Yapamadıklarımızı yaptıran Sanal Kimliğimiz

Derviş Barbaros: Öyle bir dünya ki sanal alem, birçok boşanma vakasında ayrılık sebebi olarak gösterilebilmekte, yarattığı bağımlılık sonucu masum çocuklar ve evcil hayvanlar ölebilmekte ve bunların da ötesinde mevcut rejimi yıkabilecek bir ayaklanmaya da

 

Derviş Barbaros

barbarosdervis@hotmail.com

 

 

Bilgisayar ortamında takma bir isim kullanıp takma isimli bir diğer kişi ile sohbet edebilmeyi ilk deneyimlediğim yıl 1997 ve yer üniversitenin bilgisayar laboratuarıydı. Herkes odanın içinde birbirini görebiliyor ama kiminle yazıştığını bilmiyordu. Sohbet “Merhaba, nasılsın?” ile başlıyordu ve sonrasında havadan sudan devam ediyordu. Bilgisayar ortamında (diğer adı ile “Sanal” ortamda) gerçek olmayan bir isimle bunu çok kolay bir biçimde yapabiliyorken gerçek hayatta tanımadığınız bir kişiye bu şekilde yaklaşıp da sohbet edememek garipti doğrusu. Aslında gariplikten öte sanal ortamda yazılanların bir bedelinin olmamasıydı konu. Yazıştığınız kişiye bir buluşma teklif etmiş olsanız, alacağınız yanıt olumsuz olsa bile bunun sıkıntısı yüz yüze yapılan görüşmeden çok daha az hissedilirdir.  Hatta yüz yüze olmadığından dolayı tepkinizi daha rahat ortaya koyabilirsiniz. Bu basit gibi görünen durumun daha ileriki yıllarda insanoğlunun başını kaldıramayacağı bir biçime dönüşebileceğini hayal bile edememiştik.

Öyle bir dünya ki sanal alem, birçok boşanma vakasında ayrılık sebebi olarak gösterilebilmekte, yarattığı bağımlılık sonucu masum çocuklar ve evcil hayvanlar ölebilmekte ve bunların da ötesinde mevcut rejimi yıkabilecek bir ayaklanmaya dahi araç olabilmektedir. Burada verdiğim örnekler daha çok Facebook sosyal ağı ile ilgilidir ve insanlar üzerinde bu derece etkili olabilmiş başka bir örneğin olmadığını düşünüyorum. Facebook öncesinde de birçok arkadaşlık ve arkadaşlığın ötesine giden kimi duygularımızı tatmin edebildiğimiz siteler olmuş olsa bile en geniş kitleye ulaşabilmesi bakımından Facebook’un tüm diğer sosyal ağların en başarılısı olduğunu söyleyebilirim.

Peki, sosyal ağları kullanma ve sevme nedenleri nelerdir?  Az önce yukarıda belirttiğim gibi yazılanların bir bedelinin olmamasıdır! Ayrıca, düşünceleri özgürce ifade etme olanağını sunmasıdır. Toplum içinde veya yüz yüze konuşamadığımız konuları bu alanlarda konuşur ve tartışır olduk. Sosyal ağlarda oluşturduğumuz sanal bir kimliğimiz ya da sanal bir kişiliğimiz var sanki.  Burada esas meselenin aslında “kimlik” olduğunu belirtmem gerek.  Bu sosyal ağlara girerken ister gerçek kimlik bilgilerinizi isterse sahte kimlik bilgileri kullanın orada her şeyden önce bir kimlikle varsınız.  Toplumsal hayatta olduğu gibi sanal hayatta da var olabilmek için bir kimliğe ihtiyaç duymaktayız. Uzun yıllar kapalı ve kalıplar içerisinde yaşatılmış, eleştirmekten ve düşüncesini söylemekten korkutulmuş Kıbrıs toplumu için sosyal ağların büyük bir özgürlük alanı oluşturduğu ortadadır. Kimisi sadece arkadaşları ile iletişim kurarken, kimisi daha çok toplumsal sorunlarla ilgili bilgiler paylaşmakta kimisi ise sosyal ağları sunduğu oyun hizmetleri için kullanmaktadır. Tüm bunların ötesinde, toplumsal değer yargıları ile uyuşmadığı gerekçesiyle suçlanan (!) kimi bireyler ise, bu sosyal ağlarda yerlerini alıp ve kendi gerçek kimliklerini kullanmayıp kendi gibi olan kişilere ulaşmaya ve iletişim kurmaya çalışmaktadırlar. Amaç her ne olursa olsun sonuçta, kelimelerle tanımladığımız kimliğimiz -bedensiz ve sanal olsa bile- sayesinde kendimizi bir topluluğa ait hissettiğimiz söylenebilir.

