Erdoğan’ın Kıbrıs ziyaretinde ilginç bir Saray manzarası ortaya çıktı.
O gün, orada “heyetler arası görüşmeler” vardı.
Bir de basın toplantısı…
En azından böylesi bir “mizansen” yaratıldı.
Yancılar, yağcılar, yandaşlar panayırı yaşandı ayrıca...
Üçlü bir fotoğraf yayınladık ya, çoğu sordu: Ne alaka?
Tam da bu!
Çünkü artık yaşadığımız kuşatma düzeni içerisinde Türkiye’nin büyük holdingleri oldu söz sahibi…
Bir yanda protokol yöneten elçilik mensupları, beri yanda Kıbrıs’ı paylaşan patronlar!
Uluslararası topluma kapatılan ada yarısı, ihalelere açıldı.
Yıllar yılı bu statükoyu finanse eden buralı iş dünyası da tasfiye ediliyor şimdi…
***
O gün, orada, Saray’da, ne işleri vardı?
Örneğin AKSA patronu!
Elektrik üretimi için hizmet satın alınan özel bir işletmenin sahibi…
Enerji Bakanı mı?
Değil!
Heyetler arası görüşmelere mi katıldı?
Yok!
Meclis’ten apar topar geçirilen “ihalesiz satış”a teşekküre mi gitti?
Bilmiyoruz!
Özel davetli mi?
Ne?
Kıbrıs’ın 100 yıllık işletmeleri var; en zor koşullarda üreten, çabalayan, ayakta duran…
Niye onlar yoktur örneğin?
Bilmiyoruz!
Ya da Ercan’ın patronu Taşyapı’nın sahibi ne arıyordu orada?
Niçin geldi?
Basın mensubu mu, bakan mı, heyet üyesi mi?
“Cumhurbaşkanlığı İkametgâhı”nda özel bir fuar düzenlendi de kimsenin bilgisi mi olmadı?
***
30 yıllık bir gazetecinin hem de güya basın toplantısı olarak planlanan bir organizasyondan dışarıya atılması, buna karşılık, kadınları aşağılayan bir yobazın kendine orada yer bulması gerici bir anlayışın yansımasıdır.
Laiklik sözde kaldı bu dönemde…
Müftü ne yapıyordu orada, ne arıyordu, görevi neydi, biri bunu anlatabilir mi?
Uygarlık diyorlar sonra!
Mahcup oluyor ve “niye fotoğrafımızı çektiler” diye dertleniyorlar.
Sizin değil yarattığınız düzeninin fotoğrafı çekildi aslında!
***
Balık hafızalarımız unutuyor bazen, günlük telaşlar arasında kayboluyor, zamanın kiri, pası, tozu, toprağı…
“Tehditle benden para istedi” demişti bir zamanlar, Emrullah bey…
O dönem Ulaştırma Bakanı olan Tahsin Ertuğruloğlu için söylenmişti bu sözler…
O Tahsin bey, Dışişleri Bakanı olarak atandı, emirle…
O Emrullah bey, Saray’ın avlusunda bulundu.
Müftü okudu, üfledi, aile içi tecavüzü meşrulaştırdı.
İrade yitimi tam da bu!
Kimin, ne zaman, nerede güç ve yetki ve söz sahibi olduğu iyice karıştı…
Kıbrıslı Türk toplumunun karar verici rolünü ortadan kaldıranlar, güç üzerinden yeni bir ada tasarladı.
Bir yanda Türkiye Cumhuriyeti var şimdi, diğer yanda Kıbrıs Cumhuriyeti…
İkisinden birini seçelim istiyorlar!
İtiraz ederseniz de “çık dışarı” diyorlar!
O durumda görüyoruz, kimlerin “içeri” girdiğini!
‘Görevden alınacak’
Siyaset ve medya dünyasında etkili bir büyüğümüz, “Görevden alınıyor” dedi.
Kim?
“Üstel.”
Yüzüne baktım, son derce ciddiydi.
“Tapu Müdürü mü bu” diye sordum.
Görevden alınmak ne demek…
“Başbakan” yahu (!)
