“Yangın sonrasında alanlara buldozerle girmek bir cinayettir”

Akademisyen Prof. Dr. Şerife Gündüz, yangınlardan sonra doğanın kendi kendini yenileme gücünün bilimsel bir gerçek olduğunu söyledi

Ödül Aşık ÜLKER

Akademisyen Prof. Dr. Şerife Gündüz, yangınlardan sonra doğanın kendi kendini yenileme gücünün bilimsel bir gerçek olduğunu söyledi.

Prof. Dr. Gündüz, “Yangın sonrası tohumlar külün içerisine düşer ve baharda çimlenir. Ağaçlandırma çalışmalarının yerine o alanların koruma altına alınması ve bir sonraki baharın beklenmesi, çimlenmeyen yerlerin takviye edilmesi gerekir. İklim krizi de göz önünde bulundurulursa doğal yolla gençleştirmek önemlidir. O alanlara buldozerle girmek bir cinayettir” diye konuştu.

Kalkanlı-Akdeniz-Tepebaşı bölgesinde geçen sene çıkan yangınlar sonrasında söz konusu hatanın yapıldığını kaydeden Ekolog Prof. Dr. Gündüz, sıcaklık haritalarına bakıldığında Kıbrıs’ta çok ciddi yangınlar öngörüldüğünü belirtti.

COVİD-19’un çevre üzerindeki etkisi...

  • Soru: Pandeminin başlamasıyla COVİD-19 gündemin en üst sıralarına oturdu. Pandemi süreci çevre sorunlarını ve çevreye yaklaşımı nasıl etkiledi?
  • Prof. Dr. Gündüz: Bilim insanları COVİD-19 pandemisinin ardından, virüs moleküllerinin taşınmasında hava kirliliğinin rolüne dikkat çekildi. Ön çalışmalar, COVİD-19 ile ilgili ölümler ile hava kirliliği arasında pozitif bir ilişki olduğunu belirlemiştir.
    COVİD-19’un çevre üzerindeki etkisi oldukça karışıktır. Pandemi çevresel koşulların iyileşmesiyle sonuçlanmış olsa da, bazıları bariz, diğerleri daha az belirgin olan başka olumsuz etkiler de olmuştur. Kısaca, sera gazı emisyonlarının azalması, iyileştirilmiş su ve hava kalitesi, azaltılmış gürültü kirliliği ve bazı durumlarda vahşi yaşamın restorasyonu olmuştur. Tabii bunların aksine büyük ölçüde artan evsel ve tıbbi atık miktarı, COVİD-19’un önemli olumsuz sonuçlarından biridir. Korona virüs atıkları, küresel kirliliğin yeni bir biçimi haline geldi.

“İnsanlarla doğa arasındaki ilişkide bozulmanın işareti”

Birçok bilim insanı pandeminin nedeninin insan faaliyeti olduğu sonucuna varmıştır; ormansızlaşma, hayvan ticareti ve artan kentleşme gibi... COVİD-19, insanlarda yakın zamanda görülen birkaç zoonotik hastalığın sonuncusudur. Zoonotik, bir hastalığın başlangıçta hayvanlarda tespit edilip insanlara da bulaştığı anlamına gelir. COVİD-19 insan sağlığı ile doğanın nasıl yakından iç içe geçtiğini göstermiştir. Bu hastalık salgınlarının büyümesi, insanlarla doğa arasındaki ilişkide bir bozulmanın işaretidir ve muhtemelen daha da kötüleşecektir.

Başka bir sorun da, COVİD-19 virüsünü yok etmek için kullanılan çok miktarda dezenfektan miktarıdır. Bu dezenfektanlar, hedeflenmeyen faydalı türleri öldürebilir ve ekolojik dengesizlik yaratabilir. El sabunu gibi dezenfektan ve antiseptiklerin çoğu belli maddeler içerir bunlar da insan sağlığı açısından tehditler oluşturmaktadır. Bu da başka bir sıkıntı  oluşturacaktır.

Gözlemlerim arasında pandemi sürecinde ciddi bir şekilde insanlar doğayla bağ kurmaya çalışmışlardır. Her evde muhakkak sebze bahçesi kurulmuştur. Bu ilk başlarda beni çok mutlu etmiştir. Belki bu bağı kaybetmeyiz ve doğa sevgisini, doğayı korumanın önemi anlamışızdır diye düşünmüştüm. Yanıldım. Açıldığımız anda eski davranışlarımıza kısa sürede geri döndük. 

