“Kayıp” yakını, barış aktivisti Dimitris Hacıdimitriu, “İçindeki Kurşun” filmini izleyip yazdı
Bugünlerde Kıbrıs’ın güneyinde gösterime giren, bir Kıbrıslırum “kayıp”la ilgili “İçindeki Kurşun” (“The Bullet Within”) filmini izleyen, “kayıp” yakını, barış aktivisti Dimitris Hacıdimitriu, düşüncelerini kaleme aldı.
Dimitris Hacıdimitriu, bu filmle ilgili olarak “Yalnızca Kıbrıslırumlar’ın trajedisini göstermek, öteki tarafın düşman olarak algılanmasına yol açabilir… Ancak milliyetçi nefreti aşabilirsek, geleceğe doğru yol alabiliriz” diye yazdı.
Dimitris Hacıdimitriu’nun yazısı şöyle:
“Yakın geçmişte “İçindeki Kurşun” başlıklı bir saatlik filmi izledim, bu film “kayıp” babasından geride kalanlar bulunduğu zaman bir oğlun bununla nasıl başa çıktığını anlatıyor. Babasız büyümenin duygusal travmalarını, annesinden, ninesinden, amcalarından, ailenin arkadaşlarınından babasıyla ilgili bir şeyler öğrenmesini anlatıyor. Filmde oğul, neler olduğunu ve neden böyle olduğunu da anlamaya çalışıyor.
Bu, her iki toplumdan yakınlarını 1963’ten 1974’e kadar “kaybetmiş” binlerce Kıbrıslı’nın deneyimidir. Film, pek çok “kayıp” yakınının hissettiği ve paylaştığı duyguları ele alıyor. Bu bağlamda film, babasız büyüyen bir oğlun acısını ve yetişkinlik günlerinde babasının bir savaş esiri olarak soğukkanlılıkla nasıl infaz edilmiş olduğunu öğrendiği zaman yaşadıklarını anlatıyor ve oldukça etkileyici ve duygusal bir film. Kıbrıs’ta böylesi insanlık dışı suçlar işlenmiştir ve her iki toplumdan pek çok masum insanın nasıl öldürülmüş oldukları da çok iyi bilinmektedir.
Böylesi duygusal konuları güzel biçimde ele alan filmin, tek bir büyük kusuru vardır. Filmde 1974’te 1619 Kıbrıslırum’un “kayıp” edildiğine birkaç kez vurgu yapıyor ancak Kıbrıslıtürk toplumunun da “kayıpları” olduğundan hiç söz etmiyor. Aslında Kıbrıslıtürkler “kayıplar” konusunda, Kıbrıslırumlar’dan on yıl daha fazla acı çekmişlerdir ve nüfuslarına oranla, Kıbrıslırumlar’dan daha fazla “kayıpları” vardır.
Yalnızca Kıbrıslırumlar’ın trajedisini göstermek, seyircilerin öteki tarafı düşman olarak algılamaları tehlikesini içerir. Gerçekten de her iki toplumdaki egemen sınıf, milliyetçi propagandalarıyla tam da bunu söylüyorlar: “Öteki taraf suçludur”, “bizim kurbanlarımıza bakınız…”
Buna yanıt olarak kurbanların ezici çoğunluğunun sade yurttaşlar olduğunu onlara göstermeliyiz ve iki sloganımız olmalıdır: “Ortak acımız bizi birleştiriyor” ve “Bir daha asla!”
Ancak milliyetçi nefreti aşabildiğimiz oranda ilerleyebiliriz…”
(Dimitris Hacıdimitriu’nun yazısını Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ – 23.10.2018)
Dünyanın en yaşlı izcisi vefat etti…
Dünyanın en yaşlı izcisi, Artin Anmahuni önceki gün vefat etti. Kıbrıs’ta izcilikte öncü olan, çok kültürlü futbol liglerinde etkili olmuş olan Kıbrıslıermeni Artin Anmahuni, Mine Balman ve Besim Baysal’ın Kıbrıslıermeniler’le Kıbrıslıtürkler’in ilişkilerini ve özellikle Kıbrıslıermeniler’in 1963’te yaşadıkları acıları anlattıkları “Birlikte” belgeselinde de kendisinin ve ailesinin öyküsünü aktarmıştı.
Artin Anmahuni, “Birlikte” belgeselinin Dayanışma Evi’nde yapılan tanıtımında da Türkçe olarak bir konuşma yaparak, adada barış çağrısında bulunmuştu…
Artin Anmahuni için bugün saat 14.00’te Lefkoşa’da Surp Asdvadzadzin Kilisesi’nde cenaze töreni yapılacağı açıklandı. Kıbrıslıermeni toplumunun ve ailesinin acısını paylaşıyoruz…
GEÇMİŞLE YÜZLEŞME KONUSUNDA DÜNYADA NELER YAPILIYOR?
“Dizi film: Babylon Berlin - Hitler karanlığına doğru Almanya…”
Yetvart Danzikyan
Berlin. Yıl, 1929. Birinci Dünya Savaşı Almanya’nın mağlubiyetiyle bitmiş, ülke 11 yıldır cumhuriyet rejiminde, ama tablo karmakarışık. Bir yandan, ordu ve devlet içinde güçlü bir kesim, eski imparatorluğu geri getirmek istiyor. Bir yandan, birkaç yıl sonra iktidara gelecek olan Nasyonal Sosyalistler faaliyetlerini hızlandırmış vaziyette. Bir yandan ülkede devrim yapmak isteyen komünistler ve artık Sovyetler Birliği’nin gözünde sakıncalı olan Troçkistler. Bir yandan da mafya. Ve tüm o fakirlik içinde, dizginsiz bir eğlence hayatı.
