Bazen topluca, hatta toplumca akıl tutulması yaşarız ve asıl sorulması gerekenler yerine popüler ama sonuç vermeyecek soruların peşine takılıp gideriz.
Ya da işimize/birilerinin işine böylesi gelir.
Tepebaşı ve Kalkanlı’da büyük hasara neden olan son yangında da böyle oldu.
‘Yangını kim çıkardı?’ gibi yanıtı kolay verilemeyecek bir soruya kafayı taktık, şimdi bir de ‘zanlı’ bulduk, onu sosyal medyada asıp kesiyor, linç ediyor ve –sanki- meseleyi çözmüşüz gibi davranıyoruz.
‘Helikopterimiz neden yok?’ sorusunu da ekleyip, ‘Ama paramız yok, zaten alamayız’ dedik mi, konu bir şekilde ‘çaresizlik sendromu’na bağlanıp, kapanıyor.
Hükümettekiler de bu sorgulama şeklinden gayet memnun… Bir ‘sorumlu’ aranıyor çünkü ve ‘asıl sorumlular’ yerine ‘soyut sorumlular’ın peşindeyiz.
Eğer gerçekten yangını çıkaran, hele bilerek ve isteyerek yakan birileri varsa, yargı cezasını versin tabii ki… En ağırından hem de!..
Bu ülkenin ağacına, ormanına, ekinine kasten zarar veren her kimse gözünün yaşına bakmasın!
Hukuk kuralları çerçevesinde tabii…
Adil yargılanma hakkı, masumiyet karinesi, etik kurallar unutulmadan elbette…
O yargının işi ve sonucunu beklemek, görmek lazım.
Yargının işini yargıya bırakırken ama, herkes de kendi işine bakmalı…
En başta da ‘asıl sorumlu’ olanlar…
**
Ülke yönetimi keyfiyete dayalı yapılmaz, yapılamaz.
Hukuk devletinde herkesin görevleri, sorumlulukları, yetkileri yasalar ile belirlenir.
Herkes –ama herkes- bu yasalara uymak ve göreviyse onları uygulamak zorundadır.
Deneyimli sendikacı ve bürokrat Hasan Sarıca yangın sonrasında çok yerinde bir mesaj paylaştı ve kimin ne gibi görevleri olduğuna çok bariz örnekler verdi.
Sarıca ‘6/79 sayılı Arazi Yangınları ile Mücadele Yasası’na dikkat çekiyor ve yasanın 5(3) maddesine göre ‘Anayol hendekleri, arazilerde çıkabilecek yangınları önlemek amacıyla devletçe her yıl mevsiminde temizlenir’ denildiğini hatırlatıyor. Yasa bu görevi İçişleri Bakanlığı’na veriyor.
Buna benzer bir yığın yasal düzenleme vardır KKTC mevzuatında… Hatta çoğu İngiliz Sömürge döneminden kalmadır bu yasal düzenlemelerin, çünkü Kıbrıs adası hep sıcak iklimdi ve her daim yangın tehlikesi vardı. Bu yüzden tarla, arazi ve meskun yerlerin yangınlardan, zararlılardan korunması için ‘destebanlık’ müessesesi tesis edilmişti.
‘Sıhhiye memurları’ da İngiliz döneminden kalmadır, fareler ve diğer zararlılarla devlet ciddi biçimde mücadele ederdi. Hatta bundan 30 yıl kadar önce her yaz aylarında fare ve haşerata karşı liseli gençler geçici olarak istihdam edilir, sıhhiye memurlarına destek olunurdu.
Destebanlar, yani kır bekçileri, özellikle bitki örtüsünün hayvan sürülerine ve yangınlara karşı korunmasında çok önemli yetkilerle donatılıyordu.
**
Elbette teknolojik imkanlar, ilaçlama şekilleri, yangınlara karşı gözetleme, erken müdahale ve söndürme ekip ve ekipmanları şimdi şekil değiştirmiştir.
Bu yüzden bazı metotlar gereksiz kalmış olabilir.
Lakin aslolan sorumluluk ve görevlerin yerine getirilip getirilmediğidir.
Hasan Sarıca’nın somutta sorduğu gibi, gerekli temizlik yapılmış, yaptırılmış mıdır?
Bölge sakinlerinin basına yansıyan açıklamalarına bakılırsa, hayır, yapılmamıştır.
Mayıs’ta erken bastıran sıcaklar, biraz da Covid meselesi yüzünden ormanların ve arazilerin korunması konusunda gerekli hazırlıkların aksaması sonucu bizi gafil avladı gibi görünüyor.
‘Yangını kimin çıkardığı’ ya da ‘birinin çıkarıp çıkarmadığı’ soruları da önemlidir. Ama ikinci derecede… Zira yangını zaten hep ‘birileri’ çıkarır. Yani bir insan…
Piknik ateşinden de, sigara izmaritinden de, talim atışından da, doğaya bırakılan bir şişeden de yangın çıkar ve çıkaran da –günün sonunda- insandır!
Kasti de olsa, bilmeden de olsa…
Asıl soru ise ‘devlet’ olarak sizin yangın çıkmasını önleyip önleyemediğiniz ve çıkınca da zamanında müdahale edip edemediğinizdir.
Yetkililerin –ellerinde çirpi ile alevlerin kıyısında kameraya poz vermek yerine- görev ve sorumluluklarının bilincinde ve bunları yerine getirme gayretinde olmalarıdır beklenen…