  “Doğanın çığlığına kulak vermediğimiz açık seçik ortada”

  • Soru: İklim değişikliği, küresel ısınma dünyadaki en önemli sorunların başında gelmeye başladı. Daha önceki bir röportajımızda “bilim insanlarına inanmıyorsunuz, o zaman doğanın çığlığına kulak verin” diye isyan etmiştiniz. Dünyada yaşanmakta olan yangınların bununla bağlantısı nedir? İklim değişikliği konusunda ne yapıyoruz, bu konuda bir politikamız var mı?
  • Prof. Dr. Gündüz: Sanırım 2018 yılında yaptığımız bir röportajdı, hala doğanın çığlığına kulak vermediğimiz açık seçik ortada... O günden bugüne çevre problemleri hem küresel anlamda hem de bizim küçücük ülkemizde artarak devam etmektedir. Küresel iklim değişikliği ile ilgili hiçbir önlem alınmadı. Hatta röportajımızdan kısa süre sonra dört gencimizi Girne boğazında sele teslim ettik. Ağladık sızladık, sonra yine unuttuk. Çok erken unutuyoruz ya da sorunları halı altına süpürüp görmezden gelmeyi tercih ediyoruz. Küresel iklim krizi artık bir güvenlik meselesidir. Yaşamakta olduğumuz iklim krizi, yangınları, selleri, kasırgaları da beraberinde getirmektedir. Su kıtlığı, açlık, tarımsal ürünlerin değişen iklim koşullarından etkilenmesi konusunda önlemler alınması, adaptasyon çalışmaları yapılması gereken durumlardır. Daha da kötüyü  yaşayacağız.

“Sıcaklık haritaları Kıbrıs’ta çok ciddi yangınlar öngörmektedir”

Özellikle Akdeniz ikliminde olan bölgelerde küresel iklim krizi ile birlikte sıcaklık artışı, kuruluk ve rüzgarla birlikte sıradışı büyük yangınlarla karşı karşıya kalıyor. Sıcaklık haritalarına bakıldığında Kıbrıs’ta çok ciddi yangınlar öngörülmektedir. Tepebaşı-Kalkanlı yangınında 7 bin 500 dönümün yandığı biliniyor, hem de bir çırpıda. Yanan, yok olan ormanlar, ölen hayvanlar ve ölen insanlarımız hepsi çığlık çığlığa...

“Ekstrem, sıra dışı yangınlar artarak devam edecek”

“Doğal hayat ve kentsel yaşam alanları iç içe geçti, tabii bu da yangın riskini artırdı. Bunun yanına bir de küresel iklim krizi eklendi ve sıra dışı yangın olayları olmaya başladı. Yangınlarla birlikte, insan hayatı kaybı, doğrudan ekonomik kayıplar, toprak erozyonu, karbon emisyonları ve biyoçeşitlilik kayıpları ile karşı karşıyayız.”

  • Soru: Ülkemizde de zaman zaman büyük yangınlar çıkıyor. Ormanlarda yangınların önlenmesi için ne yapılabilir? Dağları, ormanları nasıl koruyabiliriz?
  • Prof. Dr. Gündüz: Her geçen yıl zararı daha da büyük olacak yangınlar bekleniyor. Bu nedenle yangın tehdidini ve etkilerini azaltma konusunda planlarımız hazır olmalıdır. Eskiden ormanlık bölgelerde yerleşim yoktu. Şu anda özelikle ormanlık alanlar da, vadiler de yerleşime açıldı ve insan faktörü hatta doğaya karşı insan tehdidi arttı. Doğal hayat ve kentsel yaşam alanları iç içe geçti, tabii bu da yangın riskini artırdı. Bunun yanına bir de küresel iklim krizi eklendi ve sıra dışı yangın olayları olmaya başladı. Yangınlarla birlikte, insan hayatı kaybı, doğrudan ekonomik kayıplar, toprak erozyonu, karbon emisyonları ve biyoçeşitlilik kayıpları ile karşı karşıyayız. Ekstrem, sıra dışı yangınlar artarak devam edecek.
    Elbette şu anda Türkiye’deki yangınları yakından takip ediyoruz. Bu tipteki ekstrem yangınların bir türlü söndürülememesi, ki Avustralya’da da yangınlar bir ay sürmüştü, bilim insanlarını yangın yönetim sistemlerini tekrar gözden geçirmeye itmiş ve araştırmalar yapmışlardır. Bu makaleleri incelediğimizde de yangınları söndürürken yapılan hatalardan yangınların daha da büyüdüğü üzerinde durmuşlardır. Bizim de yapacağımız, bu yeni yangın yönetim sistemlerini takip edip kendimize uyarlamak olmalıdır. Yani kendimizi yeni modellemelere adapte edeceğiz.

Yangınları önleme...