Buraya kadar sanal kimliğin nasıl yaratıldığı üzerinde durmaya çalıştım. Başlıkta belirttiğim konuya dönecek olursam, “Gerçek hayatta yapamadığımız ama sosyal ağlar sayesinde sanal dünyada yapabildiğimiz davranışlarımız/eylemlerimiz nelerdir?” sorusunu yanıtlamaya çalışayım şimdi de.  90’lı yıllarda Facebook daha hayatımızda yokken ortaya çıkan arkadaşlık siteleri, tanımadığımız bireylerle iletişim kurmayı ve mail arkadaşı edinmeyi sağlıyordu. Ancak söz konusu ağlar bunun ötesine gidemiyordu ve o dönemlerde sanırım ki daha fazlasına da gerek yoktu. Mail veya MSN ile hedefe ulaşmak çok kolaydı. 90’lı yıllarda bilgisayarlarda video paylaşımı ve benzeri diğer görsel olanakları gerçekleştirmek günümüzdeki kadar olası değildi. Kullandığımız bilgisayarlar teknik açıdan bugün sunulanı karşılayamayacak düzeydeydi. Oysaki günümüzde sanal kimliklerimiz aracılığıyla görüntülü arama yapabiliyor, görsel dosya paylaşabiliyor ve sanal ortamdaki paylaşımlarımızı daha görsel/gerçek hale getirebiliyoruz. Üstelik bu saydıklarımızı dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan ve onu sadece sanal kimliği ile tanıdığımız birisi ile dahi yapabiliyoruz.

Gelişen teknolojiyle “sanal” olanaklar günden güne artmaktadır. Örneğin, artık cep telefonunuza yüklediğiniz bir uygulama sayesinde -GPS teknolojisi aracılığı ile- size ne kadar uzakta olursa olsun ortak noktanız/paylaşımlarınız olan kişileri bulabilmektesiniz; tabii ki yine sanal bir kimlik oluşturmak şartı ile. Bir de Twitter örneği var. Twitter, arkadaşlık ve iletişim kurmaktan çok ilgi duyduğumuz alanlar ile ilgilenen kişilerin bilgi veya düşünce paylaşımlarını takip etmemizi sağlayan mikro blog sitesidir. Bu sayede ilgi alanlarımızdaki gelişmeleri oturduğumuz yerden takip edebilir hatta paylaşımın tümüne -mesaja iliştirilen bağlantı sayesinde- ulaşabiliriz. Mikro Blog’dan Makro Blog’a geçecek olursak sanal dünyadaki kimliğimizle günlükler tutabilir ve notlarımızı bütün dünyayla paylaşabiliriz. Facebook’a dönecek olursak… Facebook “okul arkadaşınızı bulun” sloganıyla yola çıkmış olsa da başka birçok amaca hizmet ettiğini söylemek gerek. Örneğin, arkadaş listenize eklediğiniz herkesin doğum gününü görebiliyor ve aslında kırk sene düşünseniz de anımsayamayacağınız doğum günlerini kutlayabiliyorsunuz.  Facebook size bir şeylerden (fotoğraf, şiir, yorum gibi) “hoşlanma” ve bir şeyleri “dürtme” olanağı sunduğundan gelen herhangi bir dürtme veya hoşlanma uyarısına tepki verdiğiniz anda sonradan sanal olmaktan çıkabilecek bu oyuna dahil olmanız muhtemeldir. Bugün birçoğumuzun annesi (ve babası) cep telefonundan kısa mesaj atamazken sosyal ağlarda yer alan oyunları dilini anlamadığı halde oynayabiliyor ve taleplerine cevap gelmeyince arkadaşlarına kızabiliyor. Kendilerini çocuklarını yetiştirmeye adamış ebeveynlerimizin, hayatlarını oyunlara göre ayarladığını görmek bizi şaşırtsa da, sosyal ağlar onlar için bir eğlence, dinlenme ve rahatlama alanı. Ve aynı zamanda ne yazık ki dedikodu kaynağı da… Bunlar buzdağının görünen kısmı, bir de görünmeyen taraflarına bakalım.

