopterden daha önemlisi uçakların yaptığı katkı oldu, bu anlamda güneyden gelen uçaklar çok daha etkin sonuç aldı” mealinde sözler söylüyordu.
Bunun ardından da iş insanlarına çağrı yaptı: “Biz de uçak alalım.”
Niye “işbirliği” yapmayalım, imkanlarımızı birleştirmeyelim, siyasi statü ve güç yarıştırmayı bir yana bırakarak, neden ortak çözümler üretmeyelim?
Öylesine önemli ki kaynakları tasarruflu, verimli, ortaklaşa kullanmak… Ekonomik daralma sürecindeyiz, bolluk değil!
Yıllardır atıl duruyor, Uluslararası Lefkoşa Havaalanı… Unutulmasın, Kıbrıslı Türkler, Kıbrıs Cumhuriyeti’nden ayrıldıktan sonra dahi yıllarca bu havaalanını kullandı.
Ortak bir orman itfaiyesi niye yaratmayalım, imkanlarımızı birleştirerek, gerekirse Birleşmiş Milletler gözetiminde…
Yandık yanacağımız kadar!
Görüşmek üzere!
Yenidüzen’e geldiğimde yeni baba olmuştum.
Meydanlara çıktığımızda, “çocuklarımız için” diyorduk ve ilk adımlarını atmıştı oğlum…
Evlat başkadır.
Baran büyüdü, en önde yürüdü bizle çoğu zaman ve düş yorgunu pankartların bir ucundan tuttu… O pankartlarda kimi zaman “Kıbrıs’ta Barış Engellenemez” yazdı, kimi zaman “Özgür Gazetecilik Onurumuzdur.”
İngiltere’de Durham Üniversitesi’nde eğitimini tamamladı, göz açıp kapatıncaya dek!
Şimdi mezuniyete gidiyoruz.
Bir yanda gurur var, bir yanda burukluk…
Kuşaktan kuşağa devrediyoruz umudu, Kıbrıs ülkesi gün gele barışacak ve birleşecek, dünyayla buluşacak hayatlarımız, köklerimizin tutunduğu toprak tutsaklıktan kurtulacak…
Gençlerimiz geri dönecek, anayurtlarına…
***
Mezuniyete gidiyoruz ve evlat, çalışmaya kalacak, ayakları üzerinde durmaya…
Bir süre buralarda değiliz, muhtemelen yazamayacağım, haftaya görüşmek ümidiyle…