Önleme konusunda, orman alanlarında orman içi açıklıkları oldukça önem arz etmektedir. Yanıcı zemin temizlenmeli, “yangın tehlikesi ölçme sistemi” çok önemli, çam ormanlarında yangına sebebiyet verecek çam iğnesi gibi tabaka imha edilmelidir. Toplum, yangın önleme ve kontrol altına alınması konularında eğitilmeli ve bilinçlendirilmelidir. Anız yakımı kontrol altına alınmalıdır, maalesef bizim üreticilerimiz anız yakmayı çok sever. Tabii ateşli piknik ve ormanlık alanlara giriş yasağı da gereklidir ama bu alanların kontrolü, gözetlenmesi daha da önemlidir.

“Kendimize ait yangın söndürme uçağı ve eğitimli personelimiz olmalı”

Ormanlık alan sayılabilecek yerlerin yerleşime açılması, ormanlarla insan yaşam alanlarını iç içe getirmiştir. Bu da büyük risk arz etmektedir. Tam da bu yüzden eğitim, bilinçlenme çok önemlidir. Yangın söndürme uçaklarının önemini de Türkiye’deki yangınlarda biraz daha kavramış olmamız lazım. Bunun üzerinde gösteriş için değil, gerçekten durulmalı ve kendimize ait yangın söndürme uçağı ve eğitimli personelimiz olmalıdır. Taşıma su ile değirmen dönmediği açıktır.”


“Yeniden yeşillendirilme için hemen kolları sıvamak yanlış”

“Yangın sonrası tohumlar külün içerisine düşer ve baharda çimlenir. Ağaçlandırma çalışmalarının yerine o alanların koruma altına alınması ve bir sonraki baharın beklenmesi, çimlenmeyen yerlerin takviye edilmesi gerekir. İklim krizi de göz önünde bulundurulursa doğal yolla gençleştirmek önemlidir. O alanlara buldozerle girmek bir cinayettir”

  • Soru: Yangınlar sonrasında genelde ağaçlandırma kampanyaları düzenleniyor. Bugüne kadar yaşanan yangınlar sonrasında atılan adımları nasıl değerlendiriyorsunuz?
  • Prof. Dr. Gündüz: İnsanların yanan ormanlarla ilgili yapabileceklerinin ağaçlandırma ile sınırlı olduğunu düşünüyor.  İşte tam da bu yüzden, hemen ağaçlandırma kampanyaları düzenlenip yanan alanların yeniden yeşillendirilmesi için kollar sıvanır. Ve bu konuda çalışan kişilere toplum bir baskı oluşturur. Bu yanlıştır.

“Yangınlardan sonra doğanın kendi kendini yenileme gücü olduğu bilimsel bir gerçektir. Eğer yanan alanları korursanız, dış müdahaleleri minimuma çekerseniz baharda toprak altında kalan sürgünler ve tohumlar çimlenir, yeşerir. Yeşermeyen yerlere de müdahale edilebilir. Ama buldozerle değil.”

Geçen sene Kalkanlı-Akdeniz-Tepebaşı bölgesi yangınlarında binlerce dönüm ormanlık alan ve anıt ağaçlar yok oldu. Biz de bu hatayı yaptık ve Orman Dairesi hiç yapılmayacak bir şeyi yaparak buldozerle girip alanı dümdüz etti, alanı ağaçlandırma çalışmalarına hazırlamaya çalıştı. Orada ne var, ne yok ortadan kaldırdı. Bu büyük bir hataydı. Bu sadece benim düşüncem değil. Yeşili, ormanı, anıt ağaçları en az sizin kadar seviyor ve düşünüyorum. Ben biyoloğum, ekoloji okudum. Doğanın işleyişini biliyorum. Ama yine de çok değişik ülkelerdeki makaleleri de taradım, araştırdım. Yangınlardan sonra doğanın kendi kendini yenileme gücü olduğu bilimsel bir gerçektir. Eğer yanan alanları korursanız, dış müdahaleleri minimuma çekerseniz baharda toprak altında kalan sürgünler ve tohumlar çimlenir, yeşerir. Yeşermeyen yerlere de müdahale edilebilir. Ama buldozerle değil. Orman Dairesi bu yanlış hamleyi yaparak yenilenecek olan türlere izin vermedi ve bölgeyi erozyona açtı.

“Doğal yolla gençleştirmek önemli”

Kızılçam ve maki bitki örtüsü yangına uyum sağlamış türlerdir. Yani yangınlardan sonra kolayca yeniden geri gelmektedir. Kozalakları ve tohumları yangına dayanıklıdır. Yangın sonrası tohumlar külün içerisine düşer ve baharda çimlenir. Ağaçlandırma çalışmalarının yerine o alanların koruma altına alınması ve bir sonraki baharın beklenmesi, çimlenmeyen yerlerin takviye edilmesi gerekir. İklim krizi de göz önünde bulundurulursa doğal yolla gençleştirmek önemlidir. O alanlara buldozerle girmek bir cinayettir.

