Yalandan devlet!

Serhat İncirli

Sene 1974...

Temmuz’un 20’si...

Sabahın erken saatleri...

I Phone telefonumdan haberleri dinliyorum!

Mevzideyim!

Bir elimde Sovyet yapımı RPG7 roketatar, öteki elimde yine Sovyet imalatı Kalaşnikof, diğer elimde de söylediğim gibi I Phone 16 telefon, kulağım onda!

-*-*-

“Türk Silahlı Kuvvetleri Girne’ye çıkarma yaptı” diyor spiker...

Mevzide üç kişiyiz...

Ben, komando çavuş Ersin ve komando onbaşı Ünal...

Sevinçten ağlamaya başlıyoruz, bu arada mavzide sıkılmayalım diye zaman zaman Facebook’a girdiğimiz bir laptop var, düşürüp kırıyoruz!

Sevinçten havalara sekiyoruz!

-*-*-

Derken, üçümüz bir birimize sarılarak mevzinin üzerine çıkıyoruz!

Ersin, yaklaşık 31 metre mesafedeki düşman mevzisine dönüyor ve bağırarak, “Ela re dagadagada” gibi bir ifade kullanıyor!

Anlamıyoruz ne demek istediğini ama el, kol ve bel hareketlerinden, cinsel temalı bir mesaj vermeye çalıştığı yargısına varmak zor olmuyor!

-*-*-

Ünal’ın telefonu Samsung!

Gözünde Ray Ban gözlücükler!

Bu inanılmaz anı görüntülüyor!

-*-*-

Derken, yan mevzide Hakan var...

Hem milliyetçi, hem doktor, hem kahraman bir asker...

Yaşasın Kuzey Kıbrıs Türkiye Cumhuriyeti diye bağırıyor!

Sağ tarafa bakıyorum, Erhan diye bir kardeşimiz, bir elinde akıllı telefonu, öteki elinde bir değnek, üstü çıplak vaziyette “Allah Allah” diye bağırıp, düşman mevzisine saldırıyor, bir düşmanı, sopayla başına başına vurarak...

-*-*-

Neyse!

Türkiye Ada’ya Girne’den çıkarma yaptı ya; sevincimiz dorukta...

Bir an acıktığımız aklımıza geliyor...

Ersin hemen denize dalıyor...

Ağzında komando bıçağı, beş dakika suyun altında yüzüyor, sonra en az 5 okkalık bir orfo çıkarıyor!

Ünal pişiriyor, bütün bölük tabii ki balığın hepsini bölüşemez!

İçkale diye bir kebapçı var arka tarafta, Ali Murat diye de bir garson arkadaş...

Arıyoruz hemen I phone ile ve sipariş veriyoruz!

10 Adana kebap!

İki porsiyon da Şef Ali’nin kebabından!

Şalgam da istiyoruz!

-*-*-

Ne zor günlerdi!

Ben, Ersin, Ünal...

Sene 1974...

Kanlı günler...

Bir akşam yine nöbetteyiz...

Netflix’te seksi sahneler de içeren bir dizi var...

O’nu izliyoruz...

Bir ayak sesi...

Ünal’ın yeni I Pad’ının sesini kapatıyoruz...

Telsim’in wi-fi router ışıklarını dahi söndürüyoruz...

Elektrik o zamanlarda bedava ama yine de hem tasarruf hem de gizlenme maksadı kafamıza hasıl oluyor!

-*-*-

Ersin, sürünerek dışarı çıkıyor, ayak sesine yöneliyor, az sonra bir bakıyoruz ki iki suikastçi düşmanı yakalamış, tokatlayarak mevziye doğru geliyor...

Bir tanesine elinin tersiyle öyle bir vuruyor ki, adamın dişleri kırıllıyor falan...

-*-*-

Derken efendim, gel zaman git zaman, sene 2022...

Ekim ayı...

Devletimiz Kuzey Kıbrıs Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Lefkoşe’deki İçişleri Bakanlığımız, muhterem bakanlar kurulumuz, 1983 – Kilis doğumlu bir kardeşimize, 1974 Barış Harekatı’na katıldığı gerekçesiyle KKTC VATANDAŞLIĞI verildiğini, Resmi Gazete’de yayınlayarak duyuruyor!

