“Tales of Cyprus” yani “Kıbrıs’tan Hikayeler” başlıklı internet sayfasının yaratıcısı, çok değerli araştırmacı-yazar, grafik sanatçısı arkadaşımız, Avustralya’dan Konstantinos Emmanuelle, Yalusalı bir Kıbrıslırum’un ilginç öyküsünü kaleme aldı... Yalusalı Athos Hacıpandeli’nin öyküsünü biz de okurlarımız için Konstantinos Emmanuelle’in yazısından derleyip özetle Türkçeleştirdik. Konstantinos Emmanuelle, bu konuda şöyle yazıyor:
*** Annemle babamın kuşağı hatıralarını ve hayata dair hikayelerini kaleme almadılar ya da kayda geçmediler, daha çok sözlü aktarıma dayandılar... O nedenle sözlü tarih çoğunlukla hatıraların yanılgısına veya bazı verilerin çarpıtılmasının azizliğine uğrayabilir. Zamanın geçmesiyle her bir yeniden anlatımda bazı ince detaylar silikleşebilir (veya abartılabilir bazı şeyler)... Çoğunlukla sözlü tarihin kalitesi, sözlü tarihe ilişkin iletişim yeteneklerine ve öykü anlatıcısının hafızasına bağlıdır. Böylesi bir insan Athos Hacıpandeli’dir. Onu bu yılın başlarında tanıdım ve tam bir usta öykü anlatıcısıdır kendisi... 60 dakika gibi kısa bir süre içerisinde Athos bana ailesine ilişkin pek çok şey anlatabildi...
*** Athos, 1943 senesinin Aralık ayında Yalusa’da (şimdiki adı Yeni Erenköy – S.U.) dünyaya gelmişti. Aile tarihçesini sorunca hızla ve lafı dolandırmadan yanıt verdi. Kendine güveniyordu ve bu konuda sanki de iyi bir pratik yapmış gibiydi...
“Baban ne zaman dünyaya geldi?” diye sordum kendisine.
“Babam Pandeli, 1909 yılında Yalusa’da doğduydu ancak aslında 1911 yılında dünyaya geldi” diyor.
“Ne demek istiyorsun?” diyorum kendisine.
“Eh, hele bir dinle şunu” diyor büyük bir gülüşle... “Ninem İrene (yani babamın annesi), 1909 yılında bir erkek çocuk dünyaya getirmişti, adını da Pandeli koymuştu. Fakat bu bebek çok küçükken vefat etmişti. Babam 1911 yılında dünyaya gelince, ona da Pandeli adını verdi ancak doğum tarihini değiştirmedi, orijinal doğum tarihini öylece bıraktı. Bilirsin, o günlerde insanlar böylesi şeylere pek de aldırmazdı” diyor.
*** Athos’tan babasını biraz daha anlatmasını istiyorum. Şöyle diyor: “Babam 1929 senesinde İngiltere’ye gitmişti. 18 yaşındaydı...”
“Neden Kıbrıs’tan ayrıldığını biliyor musun?” diye araya giriyorum.
“Tabii ki” diyor Athos... “Babası Yannis’le bir arazi üzerinde anlaşmazlığa düşmüştü... Babasının, kardeşleri Nikolas ve Savva’ya aileye ait mirasın çoğunu vermiş olmasından ötürü canı sıkılmıştı... Meğer dedem Yannis, Nikolas ve Savva’nın tembel olduklarını ve içlerinde bir tutku olmadığını söylemiş ve onların mala mülke babamdan çok ihtiyaç duyduklarını söylemiş. Babama demiş ki, “Sen onlardan daha akıllısın ve daha tutkulusun, onlardan çok daha iyi biçimde hayatla başedebilirsin...”
*** “O kadar da adil bir şey değil bu durum” diyorum... “Baban İngiltere’ye seyahatini nasıl ödemişti, anlat bana Athos” diyorum.
“Para biriktirmek için kömür satıyordu. Yaptığı işte buydu... Önce odun topluyor, sonra bunları yakıyor ve kömür yapıyordu ki kömürleri satabilsin. Ayrıca yerel çiftçilere de hasat zamanı yardım ederek birkaç şilin kazanıyordu...”