Kendi kendimle çeliştiğimi fark ettim ardından…
Bu göreve atanmıştı zaten…
Dışarıdan almıştı yetkiyi…
Biliyoruz…
Şimdi bitmişse işlevi…
O da görevden alınacak elbette…
Nasıl gelmişse, öyle gidecek, maalesef…
Bir dönem Faiz bey için de söylemişlerdi…
“Görevden alınacak.”
O kadar da değil, demiştim.
Adam partisinden yüzde almış falan oy almıştı.
Hem de nasıl alındı görevden!..
Kukla sahnesi böyle bir yer...
Bitti mi oyun, sandığa toplanıyor kuklalar, birer birer…
Avrupa’daki o ses
Çok da gündem olmadı, Erdoğan’ın ziyareti, basın özgürlüğüne karşı utanç halleri, TL’nin değer kaybı, paluzenin sucuğun sıfırlanan vergisi derken…
Kıbrıslı Türk parlamenter Niyazi Kızılyürek, Strazburg'daki Avrupa Parlamentosu’na damgasını vurdu.
Kıbrıs Cumhuriyeti Başkanı Nikos Hristodulidis de oradaydı ve kendi ülkesinin bir parlamenteri, dünyanın gözü önünde, son derece kararlılıkla Kıbrıslı Türklerin haklarını ortaya koydu.
Yunanca konuştu Niyazi Kızılyürek…
"Size anadiliniz olan Yunancada hitap ediyorum, kendi anadilimi konuşamıyorum” diyerek… "Çünkü benim anadilim Türkçe, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin resmi dili olmasına karşın, Avrupa Birliği dilleri arasında yer almıyor."
27 Avrupa ülkesinden parlamenterler izledi bu konuşmayı…
Milyonlarca insan…
Almanya’dan Belçika’ya, Çekya’dan Finlandiya’ya kadar…
Fransız’ı da izledi, İspanyol’u da, Portekizlisi de işitti, İsveçlisi de…
"Sizi, Kıbrıslı Türkleri mağdur eden bu dil adaletsizliğini sonlandırmaya davet ediyorum" dedi Niyaz hoca…
Kıbrıslı Türklere ilgili öneriler yaptı; eğitime, sağlığa dair açılımlar istedi, karma evliliklerden doğan çocukların vatandaşlık haklarını sorguladı.
Dünyada sesimizin gerçekten yankılandığı ve uluslararası toplum önünde haklarımızın, eşitliğimizin, geleceğimizin güçlü bir iradeyle ses bulduğu tarihi bir konuşmaydı.
Umarım böylesi sesleri çoğaltmayı başarısız, yurt ve yurttaşlık hakkını büyütürüz birlikte…
Beş mi?
Sabah sabah o tarihi binanın önüne gittik, dört beş gazeteci, beş on sendikacı, kameralar…
“Cumhurbaşkanlığı Sarayı” diyorlar ya…
Tarihinin en itibarsız günlerini yaşıyor sanırım…
Dünyaya kapıları kapalı…
Demokrasiyi, özgürlükleri, iradeyi kekeliyor; bir kulaktan talimat giriyor, öteki kulaktan itaat çıkıyor.
***
Yılların gazetecisi Serhat İncirli’yi dışarıya çıkardılar ya…
Dahası küçüldüler, “basın kartını göndermedi” gibi yalanlarla…
Yalanı ifşa etti Serhat…
Üstelik dünya alem gördü, kimlerin içeride olduğunu…
Protesto sırasında birisi Serhat’a sordu, “ne hissediyorsun” diye…
“Üzgünüm” dedi, yutkunarak…
O devasa cüsseden, titrek döküldü sözcükler…
“Gazetecilik hayatımda beş farklı Cumhurbaşkanı gördüm, ilk kez bunu yaşadım…”
Serhat’la birlikte başladık gazeteciliğe…
Aklımdan geçti…
Rauf Denktaş, Mehmet Ali Talat, Derviş Eroğlu, Mustafa Akıncı…
Ve…
Serhat be!
Beş değil…
Saymaya değmez galiba…