Bütün bu hengâme içinde Köln’den Berlin’e gelen bir polis. Gereon Rath.
Dijital platformların son aylardaki yeni gözdesi ‘Babylon Berlin’ dizisinden bahsediyorum. Türkiye’de Blu TV’de yayınlanan dizi, siyasi polisiye türünün çok başarılı örneklerinden. Diziye ilham veren kitap ise Volker Kutsher’in, Türkçede ‘Islak Balık’ ismiyle yayınlanan polisiye romanı (çev. Cem Sey, İletişim Yay.).
Kahramanımız Gereon Rath, kıramayacağı bir bürokratın bulaştığı seks skandalını/şantajını çözmek için geldiği Köln’de kendini az önce tarif etmeye çalıştığımız karanlık atmosferin içinde bulur. Güvenilmez ortağı/düşmanı Bruno Wolter (Peter Kurth), polis olmak isteyen ve Berlin’in gece hayatını çok iyi bilen Charlote Ritter (Liv Lisa Fries) diğer başrolleri paylaşan ve olay örgüsünün tam ortasında yer alan karakterler.
Rath söz konusu şantajı çözmek isterken, yavaş yavaş imparatorluk dönemini geri getirmeye çalışan eski ve yeni askerlerin komplosuna, Sovyet rejiminin Berlin’deki Troçkist avına, Köln’de geride bıraktığı ama peşini bırakmayan karmaşık ve karanlık aile ilişkilerine, 1929 Berlini’nin gece hayatına, bu gece hayatını yönlendiren ‘Ermeni’ lakaplı mafya liderinin siyasi ve ticari hamlelerinin yarattığı olaylar zincirine dalacaktır ister istemez. Ve tüm bu grupların peşinde olduğu, SSCB’den Almanya’ya gelen bir trende bulunan bir vagon altın.
‘Run Lola’ ve ‘Koku’ filmlerinin yönetmeni olarak tanıdığımız Tom Tykwer’in Henk Handloegten ve Achim von Borries (ki ikisini de ‘Elveda Lenin’in senaristi olarak biliyoruz) ile birlikte hayata geçirdiği dizi, son dönemin en pahalı Alman yapımlarından. Ancak bu bütçenin hakkını verdiklerini söylemek lazım. 1929’un Berlin’i neredeyse baştan yaratılmış ve kostümlerle, diğer küçük ayrıntılarla dönemin havası ustaca yansıtılmış.
Faşizme doğru Almanya
Bu karmaşık ama sürükleyici ilişkiler ve olaylar zinciri içinde elbette Almanya’nın yavaş yavaş nasıl Nazi karanlığına doğru ilerlediğini görmek, sezmek de mümkün. Bilhassa yüksek bürokraside Yahudilere karşı başlatılan ırkçılık, olayların kurgusu içinde ustaca yansıtılıyor. Keza birkaç yıl sonra yerini Nazi rejimine bırakacak olan sistemin güçsüzlüğü, tıkanıklığı, güçlü aktörlerin bu sistemin altını nasıl oyduğu da arka planda resmediliyor. Faşizmin bir günde gökten zembille inmediğini, içinde serpildiği ‘yapı’nın nasıl yaratıldığını da, diziyi dikkatli bir gözle izleyenler göreceklerdir.
Karanlık bir karakter: Rath
Tüm bunların ortasındaki kahramanımız Gereon Rath ise üzerinde hüküm vermenin zor olduğu bir karakter. Volker Bruch’un başarıyla canlandırdığı, başlarda ‘iyi adam’ olan Rath’ın aile yaşamında karanlık yönleri olduğunu öğreniyoruz. Ağabeyinin karısına âşıktır, ağabeyi ile birlikte Birinci Dünya Savaşı’na giderler, orada ne olup bittiğini tam olarak bilemeyiz ancak ağabeyi kayıtlara ‘kayıp’ olarak geçer ve Gereon da savaştan döndüğünde ağabeyinin karısı ile aşk yaşamaya başlar.
Rath, Berlin polisinin 1 Mayıs cinayetlerinin üzerini kapamasına da yardımcı olacaktır. Beri yandan, sadece bunlarla de tarif edemeyiz dizinin kahramanını. Siyasi olarak ‘karanlık güçler’in hâkimiyeti ele geçirmemesi için elinden geleni yapacak, ordunun ve polisin dönemin Alman Anayasası’na bağlı kalmasını, yani yasadışı biçimde silahlanmamasını sağlamak için çoğu zaman hayatını tehlikeye atacaktır.
Son dönemin en başarılı işlerinden biri ‘Babylon Berlin’. Gerek olay kurgusu, gerek anlatılan dönemin ilginçliği, gerek dönemi tüm boyutlarıyla yansıtan prodüksiyonu ile, iyi bir diziye rastlamanın çok zor olduğu şu dönemde kendi adıma tavsiye ederim.
(AGOS – Yetvart DANZİGYAN – 22.10.2018)