Doktor Hakan da diyor ki, “... KKTC’nin tanınmasını desteklemeyenler, asla yönetmeye de talip olmamalıdır...”

Ama 1983 doğumlu Kilisli kardeşe 1974 savaşında gösterdiği üstün başarılardan dolayı vatandaşlık verenler olmalıdır!

-*-*-

“Brüyoooo be satılmışlar, yalancılar” diyecektim; vaz geçtim!

Çünkü ben de 1974’te 7 yaşındaydım...

Ersin zaten buralarda değildi...

Ünal’ı bilmem...

Hakan 10 yaşındaydı...

Erhan’a ise “Kıbrıs” dediklerinde, “O ne ki?” diye soruyordu!

Hellim Peyniri canım, Hellim Peyniri! 

-*-*-

1983 doğumlu adama, 2022 yılında, 1974 yılındaki savaşta gösterdiği üstün başarılar nedeniyle vatandaşlık verilen ülkeye Kuzey Kıbrıs Türkiye Cumhuriyeti denir!

Ve bu “cumhuriyet” sadece bir “yalan”dır!

Psefto Gratos!

-*-*-

Gerçekten, öyle azıcık da olsa utanıyor musnuz?

Yoksa hiç mi?


Ya şehitlerimiz bu günleri görseydi?

Ülkemiz sporunun önemli isimlerinden Salahi Uçkan hocam, Gündem Kıbrıs Web Tv’de Gizem Özgeç’in programına katıldı...

“Babam iyi ki bu günleri görmedi” dedi...

-*-*-

Bu günler?

Anlatmama gerek yok...

-*-*-

Salahi Uçkan, Şehit Şevket Kadir’in oğludur...

Peki Şehit Şevket Kadir kimdir?

-*-*-

Kısaca anlatalım...

İbrahim Nidai ve Şevket Kadir, Lapta’da yaşam süren Kıbrıslı Türklerin 1958’den sonra başlayan sıkıntılı günlerdeki komutanlarıdır...

21 Aralık 1963’te toplumlararası çatışmalar başlar...

İbrahim Nidai’nin sevgili eşinin yıllar sonra Londra’da bana anlattıklarına göre, İbrahim Nidai, o günlerde yeni doğan üç çocuğunun en küçüğü olan kızları için ilaç almaya, Girne’ye gitmek zorundadır...

Aynı zamanda, bir de etrafı kolaçan edecektir...

“Gitme, durum kritik ve tehlikeli” denmesine rağmen yola çıkar...

Şevket Kadir de O’nu yalınız bırakmak istemez...

-*-*-

Girne’ye giderler, dönerken Ayorgi yakınlarında Rum faşistler her ikisini de otomobilin içinde vurup öldürür.

Otomobili de iterek bir kireç ocağına atarlar...

Kayıp iki şehit, tam 53 yıl sonra bulunur...

Ve toprağa verilir...

-*-*-

İbrahim Nidai’nin Elyeli eşi biri bebek, diğerleri biraz büyük üç çocuğuyla İngiltere’ye kaçar...

O güzel kadının çektiği acıları, kendisine neler yaşatıldığını, Londra’da Stoke Newington’da, bir kuru temizleme dükkanında dinlemiş ve hem kendimden, hem de bize “milli mücadele” diye yutturulan hikayeden nefret etmiştim!

-*-*-

Şimdi, öteki şehidin, Şevket Kadir’in oğlu Salahi Uçkan hocamızın “babam bugünleri görseydi, kahrından ölürdü, onuruyla şehit oldu” sözleri, bana çok acı geldi!

Tüm Kıbrıs Türk ahalisine soruyorum; size acı gelmiyor mu?


Sweatshirt ile KKTC’yi tanıtmak mı? Bence her hangi bir giyecek ile KKTC’yi tanıtacaksak, en uygunu bu olmalı diye düşünmekteyim!