*** “Baban İngiltere’de ne yapmıştı?” diye soruyorum ve Athos şöyle diyor: “Benim babam Pandeli, çok tutkulu ve çok çalışkan bir insandı. Londra’ya 1929 civarı varır varmaz, bir İtalyan kadının sahibi olduğu bir lokantada, mutfakta yardımcı olarak iş bulmuştu. Ne yazık ki bu kadın kumar oynamayı çok seviyordu ve haftalık kazançları haftasonu boyunca çoğunlukla at yarışlarında harcıyordu. Böylece Pazartesi günü lokantaya yiyecek alacak tek kuruşu kalmıyordu, zavallı babam da ona kendi parasından ödünç para vermek zorunda kalıyordu... Çok şükür 1930’lu yıllarda babam artık Savoy Oteli’nde çalışmaya gitmişti...”
*** “Vay!” diye bağırıyorum, “Savoy Oteli, çok prestijli bir otel ve tam da Londra’nın merkezindedir” diyorum...
“Evet, doğrudur bu” diyor Athos... “Başlangıçta mutfakta yardımcı olarak işstihdam edilmişti, sonra hızla basamakları tırmanarak birkaç yıl içerisinde Birinci Şef (“Ahçıbaşı”) olmuştu. Sonraları ben Yalusa’da büyürken, babamın çok ilginç yemekler pişirdiğini ve Savoy’da kendisine ilginç şeflerin alıştırdığı gibi tavadan havaya doğru yiyecekleri fırlatıp çevirdiğini falan hatırlıyorum...”
*** “Athos, babanın Londra’daki Savoy’daki deneyiminin köyde yemek yaparken kendisini etkilemiş olduğunu mu söylemek istiyorsun?” diye soruyorum. “Evet” diyor Athos. “Geleneksel Kıbrıs yemeklerini, bir tür Avrupai hava vererek pişiriyordu... Mesela omlet yapıyor ve içine birkaç zeytin, turp ya da mutfakta ne varsa, onları ekliyordu...”
Tam o anda ev telefonu çalıyor ve Athos izin isteyerek gidip telefona bakıyor. Az sonra geri geliyor ve babasını anlatmayı sürdürüyor bana...
“Babam, Londra’da çalışarak çok para kazanmıştı fakat 1939 senesinde Kıbrıs’a geri dönmeye karar vermişti” diyor...
“İkinci Dünya Savaşı başlayınca mı buna karar vermişti?” diyorum.
“Sanırım öyle” diyor Athos. “Meğer seyahat ettiği gemi, Yunanistan’ın Pire limanı dışındayken Almanlar tarafından bombalanmış” diye anlatıyor. “Gemi batıyormuş, babam içinde bütün parasının bulunduğu bavulunu kurtarabilmiş. 200 sterlin kadar para biriktirmişmiş. Bu esnada genç bir Yunan kadınını da boğulmaktan kurtarmış...”
*** “Vay! İnanılmaz bir şey bu” diyorum, “daha fazlasını anlat bana...”
“Sanırım” diyor Athos, “o gün, sekiz veya on kişi falan boğulmuştu. Babam çok iyi bir yüzücüydü. Birceez Yunan adasından gelen o Yunan kızını kurtarmıştı... Onu nasıl kurtarmış olduğuna ilişkin bilgim yok fakat nihayetinde onu da kendisiyle birlikte Yalusa’ya getirmişti. Belki de bütün ailesi, gemi battığında ölmüştü... Her neyse, babam bu kıza köyümüze yerleşmesi için yardımcı oldu ve yerli ahaliden birisiyle evlendiydi kadın, ne yazık ki çocuk edemediydiler...”
*** Aslında anlattıklarının ayrıntıları çok akla yakın değil. Almanya’nın ancak Nisan 1941’de Yunanistan’ı işgal ettiğini, Pire’de bombalanıp batan iki geminin de 1941’de batırıldığını, bunların “Ellas” ve “Klan Freyzer” adlı gemiler olduğunu aktarıyorum... Ancak Athos, Almanlar’ın babasının bulunduğu gemiyi 1939’da bombalamış olduklarında ısrarcı oluyor...