Öncelikle sosyal ağlar toplum yararı içindir gibi düşünülse de, esas amaç tabii ki “maddi çıkarlar”dır. Maddi çıkarlar dışında, her ne kadar adında “sosyal” geçse de, facebook, twitter gibi ağlar insanı bağımlılaştırmakta ve asosyallik gibi bir tehlike yaratmaktadırlar. Bunlara ek olarak, insanların ego yarışına ve kendi reklamlarını yapmalarına araç olmakta ve “Ayşe Hanım tatilde Prag’taymış” gibi anlamsız yorumlar/kıskançlıklar gözlenmektedir. Aile ve arkadaşlık ilişkilerinin de olumsuz etkilendiği söylenmelidir.  Bir gün bir annenin, kızını Facebook yüzünden azarladığına tanık oldum ve böylelikle sosyal ağların aile-çocuk iletişiminde ciddi bir tehlike yarattığını ister istemez kanıksadım. Anne kızına şöyle bağırmıştı: “Eve gider gitmez bütün arkadaş listeni bana göstereceksin ve eğer senden yaşça büyük biri listende varsa cezalandırılacaksın!” Yaratılan güvensizliği ve annenin tutumunu bir tarafa bırakın. Bazen, sosyal ağlar, ebeveynlerin kaygılarını haklı çıkarırcasına hiç de masum olmayan (çok kötü) amaçlar için kullanılabilmektedir. Sanal ortamda yazılanların ve görmemize izin verilen fotoğrafların gerçek olmadığı ihtimalini de göz ardı etmemiz lazım. Sosyal ağlarda birçok sanal kimlik gerçeği ile bağdaşsa da, gerçek ile yakından uzağa ilgisi olmayan ve sadece sanal kişilik için yaratılmış birçok profil mevcuttur. Hatta bu gerçek kimlikle alakası olmayan sanal kimlikler sizin kimliğinizden de çalınmış öğeler barındırıyor olabilir. Bu, size ait ve tek olan unsurunuz yani yüzünüz de olabilir ne yazık ki. Bu konuda ne kadar kötü olabileceğimizi, Peter Steiner örneklendirmiştir. Steiner, 5 Temmuz 1993’te The New Yorker’da çizdiği karikatürde, “İnternette kimse köpek olduğumuzu bil(e)mez.” başlığı ile duruma dikkat çekmiş ve konuyu çok güzel betimlemiştir.

Yazıyı, insanın gerek gerçek yaşamda gerekse sanal yaşamda nasıl bir duruşu olması gerektiği ile sonlandırmak istiyorum. Belirtmek gerekir ki, sanal ağlar ile günlük yaşamımızdaki sosyal ilişkilerimiz ortak bir noktaya sahiptirler. Nasıl ki gündelik hayatımızda herhangi biri ile iletişim kurmaz ve sosyal ortamlarda bulunmazsak varlığımız “görünmez” olur,  sosyal ağlarda da statümüzü güncellemez, yazılan veya paylaşılanlara yorumda bulunmazsak varlığımız pek de dikkat çekmez. Ancak bundan da önemlisi ortaya bir şeyler koymaz, üretmez ve sadece başkalarının yaptıklarını paylaşır, izler  ve en kötüsü de çalarsak ne sanal dünyada ne de gerçek dünyada kabul görürüz!!!  

 

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri