İbrahim Ayberk
ibrahimayberk11@gmail.com
12 yıl önce, henüz yeni kurulmuş bir partiyken, iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), birçok çalışmaya ilham kaynağı olmuştur. Şüphesiz, AKP’yi bu kadar iştah kabartıcı bir çalışma alanı yapan unsur kurulduğu günden beri, her şeye rağmen, girdiği her seçimden oylarını arttırarak ve daha da güçlenerek çıkması olmuştur. ‘Her şeye rağmen’ yorumunu biraz açmak gerekirse, süregelen AKP döneminde Türkiye birçok felakete (Bursa maden ocağı kazası ve Zonguldak grizu patlaması gibi) ve skandala (17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturması ile yargı ve polis teşkilatı içindeki çeteleşme iddiaları gibi) sahne olurken, AKP iktidarı bu olumsuzlukların etkilerinden kendisini başarıyla kurtarmayı başarmıştır. Pek tabii ki akıllara hemen “AKP iktidarı bunu nasıl başarıyor?” sorusu gelmektedir. Bu soruya cevap mahiyetinde birçok fikir üretilse de bunlardan iki tanesi ön plana çıkmaktadır. Bunlardan bir tanesi İlhan Uzgel’in de savunduğu gibi, AKP iktidarının kendisini her olaydan mağdur çıkartabilme kabiliyetidir (İlhan Uzgel, “AKP: Neoliberal Dönüşümün Yeni Aktörü”, İlhan Uzgel ve Bülent Duru (der.), AKP Kitabı: Bir Dönüşümün Bilançosu, 2.B., Ankara, Phoenix Yayınevi, 2010, s. 11-39). Bunun için de AKP iktidarı sürekli olarak, özellikle de kendisini köşeye sıkıştıran olayların akabinde, bir düşman ile amansız bir mücadele içinde olduğu algısını var gücüyle toplum üzerinde yaratmaya çalışmaktadır. Burada önemli olan nokta ise şudur; bu düşmanlar Deniz Yıldırım’ın da ifade ettiği üzere görünmeyen düşmanlardır (Deniz Yıldırım, “AKP ve Neoliberal Popülizm”, İlhan Uzgel ve Bülent Duru (der.), AKP Kitabı: Bir Dönüşümün Bilançosu, 2.B., Ankara, Phoenix Yayınevi, 2010, s. 66-107). Diğer bir deyişle, hayali/yaratılan düşmanlardır (Tıpkı robot ve faiz lobileri gibi). Buna ek olarak da AKP iktidarı, Türkiye toplumu için ‘kutsal’ olan aile kavramını ve din kurumunu çok başarılı bir şekilde araç olarak kullanabilmektedir ve bu sayede her türlü olumsuzluğun üstünü örtebilmekte ve hegemonyasını devam ettirebilmektedir.
Hatırlanacağı üzere, Eylül ayında TC Başbakanı Ahmet Davutoğlu KKTC’yi ziyaret ederek çeşitli temaslarda bulunmuştu. Fakat, bu ziyaretin belki de en ilginç olayını, Ahmet Davutoğlu’nun Kuzey Kıbrıs’ta askerliğini yapmakta olan ve bekâr olduğunu öğrendiği asker Ali Arslan’ın babasını telefonla araması oluşturmuştur. Telefon görüşmesi sırasında Davutoğlu askerin babasına, “Ali’nin daha yavuklusu yok, nişanlısı yok, evli değil” diyerek hayırlı bir kısmet bakma teklifinde bulunmuştu (Milliyet, 17 Eylül 2014). Keza, bu olaydan sadece birkaç hafta sonra, Ahmet Davutoğlu benzer bir telefon görüşmesini bu kez yine bekâr olduğunu öğrendiği bir polis memurunun babası ile yapacak ve aynı nasihatlerde bulunacaktır (Hürriyet, 5 Ekim 2014). Bu görüşmeler çeşitli çevreler tarafından çok samimi ve babacan bulunurken, ana akım medyada “Askere yapılan bir jest” ve “Başbakan’dan sürpriz telefon” olarak nitelendirilmiş ve Davutoğlu’na methiyeler düzülmüştür. Fakat, birçok benzer söylemi bir araya getirdiğimizde bu olayların aslında sadece masum birer telefon görüşmesinden ibaret olmadığını iddia edebiliriz. Daha açıklayıcı olmak gerekirse, hem Davutoğlu’nun yaptığı telefon görüşmeleri hem de Taner Yıldız’ın ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın yakın dönemde bekârlığı/yalnızlığı hedef alan söylemleri/görselleri ve başlattıkları mücadele göz önüne alındığında, bu söylemlerin ve aktivitelerin belirli bir amaç doğrultusunda yapıldığını açıkça görebilmekteyiz. Yani AKP, durduk yere bekârlığa/yalnızlığa karşı bir mücadele başlatarak yalnızlığı/bekârlığı bir ucube olarak gösterme ve bunu halka dayatma gayretine girişmemiştir.