*** Benim hesabıma göre, Athos’un babası Pandelis, Yalusa’ya 1939’da döndüğü zaman 28 yaşlarında olmalıydı. Tabii gerçek doğum tarihi olan 1911’den hesaplarsak... 1941 senesinde Yalusalı Kiriaki Pierra ile evlendi. Athos dahil, dört çocukları olacaktı. Kiriaki, Pandelis’ten onbir yaş küçüktü...
*** Röportajımızın bu aşamasında, Athos bana bazı eski aile fotoğraflarını gösteriyor. Bunlardan birisi, dedesi Athanasios’u gösteriyor. “Bu, annemin babasıdır. Bana onun ismini verdiler. Ninem Marulla’ya o kadar aşıkmış ki bir harnıp ağacının üstüne bir tüfekle çıkmış ve eğer onunla evlenmesine izin verilmezse, kendi kendini vuracağını ilan etmiş...” diyor.
“Neden böyle bir şey yapmış ki?” diyorum.
“Geceleyin ağaca tırmanmıştı... Karanlıkta tırmanmıştı harnıba... Böylece sabahleyin bütün köylüler onu ağacın üstünde görebilsin diye” diyor Athos.
“Evet ama neden böyle bir şey yaptı ki? O kadar mı çaresizdi?” diyorum.
Tepkime çok şaşıran Athos, “Ninemle evlenmek istediği için böyle yaptı” diyor.
*** “Yani belki Marulla hanımın annesiyle babası dedenin evlenme teklifini geri mi çevirmişti, bunu mu demek istiyorsun?” diyorum. “O nedenle mi harnıba çıktı? O nedenle mi kendini öldürmekle tehdit etti?”
“Herhalde öyle olmuştur” diyor Athos. Ondan ninesiyle dedesini anlatmasını istiyorum... “Ninem Marulla’nın henüz 32 yaşındayken vefat ettiğini anlatabilirim sana” diyor.
“O kadar genç mi, ne olmuştu ki?” diyorum.
“Bademcikleri iltihap yapmıştı. O günlerde bir kaşığın sivri ucuyla bademcikler alınmaya çalışılırdı... O kaşığı kim tutuyordu bilmem ama çıkarırken bademcikleri patlamış ve iltihap midesine ulaşmıştı. Böylece vefat etmişti... Anlamalısın ki o günlerde insanların tıbbi prosedürlerden pek haberleri yoktu, ilkel yöntemler kullanıyorlardı” diyor.
*** “Peki ya babanın anne-babası hakkında neler biliyorsun?” diyorum.
“Ah!” diyor. “Dedem Pandeli ya da “Yeropandelas” diye çağırıyorlardı kendisini, onun da ilginç bir öyküsü vardır” diye övünüyor Athos...
“Lütfen anlat bana” diyorum...
“Dedem Pandeli 115 yaşına kadar yaşadı. Karısı Milya da çok yaşlıydı vefat ettiğinde... Sanırım ninem öldüğünde 105 yaşında falandı. Dedem, ninemi Filistin’den çalmış ve onunla evlenmiş – evlendiklerinde kendisi 45 yaşındaymış...”
*** Bir kez daha Athos beni şaşırtıyor. “Bir dakika, bir dakika” diye bağırıyorum, “Onu çaldı da ne demek?”
Athos, “yani çalmadı” diyor... “Vaftiz olmaya gitmişti ve orada, Ürdün Nehri’nde tanıştı onunla” diyor Athos. “Dedem Pandeli, Yalusa’da büyürken tam bir ifritmiş. Babası Savva zengin bir tüccarmış ve sık sık küçük teknesiyle Filistin’e giderek harnıp, ipek ve nar satıyormuş orada... Filistin’deyken Savva bir prensesin kızıyla tanışmış ve onunla evlenerek onu Kıbrıs’a getirmiş. O da büyük büyükbabam Pandeli’yi dünyaya getirmiş. Tek evlatları oymuş ve kendisine çok büyük bir miras kalmış. O günlerde ipek alıp satan herhangi birisine aristokrat gözüyle bakıldığını da eklemeliyim. Köyümüzden fakir bir çiftçi vardı, kendisine ipek bir gömlek alınca, herkes kendisine “İvurgos” yani “Bakan” demeye başlamıştı...”
(TALES OF CYPRUS’ta Konstantinos Emmanuelle’in yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).
(Devam edecek)