Saçmalığın normalleşip nevi şahsına münhasır bir meşruiyet kazandığını, giderek sistematikleşip bizatihi düzen haline geldiğini her düşündüğümde (ki son günlerde başka hiçbir şey düşünemez oldum), Melville’in Katip Bartleby’si geliyor aklıma. Hani o patronunun her emrini, talimatını, hatta ricasını, hiçbir makul ve mantıklı gerekçe göstermeye ihtiyaç duymaksızın, “yapmamayı tercih ederim” diyerek yanıtlayan muhteşem tip var ya, o işte!
Patronunun Bartleby’nin bu yanıtı karşısında kapıldığı dehşeti şu sözlerle anlatır Melville: “Yerimde işte tam böyle oturmuşum, ona sesleniyorum – çabucak söyleyiveriyorum; ondan istediğim bir kağıt parçasını benimle birlikte gözden geçirmesi. Duldasında kılını bile kıpırdatmadan, yumuşak ama kararlı bir ses tonuyla ‘yapmamayı tercih ederim’ diye karşılık verdiğinde nasıl şaşırdığımı, daha doğrusu dehşete kapıldığımı tahmin etmişsinizdir” (Herman Melville, Katip Bartleby, çev. Yusuf Eradam, Ankara, Dost Kitabevi Yayınları, 2000, s. 30).
Bartleby’nin yaptığı şey düzeni bozmak değil, onun temellerini sarsmak, bu suretle onu yıkmak, yerle bir etmektir aslında. Çünkü düzen patronun emir vermesi ve katibin bunu harfiyen yerine getirmesi üzerine kuruludur. Patronun verdiği emirde rasyonel bir gerekçe aranmasa da, katibin bunu yerine getirmemesinin mutlaka “akıl”a uygun bir sebebinin olması gerekir. Dahası, patronun “x” emrini değil de “y” emrini vermeyi tercih etmesi makulken, katibin emirler karşısında onları yerine getirip getirmemek konusunda bir tercih hakkının bulunmaması düzenin temel kuralıdır. İşte Bartleby doğrudan doğruya bu temel kuralı ihlal etmektedir. Düzen içinde kalıp “şimdi değil, sonra yaparım çünkü...” veya “yapamam çünkü...” sözcükleriyle başlayan cümleler kursa, ya patronu tarafından mazur görülecek ya da cezalandırılacaktır. İtaatsizlik düzen karşıtı gibi görülebilir ama çoğu zaman düzene eklemlenmiştir. Bartleby, bunu yapmak yerine, doğrudan doğruya düzenin temel kuralını ihlal ederek karşısındakini abandone bırakmayı “tercih” etmektedir. Nitekim bu tavır karşısında patron çaresizdir. Melville ona şunları söyletir:
“Bunu yapan başka birisi olsaydı öfkeden kudurur, ağzıma geleni söyler, onu rezil edip huzurumdan def ederdim. Ama Bartleby’de öyle bir şey vardı ki sadece elimi kolumu bağlamakla kalmıyor, aynı zamanda nefis bir dokunaklılık beni darmadağın ediyordu” (Melville, s. 32).
Aslında patronun “başka birisi” ile yaptığı karşılaştırma mantıken geçersizdir. Çünkü Bartleby, düzeni külliyen reddeden ender insanlardandır ve onu düzenin çarklarına uyum gösterenlerle, hatta arada bir itaatsizlik edenlerle karşılaştırmak mümkün değildir.
Borges, onu sıradan insanlarla karşılaştırmanın doğru olmayacağını bildiğinden olsa gerek, Kafka’nın “Dava”sındaki başkahramanla ilişkilendirmeyi tercih eder. Nasıl ki o başkahraman, saygınlıktan tamamen yoksun, saçma sapan bir mahkeme tarafından yargılanıp mahkum edildiğinde en ufak bir tepki göstermez, yani mahkemeyi ve onun üzerine kurulu olduğu “mantık”ı reddeder, Bartleby de kurulu düzenin tüm mantık kurallarına aykırı davranıp, o mantık kurallarının dışında herhangi bir şey düşünme becerisinden yoksun olanları şaşkına çevirir (Borges’in konuyla ilgili söyledikleri için bkz. Melville, s. 12-13).
Saçmalık böyle bir şeydir işte. Onunla onun üzerinde yükseldiği mantığın kuralları içinde kalarak mücadele etmek zinhar mümkün değildir. Ara sıra ortaya konulan itaatsizlik eylemleri de o mantığa eklemlenmekten kurtulamaz çoğu zaman. Sahici bir mücadele verilecekse, doğrudan doğruya saçmalığın, dolayısıyla düzenin üzerine kurulduğu mantığa hücum etmek gerekir. Hücum kelimesi topu tüfeği elbette çağrıştırabilir. Ama saçmalıkla özdeşleşse de, bu sözcükle anılmayı hak eden her “düzen”, top ve tüfek açısından muhaliflerinden daha güçlüdür. Bu nedenle topa tüfeğe sarılarak mücadeleye girişmek akıllıca değildir. Mücadele ancak, düzenin içinde eriyip, ona karışıp, onunla bütünleşenlere, düzenin saçmalığını, sahici bir mantıktan yoksunluğunu, onu külliyen reddederek göstermek suretiyle verilebilir. İşte bu nedenledir ki saçmalığın düzen haline geldiği her yerde Katip Bartleby’yi hatırlamak gerekir.
Not: Bu yazı 5 Ocak 2014’te adres’te yayınlanmıştı