Yakına gitmek neden hep uzaklara gitmekten daha zordur? Aslında değildir. İstenirse ve zahmet edilirse Yakın’a da gidilebilir. İşte öyle bir Yakını görme, içine gömüldüğümüz iş yoğunluğundan birazcık olsun nefes alabilme telaşıyla çıktık üç arkadaş yola. Kafa dengi, keyifli bir sohbetin eşliğinde...
Dilimin ucunda Ataol Behramoğlu’nun şiiri ile geçtik Mesarya’yı ve ver elini Karpaz. Bir aralar binlerce yıllık Karpaz’a, Karpaş’a demekten utanmamışız ha; ya da tarihi simgelerden Salamis’i Salami Bey yapmaktan... Uff ki ne uff...
...
Dün Dipkarpaz’a gittik
Lefkoşa-Salamis yolunda
Mesarya ovasını geçerek
Bir yanda Beşparmak dağ dizisi
Bir yanda Trodos
“Galatya” sütbeyaz demek
Bu köyün adı şimdi “Mehmetçik”
Hiç değilse “Sütbeyaz köyü” denseydi…
Sonra sigara paketlerinden alınmış
Köy adları:
Bafra, Sipahi, Gelincik…
Kim koymuş bunları?
Ve camiye dönüştürülmüş kiliseler
İkonaları soruyorum
Tahrip edilmiş
Ya da kim bilir neredeler
Ataol Behramoğlu
Amacımız bu kez alışmamış olduğumuz yol, Güney sahilinden varmak uca... Gelincik’ten sapıyoruz. Boltaşlı (Litrangomi) yı geçiyoruz. Bu arada köy isimleri ile ilgili yorumlar yapıyoruz. Litra=taş, gomi= ev. Taş ev. Tamamdır. Boltaşlı en azından isim olarak biraz uydurulmaya çalışılmiş. Boltaşlı’yı geçtikten yaklaşık birbuçuk kilometre sonra görkemli Kanakaria kilise ve manastırını buluyoruz. Tarihi beşinci yüzyıla dek uzanan bu kilise, Bizans dönemine ait. Hemen karşısında cami. Kapısı kapalı muhteşem sarı taştan yapılan bu tarihi eserin içerisini gezemiyoruz ancak hemen yanındaki manastır bölümünün kapıları sonuna kadar açık. Belli ki orası güvercinlerin kullanımına verildi. Kilisenin bahçesindeki yağ değirmeni, lavanta çiçekleri ve sardunyalarla mis gibi Kıbrıs koklanıyoruz. Klisenin içinden çalınan mozaiklerin, daha sonra 1982’de Amerika Birleşik Devletleri’nde satılırken Güney Kıbrıs tarafından satışı durdurularak, mahkeme kararıyla geri alınmasını konuşuyoruz. Ben artık bu topraklardan, özellikle de büyük müzelere kaçırılan eserlere üzülmüyorum, çünkü biliyorum ki bu dünya mirası eserler en azından oralarda garanti altındadır.
Yolumuzun üztünde bir başka güzellikler diyarı Avtepe (Ay Simeo). Belki Medoş Lalelerine rastlarız diye kıyıya dek uzanıyoruz. Medoş’lar henüz yok ama muhteşem kıyı manzarasında büyüleniyoruz. Doğanın sunduğu bitkilerden yiyoruz (lapsana, gavulya)...
-Duranlar yorulur sadece
-Genç kalanlar hep yolcudur.
-Varabilen var mıdır bilinmez,
-Sonsuzdur bütün yollar...
Karpazın bu yüzündeki köyler hep neolitik dönemden kalan bir alışkanlıkla kuruludur. Kıyıya yakın ama korunaklı teper üzerinde.
Dedim ya; tarih ve kültür bitmez bu topraklarda. Sırada bir başka özel yerleşim yeri Kaleburnu ya da benim sevdiğim adıyla Galloborni, Galinoporni. Bu isim bir rivayete göre bu köye Lüzinyan döneminde verilmiş. Lüzinyanlar Fransa’daki hastalıklı hayat kadınlarını bu köye getirirlermiş. Galino=Fransız, Porni= hayat kadını. Köyde taş evler eskiyi andırsa da yeni yapılan evler de var. Akdeniz’e uzaktan göz kırpan bu köyün sakinleri 1974 öncesinden kalan Kıbrıslıtürkler. Hala aralarında Rumca konuşanlar var. Onlara kulak misafiri olurken garip bir nostaljik hüzün sarıyor insanı. Bir zamanlar nüfusu 900’lere dayanan bu köyde şimdilerde 300 civarı insan yaşıyor.
Köyde eski bir han ilişiyor gözümüze. Babaliki. Biraz da hayranlıkla, 1900’lerin başında yapılan, o dönemlerin otelini incelerken, yaşlı bir teyze yaklaşıyor yanımıza. ‘Yabancısınız?’ diye soruyor. Biz ‘Evet’ diyoruz. ‘Görmediniz o şu gösterirdi akşam televijında bu köyü? ‘Yok görmedik’ diyoruz Kıbrıslının bir başka yüzüne selam verirken. Dudaklarımızda hoş bir gülümseme...
Galloborni’de bir kahvede kahvelerimizi yudumlarken geliyor kurultay haberleri. Hiç oralı olmuyoruz. Zamanda, kültürde ve doğada yolculuğumuz sürüyor.
-Ölüm anına kadar yaşar insan
- Ve hep daha gençtir o andan...
Muhteşem bir dağ yolu ve ona eşlik eden deniz manzarasıyla Karpaz Yarımadası’nın güneyinden dolaşıp ulaşıyoruz bu kez Dipkarpaz (Rizokarpazo) köyüne. Güneş artık batımında selamlamaya başlıyor bizi. Bu kez Kuzey Karpaz sahillerinde.
Gleftiko’yu, bu adanın nostaljik kebabını en güzel kim yapar diye hep tartışıp dururuz ya aramızda. Biz Baflılar, Gleftiko bizimdir desek ve aslında bir çeşit hırsızların kebabı olan bu kebapla öğünsek de Karpazlılar da bu işi biliyor doğrusu. Oralara yolunuz düşerse; ki mutlaka düşürün derim. Bir durak yapın Yeşilköy’de ve artık Gleftiko değilse bile patatesli muhteşem küp kebabından tadın derim.
Telefonumuza düşen Güney Kıbrıs seçim sonuçları için de pek tınmıyoruz.
Dedim ya; Yakın’a da gidebiliriz. Biraz istek, biraz da zahmet ister sadece...