Mağusa'nın "Karaoğlu" ya da önceleri anılan şekliyle "Karağulos Kampı"'nda sosyal aktiviteler arasında futbol da gelmeye başlıyordu.
Günümüz dünyasının en popüler kavramlarından biri olan futbol, kitleleri peşinden koşturtan en önemli spor dalıdır kuşkusuz. Yaş, cinsiyet, ırk ve din gibi kavramlara bakılmaksızın 7 den 70’e herkesin sevdiği bu oyunun geçmişi de, bir o kadar eskiye dayanmaktadır aslında. Ayakla topa vurma oyunlarının, tarihin köklü medeniyetlerinden birisi olan
Ve binlerce yıl sonra, 2. Dünya Savaşı'nda Hitler'in kıyımından kurtulan Yahudilerin bir kısmının "vatan edinmek" için Filistin yoluna düştükleri günden itibaren Mağusa kentimiz, birkaç yıl boyunca onlarla anılır oldu. Kamp yaşamının olumsuz yanlarını biraz hafifletmek, belki biraz "tutsak" gibi kendilerini hisseden Yahudi Muhacirleri rahatlatmak anlamında "futbol" da bir araç olarak kullanılıyordu. Söz konusu dönem içerisinde Karaoğlu (Karağulos) Kampı'nda ilk futbol karşılaşmasını ise, o yıllarda 2 yıllık bir geçmişe sahip olan Mağusa Türk Gücü ile, kampın İngiliz Askerleri tarafından Ekim 1946 tarihinde gerçekleşmişti. 1947 yılına gelindiğinde ise, Kamp ve diğer inşaat işlerinde çalıştırılmak üzere ada'ya getirilen bin küsur Alman Esirleri tarafından oluşturulan futbol takımıyla, Kıbrıslı Rumlar'ın Lefkoşa takımlarından Apoel (Şubat 1947), Leymosun takımlarından AEL (Mart 1947) ve Mağusa takımlarından Anorthosis ile (Mart 1947) maç yaptıklarını görüyoruz. Bu alanda yapılan futbol karşılaşmalarının büyük ilgi gördüğü, gazete haberlerinden anlaşılmaktadır. İşte 8 Mayıs 1947 tarihli Hür Söz gazetesinde Mağusa Türk Gücü ile oynanan bir maç haberi...
"8 Mayıs 1947-Hür Söz-s:2
İÇ HABERLER
Mağusa'da Maç
4 Mayıs 1947 Pazar günü G.S.E Stadyumunda karşılaşan Alman Esirleri ile M.T. Gücü (Mağusa Türk Gücü ea) maçı çok heyecanlı olmuştur. Oyunun baştan sonuna kadar müsavi (eşit-denk) oynanmıştır. Oyunun bitmesine 10 dakika kala takımlar birer gol atarak müsavi idiler.
Bu arada M.T.G. kalesi önünde bir favıl (faul) neticesi penaltı olup gol ile neticelenerek oyun biraz sonra 2-1 Almanların galibiyetiyle neticeleniyor. M.T.G. misafirlerine karşı çok nazik davranmışlar ve Mağusa adına misafirlere, misafirperverlik göstermişlerdir.
M.T.G. gençlerinden Fikret bize çok ümit vermektedir. Gençlerimizi tebrik ederiz. Bu maçın neticesi gençlerimiz için bir galibiyet sayılabilir."
Aynı tarihli Hür Söz gazetesinde, ikinci olarak kurulan Ksilotimbo Kampı'ndan kaçan ve ardından yakalanan bir Yahudi Muhacirle ilgili haber yayınlanıyordu. Gazete'nin birinci sayfasından ise, gazetenin yorumu olduğu anlaşılan Filistin sorunuyla ilgili bir yazı kaleme alınmıştı. Hem yakalanan Yahudi Muhacirle ilgili haberi hem de konu itibarıyla Hür Söz gazetesinin, Filistin Sorunu'na nasıl baktığını anlamak açısından bu iki yazıyı birlikte okuyalım...
"BİR YAHUDİ TEVKİF EDİLDİ
Ksilotimbo kampından kaçan Hayem adında bir Yahudi tevkif edilmiştir. Kendisine niçin kaçtığı sorulduğunda maksadının Filistin'e gitmek olduğunu söylemiştir."
"10 Mayıs 1947-Hür Söz-s:1
FİLİSTİN MESELESİ
Harp biteli Filistin davası günden güne ehemmiyet kazanarak hâlâ istikrar bulamayan dünya meselelerinin ön safını işgal etmeğe başlamıştır. Altı harp yılı boyunca nihai bir sukûna kavuşan bu eski peygamberler ülkesinde, şimdi hakiki harp sahnelerini andıran bir dram cereyan etmektedir.
