Ne demişti Anastasiadis?
“İletişim saçmalığı”…
Tam da o!..
Mustafa Akıncı’nın “KKTC Cumhurbaşkanlığı” makamına seçilmesiyle ilginç bir PR çalışmasının içerisinde bulduk kendimizi…
“Ha oldu, ha olacak, ha bitti, ha bitecek”…
Akıncı’nın emriyle mi, başka bir ekip işi mi bilmem…
Ama bu ekibin medyadaki eliyle de öylesine bir ortam yaratıldı ki Akıncı’yı eleştirmenin “çözüm karşıtlığı-barış düşmanlığı” sayıldığı günler yaşadık…
Şimdi yine yeni bir reklam kampanyasının içindeyiz, bu kez adı “kahraman lider”…
Ta en başından beri aynı şeyi yazdım:
BM’nin kontrolündeki “liderler arası” süreç bir barış süreci değil!
Bu tespitimi sadece Akıncı-Anastasiadis süreci için yapmadım.
Diğer liderler arası süreçler de böyleydi!
İki liderin ağzına bırakılmış, iki dudak arasında, kağıt üzerinde barışın inşa edileceğine inandık, ya da inandırıldık.
Aslında bu sürecin bir ‘barış süreci’ olması gerekiyordu…
Yapılacaklar da belliydi…
“Güven yaratıcı önlemler” diye isimlendirilen konularda ciddi, sonuç alıcı kararlara ve iradeye ihtiyaç vardı.
Yeni barikatlar açılmalıydı…
Şehirler askersizleştirilmeliydi.
Sigorta sorunu çözülmeliydi.
Telefonlar iki tarafta da kullanılabilmeliydi.
Elektrikte sistemler bir birine bağlanmalıydı.
Milliyetçi unsurlar iki taraftan da temizlenmeliydi.
İki toplumun ortak olacağı mini ortak alanlar yaratılmalıydı.
Belki ilerleyen bir adımla, Maraş ve Lefkoşa Uluslar arası Havaalanı konuşulmalıydı…
Olmadı… Hiçbiri tam anlamıyla yapılmadı.
Israrla süreç iki liderin elinde bırakıldı.
“Derinya Kapısı” sivil toplum tarafından gündeme getirildiğinde, bizim liderlik ağır aksak ilerleyince, lafını askere geçiremeyince “irade lazım, var mı” diye sormuştum.
Aman Tanrım!
Dedim ya Akıncı’yı eleştirmek çözüm karşıtlığı-barış düşmanlığı”ydı…
Kızan çok oldu…
E şimdi ne oldu dostlar?
***
Annan Planı travmasının ardından Mehmet Ali Talat’ın uğraşları sonucu Eylül 2008’de Papadopulos-Talat görüşmeleriyle başlayan, Derviş Eroğlu’nun 11 Şubat 2014 Belgesi’ne imza atmasıyla ivme kazanan, Akıncı’nın da hazır bulduğu süreç yerle bir oldu, öyle mi?
Geçen senelerde Akıncı’nın “20 Temmuz” konuşmasını dinledim ve yeniden irkilmiştim.
Geleceğe dair umutsuzluk, hep güneyi suçlayan bir ruh hali, “Biz yaptık, onlar yapmadı” şiiri…
Şimdi yine hem Rumlarla kavgalı, hem de TC liderliği ile atışarak seçim propagandası çizen bir lider var karşımızda.
İyi de bizim ihtiyacımız HERKESLE KAVGALI bir lider mi?
Rumlar şöyle, Türkiye böyle?
Peki biz? Biz ne yaptık başkan?
İyi de Sayın Başkan, müzakerelerin en kritik anlarında “KKTC ile yola devam ederiz” demek görüşme masasına dinamit koymak değil miydi Allah aşkına?
Bir yandan birleşmeyi konuşurken diğer yandan “sığınacak liman” açıklamak neyin nesiydi?
Şimdi de “her şeyi görüşelim” ne demektir?
Eğer süreçle birlikte ‘karşılıklı güven’ de yerle bir olduysa bunda sizin de katkınız vardır Sayın Başkan, hiç kusura bakmayın!
Kıbrıs Rum halkının hassasiyetlerini gözetmediniz.
Anastasiadis de Kıbrıs Türk halkınınkileri gözetmedi.
BM süreci sizi masa başında son ana getirdi belki ama son mili yürümediniz.
Şimdi tam da tahmin ettiğimiz gibi laf dalaşı ile seçim stratejisi yürütmeye koyuldunuz.
Biz çözüme yürüyecek başkan istiyoruz, seçime yürümek yerine…
Ve adada barışı dileyenler bu ayrımdadır şimdi.
Ya çatışma dili ile “Türkiye’ye (laf ola) kafa tutan adamı” omuzlarımızda taşıyacağız, KKTC Cumhurbaşkanı olsun diye…
Ya da diyalog ve uzlaşı yolları ile hem Kıbrıs Rum liderliği, hem Türkiye hem de dünya ile iletişimi kuracak birini seçeceğiz.
Sahte kahraman arıyorsanız o kendini gösterdi.
Eğer parçası olmak istiyorsanız, buyurun seçim komitesine…
Ha çözüm ve uzlaşı arıyorsanız eğer, kendiniz bir yol açın, zira işaret edilen yol herkesle sahte kavgadan başka işe yaramaz.