Bu amaca değinmeden önce Taner Yıldız’ın enteresan söylemi ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın hiçbir kaynak göstermeyerek yayınladığı, başka bir mesaj vermeyi amaçlayıp başka bir olguyu kritik eden görseli hakkında bilgi vermek elzemdir. 2011 yılında verdiği bir röportajda, halen TC Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı görevini sürdürmekte olan Taner Yıldız, bekârlığı ve nükleer santralleri karşılaştırıp bekârlığın nükleerden daha tehlikeli olduğu çıkarımını yapmıştır (Hürriyet, 6 Nisan 2011). AKP Sakarya Milletvekili Ayşenur İslam’ın bakanlığını yaptığı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ise, yalnızlığa/bekârlığa karşı başlattığı mücadele doğrultusunda aslen tüketim çılgınlığını eleştiren bir görseli, tabir caizse, araklayarak revize etmiş ve yalnızların/bekârların “Yüzde 38 daha fazla ürün, yüzde 42 daha fazla paket, yüzde 55 daha fazla elektrik ve yüzde 61 daha fazla yakıt” tükettiğini iddia etmiştir (Radikal, 13 Eylül 2014). Yani, yalnızların/bekârların AKP’nin korumak için her şeyi göze aldığı (!) çevreye zarar verdiği ve AKP’nin her türlü zorluğa ve engellemelere göğüs gererek “turbo takarak uçurmayı başardığı” ülke ekonomisini (!) adeta birer asalak gibi sömürdüğü argümanı topluma dayatılmaya çalışılmış ve sanki bir “Yalnızlık Lobisi” ile savaş halinde oldukları izlenimi toplumda uyandırılmıştır.
AKP iktidarının savunduğunu iddia ettiği, insan hakları gibi, basın özgürlüğü gibi, sivilleşme gibi birçok konu ile uygulamaya koydukları arasındaki çelişkiler, görmek isteyenler için gayet barizdir. AKP iktidarı tarafından ortaya konulan yalnızlığı/bekârlığı ilgilendiren söylemlerin, görsellerin ve aktivitelerin de AKP’nin 2023 Siyasi Vizyonu belgesindeki devlet tanımıyla (savunduğunu iddia ettiği devlet yapısıyla) ciddi bir çelişki içinde olduğunu belirtmek gerekir. ‘Adalet ve Kalkınma Partisi 2023 Siyasi Vizyonu’ diye adlandırılan belgede devlete yüklenen roller ve belirlenen sınırlar dikkat çekicidir: “Devletin ideolojik bir tercihle kendisini tabulaştırılmış bir alana hapsetmesi, halka ideolojik dayatmada bulunması söz konusu olmamalıdır. Devlet asli fonksiyonlarına çekilmiş, küçük ama dinamik ve etkili bir devlet olmalı; vatandaşını tanımlayan, biçimlendiren, ona tercihler dayatan değil; vatandaşın tanımladığı, denetlediği ve şekillendirdiği bir devlet olarak hizmet etmelidir” (AKP 2023 Siyasi Vizyonu, Adalet ve Kalkınma Partisi resmi internet sitesi). Halbuki, Galip Yalman’ın da açıkça belirttiği gibi, AKP iktidarı yukarda belirtilen ve benimsediğini ileri sürdüğü devlet anlayışının tam tersine “dayatmacı ve otoriter bir iktidar zihniyetiyle” hareket etmektedir (Galip Yalman, “AKP İktidarında Söylem ve Siyaset: Neyin Krizi?”, Simten Coşar ve Gamze Yücesan-Özdemir (der.), İktidarın Şiddeti: AKP’li Yıllar, Neoliberalizm ve İslamcı Politikalar, İstanbul, Metis Yayınevi, 2014, s. 23-46) ve topluma yalnız/bekâr olmamayı, bir an önce, salih ameller olarak belirlenen, evlenip, aile kurmayı dayatmaktadır.
Yukarda da belirttiğim gibi, AKP iktidarı sırasında tezahür eden yalnızlık/bekârlık ile mücadele çabasının ve aile kurma dayatmasının sadece bir rastlantı olduğunu iddia etmek hata olacaktır. Çünkü, Cenk Saraçoğlu’nun “İslami Muhafazakar Milliyetçiliğin Millet Tasarımı: AKP Döneminde Kürt Politikası” isimli makalesinde değindiği üzere, aile kavramının AKP için çok önemli ideolojik bir fonksiyonu vardır ve bu kavramın, din ile birlikte, başarılı politik kullanımı AKP hegemonyasının devamındaki ana yakıt kaynaklarındandır. Aile kavramının başarılı politik kullanımı tüm toplumu aynı değerleri paylaşan, büyük, mutlu bir aile olarak resmeder ve bu sayede toplum içinde var olan her türlü sınıf eşitsizliklerini ve sosyal çatışmaları ketmederek AKP iktidarının hegemonyasını sürdürmesine olanak sağlar (Praksis, No. 26, 2011, s. 31-54).
Ezcümle, yazının önceki kısımlarında konu edilen eylem ve söylemler tek tek ele alındıkları zaman bunlar masum ve önemsiz birer rastlantı gibi görünseler de, bir arada değerlendirildikleri zaman bir amaç doğrultusunda ortaya konulduklarını söylemek mümkündür. AKP iktidarı “Yalnızlık Lobisi” olarak adlandırılabilecek, topluma, çevreye ve ekonomiye son derece zararlı yeni bir hayali/görünmez düşman yaratma gayretine girişmiştir ve bu düşmanla amansız bir mücadele içerisinde olduğu algısını toplum üzerinde yaratma çabasındadır. Benimsediğini iddia ettiği devlet yapısına gayet ters bir dayatmacı zihniyet izleyen AKP iktidarı, topluma bekârlığın/yalnızlığın kötülüğünü ve aile kurmanın kutsallığını dayatmaktadır. Buradaki amaç, aile kavramının ideolojik fonksiyonundan olabildiğince yararlanarak toplumun içinde günden güne artan sınıf eşitsizliklerini ve sosyal çatışmaları ketmederek hegemonyasını sürdürme çabasıdır.