Kritya adasında babasından kalma harika manzaralı bir mekânı dil okuluna dönüştüren arkadaşım Mihalis Türkiye ve Yunanistan’dan karşılıklı dil öğrenmek isteyenleri, özellikle gençleri bir araya getirip bir barış projesi yapmayı planladığı günlerde iki gence dair izlenimini anlatmıştı. “Neden bu projeye katılmak istiyorsun?” sorusunu gençlerden biri “CV’me yazmak için”, diğeri ise “Dünya değişsin istiyorum” diye yanıtlamış. Bir projeye dair tutum söz konusu olduğunda böyle iki ya da daha çok tip insan var işte. Aslında en tehlikelisi böyle açık açık ifade etmeyip kendi bencil amaçlarını zekice gizleyenler. Yani öylesi daha uygun göründüğü için dünyayı değiştirmekten söz edip aslında kendi hanelerine bir şeyler katmaya çalışanlar.
Bir zamanlar kendimi bir PR dünyası içinde bulduğumu hatırlıyorum. Dürüstlüğümün kıyasıya eleştirildiği, maske takmaya zorlandığım yıllardı bunlar. Kendini pazarlamak da önemli bir beceridir. Bunu yapmayı denesem de başaramazdım zaten. Sanki konuşan ben değilmişim, içime bir başkası girmiş de onun sesiyle konuşuyormuşum gibi gelirdi.
Kendin olmana izin verilmeyen, kendin olursan çok kötü cezalandırılacağın, fena halde marjinalize hatta linç edilebileceğin ortamlar vardır. Ne kadar sakınsan da bazen ortasında buluverirsin kendini. Hayatımın bir döneminde böylesi ortamların dışında kalma kararı almış ve her türlü resmi, geleneksel ve ailevi bağla arama bir mesafe koymaya çalışmıştım. Bunu her durumda başarmak mümkün olmuyor, bazen mecbur kalıyorsun ne yazık ki… Birilerini kırmamak, beklentisi olanları düş kırıklığına uğratmamak, önyargılı bakışı provoke etmemek, kibirli görünmemek için katlanmaya çalışıyorsun… Bazen de bir biçimde hiç de sana göre olmayan bir ortama mahkûm buluveriyorsun kendini. Böylesi kâbusları yaşadıktan sonra birden özgürlüğümün değerini, kendime seçtiğim hayatın ve çevrenin ne kadar kıymetli olduğunu anlıyorum. Böylesi ortamların içindeyken aslında dışardan biri olarak iki yüzlülüğü, yalan tiyatrosunu daha iyi gözlemleyebiliyorum. Pek çok iyi niyetli insanın güvenlik duygusu adına özgürlüklerinden nasıl vaz geçtiklerini görmek içimi parçalıyor. Aileler bir biçimde esir alıyor insanı. Bu kutsallaştırılmış kurum aslında boğucu bir tür esaretin temelini oluşturabiliyor.
Öylesi ortamlar var ki oralarda kimliğine dair bütün artılar sıfırlanıyor, hayatta başarı hanene yazılı bütün doneler karşıdaki için bir anlam ifade etmiyor. Banka hesabın, malın mülkün kişiliğinden, entelektüel birikiminden, hayata yaptığın katkılardan daha önemli hale geliyor. Hele de kadınsan bir evlilik içinde olmaman statünü iyice düşürüyor. Sevgisiz ve gerilimli ilişkilerini bir tiyatro ile gizleyenler seni hiyerarşinin alt basamaklarına yerleştiriyorlar. Başkalarının seçtiği hayat biçimlerinin dışında olduğun için sana nasıl davranacaklarını bilemiyorlar. Hasbelkader düştüğün o ortamda ne yapacağını bilemiyorsun. Yalan tiyatrosunun repliklerinden kaçmak için dilsizleşiyorsun. Senin dilin onlara yabancı bir dil gibi geliyor ve anlamıyorlar zaten. Bu yaban halin korkuyu ve dolayısıyla nefreti körükleyebiliyor. Kılığın, kıyafetin, beden dilin, sana dair her şey o tablonun içinde eğreti duruyor. Bir başka ortamda seni parlatacak niteliklerin hiçbir anlam ifade etmiyor.
Bir zamanlar benimle çok farklı kulvarlarda olan insanlarla iyi iletişim kurmayı başardığımı sanırdım. Şimdi anlıyorum ki bu yalnızca kısa süreli, karşılıklı katlanılabilir bir süre için geçerliymiş. Bir antropolog bakışını koruyup başkalarının hayatlarına misafir olabildiğin sürece pek de sorun olmuyor kuşkusuz. Bu da hayatın bir yanı deyip geçiverirsin. Sorun senden çok farklı hayatlar içinde olanlarla sürekli ilişkilenmek durumunda kalmakta.
Geçmişte, eğer böyle bir ortama mahkumsam onu daha katlanılır kılmak için bazı çareler düşünürdüm. Benimle çok farklı dünyalara ait insanlara sevgiyle yaklaşmak, farklılığıma rağmen beni kabul etmeleri için şirinleşmek gibi yöntemler bir miktar işe yarardı sadece. İnsanlar özünde iyidir ve şu an bulundukları konum daha çok da sistemin onlara verdiği bir biçimdir diye romantik bir bakışım vardı.
Bir keresinde bir ilişkim konusunda dedikodu yapmaya perende alan birkaç kadının yanına yaklaşıp
“Kızlar, sizinle paylaşmak istediğim bir şey var. Dün gece neler oldu bir bilseniz?” diye kendime sırdaş yapmıştım. Abartılı ve yalan yanlış bir hikâyeye evrilebilecek dedikodu malzemesi bir arkadaş sırrına dönüşüvermişti böylece.
Ne olursa olsun kendin olmak. Hayattaki duruşunu gururla taşımak, en önce kendine sonra da başkalarına karşı dürüst olmak benim şiarım. Senden farklı olanlar aslında hayatına zenginlik katan birer armağandırlar. Kötülük, ırkçılık ve ayrımcılık yapanlara dahi bazen bir ayna tutmak mümkün olabilir.
Sen kendini kabul ettirmek için eğilip bükülmezsen o dimdik duruşuna gelebilecek kabul, gerçekten sen olana gelecektir. Ödül törenine bile pek çokları bir maske ile çıkıyorlar. Unutma bunu.