Bu kanlı dramın başlıca aktörleri Yahudiler, Araplar ve İngilizlerdir. Bugün Filistin'de cereyan eden hadiselerin ehemmiyetini belirtmek için, maziye dönerek ufak bir tarihçe yapmamız lazım geliyor.
Birinci umumi harpten evvel Filistin, Osmanlı İmparatorluğu'nun elindeydi. İmparatorluk burasını bir vilâyet gibi idare ediyordu. Meşrutiyetten evvel Kudüs'de bir mutasarrıf (elinde bulunduran) bulunuyor. Meşrutiyet vakıa (zamanında) bu umulü (durumu) bozmadı. Fakat meclisi mebusanın açılması üzerine Kudüs sancağından da seçilen mebuslar meclise geldiler. O zamanlar Filistin'deki Yahudi esalliyeti (gücü) hemen hemen hiç mesafesindeydi (durumundaydı). Fakat bu devir ilk "Siyonizm" hareketinin başlamasına tesaadüf ediyordu. Suriye'ye ve bilhassa Filistin'e Rusya ve Lehistan'dan ilk göç akını o zaman başlamış ve yıllarca bu akının arkası kesilmeyerek bugüne kadar devam etmişti. 1909'da Filistin'deki Yahudi sancağı oldukça ehemmiyetli (önemli) bir yekûna (toplama-büyüklüğe) varmıştı. Yalnız Kudüs sancağı içerisinde 85 bin Yahudi vardır ki, bunlar yüz yirmi Sinagoga bağlı bulunuyordu.
Bu artış, Hayfa ile Yafa'da da aynı nispet dahilindeydi. Gelen göçmenlerin büyük bir kısmı Rusyalı Yahudilerdi. Siyonist taraftarlığı ile meşhur Leh Yahudi doktoru Hookush o zamanlar şöyle diyordu:
'Suriye'ye gidenler, burada Yahudilerin genişleme ve çoğalmasından hayretler içerisinde kalır. Kudüs'te Yahudiler o kadar çoğalmıştır ki bu şehre artık hiç çekinmeden bir Yahudi şehri diyebiliriz. Bilhassa Yahudilerin Rusya ve Lehistan'da tazyiklere (baskılara) uğraması göçmenlerin büyük bir kısmının bu memleketlerden gelmesini mucip olmuştur (gerekli kılmıştır). Yafa ve Gaza arasındaki Saron vadisi bir satranç tahtası gibi kamilen Yahudi çiftlikleri ile dolmuştur. En mahsuldar havalı (yerler) Yahudilerin elindedir. Yahudiler az zamda Filistin'i cennet haline getirecekler.'
Hakikatte bu Yahudi doktor aldanmıyor. Garp memleketlerindeki zengin Yahudilerden büyük bir yardım gören 'Yahudi Muhacirler Cemiyeti' göçmenler için en elverişli toprakları satın alıyordu. Gelen Yahudiler ağır işleri yerlilere bırakarak, modern bir şekilde ziraat yapıyorlardı. Mamafih yeni gelen, göçmenlerde henüz bir istiklâl fikrinin uyanması için zaman lâzımdı. Esasen henüz ekalliyet (azınlık) halindeki bir zümreden bu ....azdı. Çünkü Yahudiler Kudüs, Yafa ve Hayfa gibi şehirlerde çoğalmışlardı ama bütün Filistin'de Müslümanlardan azdılar. Bunun için Siyonist hareketi o zaman siyasi bir hareketten ziyade binal (bir-tekil) bir hareket olarak telâkki edilmişti. Londra Üniversitesi İktisat ve Felsefe öğretmeni Profesör Lâvy, 1910(!) senesinde Siyonist hareketi hakkındaki düşüncelerini şöyle açıklamıştı:
'Osmanlı Yahudileri Siyonizmi katiyen benimsememelidirler. Eğer bu cereyana lakayt kalırlar ve Siyonislerin faaliyetlerine meydan verirlerse, Osmanlı vatandaşlığı vazifesini yapmamış ve bu suretle her türlü cezaya hak kazanmış olacaklardır.'
Hatta daha ileriye gidenler bulunuyordu. Siyonist umumi merkezinin bulunduğu Kolonya (Almanya'da) şehri haham başısı doktor Frank da hiç çekinmeden:
'Ben Siyonistlerin aleyhtarıyım ve bütün bu hareketleri vatanperver.................. '"
(yazının sonu gazetede okunmaz durumdaydı)