İstanbul’daki zirve yemeğinde Cumhurbaşkanı Akıncı ile aynı sofraya oturmayı reddeden Anastastiades’in bu tavrının gelip geçici bir kapris olmadığı bir kez daha anlaşıldı. Cayır cayır yanan Trodos ormanlarının söndürülmesi için Türkiye’nin uçak ve ekip gönderme teklifine de burun kıvırdı Bay Anastasiades.
Kıbrıs sorununun kangrenleşmesinde Türkiye’nin günahları saymakla bitmez fakat Rum tarafının yıllardır durduğu noktadan bir milim kıpırdamama tavrı da artık kabak tadı vermedi mi Allah aşkına? Türkiye ile bütün uluslar arası organizasyonlarda, hatta ikili ticari ilişkilerde öpüş kokuş ilişkide olmakta sıkıntı görmeyen Rumlar, olmadık zamanlarda tuhaf tepkilerle zaten çıkmazda olan sorunu daha da karmaşıklaştırıyorlar.
“Rumlar” diyorum çünkü görünen o ki, hangi parti, hangi siyasi güç gelirse gelsin, Kıbrıs’ın güneyinde “devlet ve kilisenin yönlendirdiği akıl” gücünü korumaya devam ediyor ve büyük sözler vererek iktidar koltuğuna oturan tüm Rum liderler, günün sonunda devlet-kilise aklının yönettiği marazi milliyetçiliğe teslim oluyorlar.
40 yıldır sürüklenen Kıbrıs sorununun kuzeyden güneye, Yunanistan’dan Türkiye’ye “devlet aklıyla” çözülemeyeceği, çözümü halkların insani yakınlaşmasının sağlayacağını hep söylüyoruz. Masalar kurulup dağılabilir, liderler tutamayacakları sözleri tek tek yutabilirler, kapalı kapılar ardında kıran kırana pazarlıklar yürütebilirler. Kıbrıslı Rumlar ve Türkler sokakta, hayatın içerisinde ortak yaşamın, ortak vatanın, ortak duygu ve sorumlulukların “sahibi olmadıkları sürece” daha çok liderler gelir gider, daha çok masalar kurulur dağılır, halklar da homurdana homurdana olup bitenleri uzaktan izlemekle yetinirler. Nitekim sosyal ağlarda “ortak vatan, ortak acı, ortak sorumluluk” sloganıyla başlatılan kampanya ilk anda umut verse de, somut bir işbirliğine, sıcak temasa dönüşemedi ne yazık ki. Son sözü yine Bay Anastasiades’in ağzından Rum Devlet-Kilise aklı söyledi. Cumhurbaşkanı Akıncı’nın iyi niyetli yardım talebini kabaca reddeden Anastasiades, Türkiye’nin yardım önerisine de “şartlı evet” dedi. Neyin şartıysa bu artık, İstanbul’u kapı komşusu etmekte sakınca görmeyen, bir yandan “Kıbrıslı çözümden” söz edip, bir yandan Kıbrıslı Türk liderliğini by-pass ederek doğrudan Türkiye’yi muhatap alan Rum liderler (Bay Hristofias da benzer tutumdaydı hatırlarsanız) dünyaya hiç de iyi mesajlar vermiyorlar. En insani konularda bile birlikte hareket edemeyen iki toplumun yeniden birleşmesi için dünya neyi, neden yapsın ki?
Güven artırıcı adımları sadece Kıbrıslı Türk ve Türkiye tarafından beklemek bir noktadan sonra anlamını da yitiriyor. Rumlar, devlet ve kilisenin pompaladığı zihinsel tembellikten bir an önce sıyrılıp, sürekli ara dayağı yiyen Kıbrıslı Türklerle sokakta, hayatın içerisinde bir yakınlaşma için adım atmalı artık.
Rumlar sadece yanıp kavrulan Trodos ormanlarına değil, kafalarını acık kaldırıp, Kıbrıs’ın kuzeyinde içten içe yanmakta olan sokaklara da baksalar anlayacaklar durumu.
Kıbrıslı Türkler, “Reddediyoruz Platformunun” başlattığı eylemliliğe sıcak tepki veriyorlar. Türkiye’nin her alanda yürüttüğü kültürel imha ve istila politikalarına karşı Kıbrıslı Türkler onurlu bir duruş sergiliyorlar. Ne kadar ön yargılı olursa olsun, sokaktaki Rum’un Kuzeyde olup bitenlere şöyle bir bakarak “ortak vatan” ülküsünü Kıbrıslı Türklerin Kıbrıslı Rumlardan çok daha fazla sahiplendiğini anlayabilir. Ama bunun için resmi görüşün kalıplarından, devlet ve kilise aklının dayatmalarından sıyrılmayı gerçekten istemesi gerekiyor sokaktaki Rumların. 2003’ten bu yana bedel ödeyen, Rum devlet aklı ile Türkiye arasında sıkıştıkça son gayret sokağa dökülen Kıbrıslı Türkleri bu kadar yalnız, bu kadar çaresiz bırakmak ağır haksızlık. Trodos’taki yangın söner elbet. Ama ya adayı içten içe kavurup yok eden bölünmüşlük yangını? İşte onun için Kıbrıslı Rumların ve Türklerin el ele, omuz omuza, yürek yüreğe vermesi lâzım. Kıbrıslı Türkler yıllardır hazır bu birlikteliğe.
Bunun için çok da bedel ödediler. Peki ya Rumlar? Dünyaya sürekli Türkleri suçlayarak mızmızlanmayı bırakıp, taşın altına ellerini koyacak iradeye sahipler mi gerçekten?
Rumlar açısından Kıbrıslı Türkler, Türkiye açısından Kürtler neyse o… Benzer sorumluluğu almaktan Türkiye’de Türkler de kaçıyor. Bir arada yaşamayı istemek yetmiyor ne Kıbrıs’ta ne de Türkiye’de… Bir arada yaşamanın sorumluluğunu da yüklenmek, paylaşmak gerek. Bir arada yaşamak için hiçbir sorumluluk almayanların, bölünme karşısında feveran etmesi kimse için inandırıcı değil çünkü…
Türkiye dünyadan ve Avrupa’dan uzaklaştıkça; dünyaya, hele ki Avrupa’ya duyulan şımarıkça güvenin bütün temellerinin sarsılmakta olduğunu görmeli artık Rumlar. Ağır bir transatlantik gibi dünyadan ve Avrupa’dan uzaklaşmakta olan AKP 2003’ün AKP’si değil… Türkiye de 2003’ün Türkiye’si değil. Kıbrıslı bir çözümden başka şansın kalmadığı böyle bir iklimde artık Kıbrıslı Türk kardeşlerinin elini sıkıca tutmaktan başka seçenek de yok Rumlar için. Yoksa yarın çok geç olacak…