“Eko-kırım yapılarak, ne var neyok ortadan kaldırılıyor”


  • Soru: Dünyada son dönemlerde tartışılan bir diğer önemli kavram da eko-kırım, doğaya karşı işlenen suçların, insanlığa karşı işlenen suçlar gibi ele alınmasıdır. 1 Temmuz’da Yenidüzen ve Kanal Sim’in gündeme getirdiği, Girne’deki ormanlık bir arazideki ağaçların Güven Yapı Kooperatifi tarafından kesilmesi ve inşaat çalışması başlatılması gibi olayları zaman zaman yaşıyoruz. Eko-kırım nedir? Doğaya karşı yapılan bu tür saldırılar nasıl önlenebilir?
  • Prof. Dr. Gündüz: Kendimize “doğayı yok etmek uluslararası bir suç mu olmalı?” sorusunu sormamız önemlidir. Uluslararası hukukçulardan oluşan çok güçlü bir panel, çevreye zarar vermenin soykırım veya insanlığa karşı suçlarla karşılaştırılabilir bir suç olması gerektiği üzerinde duruyor. Eko-kırım ekolojiye karşı işlenen suçlar anlamındadır ve kavramın tanımlanmasıyla ilgili çalışılıyor. Bu yeni bir kavramdır ve dünyada yasal mevzuata girmesiyle ilgili çalışmalar var. 2002’den beri artan bir şekilde eko-kırımın yasal suç haline gelmesi çalışmaları ve Stop Ecocite Foundation Vakfı’nın 6 aylık çalışması sonucu hukuksal anlamda eko-kırıma bir tanım yaptılar. Eko-kırımın hukuki tanımı, “çevreye ciddi, yaygın ve uzun erimli bir şekilde önemli zarar verecek yasadışı veya olası kastla işlenmiş eylemlerdir.” Dünya altıncı yokoluşa doğru gidiyor. Bilim insanları 2100’e doğru neler yaşayacağımızı öngörüp sürekli uyarılar yapıyor.
    Söz konusu uluslararası paneldeki panelistlerden biri olan Valerie Cabanes, "Bağlı olduğumuz ekosistemleri yok ederek uygarlığımızın temellerini yok ediyor ve tüm gelecek nesillerin yaşam koşullarını ipotek altına alıyoruz. Bu, savaş suçlarından, insanlığa karşı işlenen suçlardan veya soykırım ya da saldırganlık suçlarından daha az ciddi değil” dedi. Bu oldukça önemli bir yaklaşımdır.

“Kimsenin doğayı yok etmeye, geleceği yok etmeye hakkı yok”

Doğanın yok edilmesi cezalarla durdurulabilir. Hukuk bu günlerde daha da önemli bir konuma gelmektedir. Hiç kimsenin doğayı yok etmeye, geleceği yok etmeye hakkı yoktur.

1 Temmuz 2021 tarihli haberinizde de belirttiğiniz gibi Girne Emirnamesi’nde hastane olması gereken bir bölgede 105 konutlu site yapılması gündemde. Bu çok ciddi bir konu... Girne bölgesi tamamen inşaatlarla işgal altında. Emirnameler uyulmuyor, vadiler inşaatlarla doluyor, ki vadiler ve dağlar yıllar önce potansiyel Natura 2000 alanı olması gereken alanlardır ve bu bölgelerdeki biyolojik çeşitlilik çok yüksektir. Buraların Özel Çevre Koruma Bölgesi olarak ilan edilmesi gerekirken, eko-kırım yapılarak, ne var ne yok ortadan kaldırılıyor. Ülkemizin biyolojik çeşitliliğinin % 70’ine yakını Girne dağları yani kuzey dağ silsilesi dediğimiz alanda bulunmaktadır.

Buradaki tek problem yapılaşma değildir. Taş ocaklarının bulundukları bölgede daha farklı sorunlar da vardır. Patlatmalarla ne dağ kalıyor, ne bitkiler, ne de canlılar... Bir de kilometrelerce uzağa kadar taşınan ve oradaki, özellikle bitkileri tehdit eden ve fotosentez yapmalarını engelleyen toz... Tabii bu toz sadece bitkileri değil, o bölgede yaşayanların sağlığını da tehdit ediyor. Bu da bir eko-kırımdır, doğa hakkıdır, bizden başka canlıların yaşama hakkını elinden almadır.

Röportaj Haberleri