Haksızlığa uğramışlık duygusu yön veriyor dünyaya. Mağdurların, haysiyeti kırılanların, mahrum bırakılanların talepleri ve öfkeleri temel bir mesele olarak ortaya çıkıyor. Hem kişisel hem toplumsal düzeyde böyle bu. Hemen hemen her kapının ardında birilerinin kurmaya çalıştığı mikro iktidarlara karşı çıkan, kırılan onurunun öfkesiyle kıvranan, reddedilmişlik duygusuyla acı çeken birileri var.
Bir ilişki krizi çağında yaşıyoruz. Edebiyat yetmiyor olmalı ki psikoterapistler, yaşam koçları, kişisel gelişim uzmanları özellikle büyük şehir insanları için en muteber şahsiyetler. İlişkilerin ömrü kısaldıkça kısalıyor. Kimse kimseye mahkûm değil çünkü. Hayat sayısız seçeneklerle dolu. Dünyada boşanma oranı ortalaması yüzde elli civarında. Devam etmek için yarı yarıya bir şans var yani. Geçmişte insanlar genelde yakın çevrelerinden biriyle evlenirler ve ilk kez o kişiyle cinselliği yaşayıp monogam bir hayat sürerlerdi. Erkekler bu istisnayı bozabilirlerdi. Kadınlar için ise bunun dışına çıkmak yıkımı, damgalanmayı getirirdi. İnsan ömrü uzun da değildi zaten. Bir kişiye hayat boyu katlanmak daha kolaydı. Bugün ise evlilik öncesi aktif bir cinsel hayat yaşayıp evlilikle birlikte monogam olunması bekleniyor. Büyük şehirlerde yalnızlık o kadar ciddi bir sorun haline gelmiş durumda ki İngiltere’de “Yalnızlık Bakanlığı” kurulmasına kadar gidebilmiş bu. İnsanlar çöpçatan sitelerden kendilerine ilişki arıyorlar. Sosyal medya toplu taşıma araçlarında birbirlerine yüzlerine bakmayan bir ekrana sabitlenmiş insanlar yaratmış. Evlerde de uzun süreler ekran başında yaşanıyor.
Fotoğraflar çoğu zaman gösterdikleri şeyi anlatmasalar da birbirimizin hayatlarını gayri ihtiyari de olsa dikizlerken bizleri yaralayabiliyor. Hala kalbinde taşıdığın bir sevgilinin bir başkasıyla çekilmiş samimi fotoğrafları örneğin. Kalbe saplanan bir kurşun gibi çoğu zaman. Mağduru olduğumuzda farkına varıyoruz bunun. Oysa bir başka fotoğrafın zalimiyizdir belki de.
Bir kalp kırıklığı nedeniyle bütün bir hayatı mutsuzlukla yaşayan insanlar var. Aşk acıları ölüm acılarına en yakın olan. İlişki kurabilme ve sürdürebilme yeteneği önemli bir beceri. Artık otoriter öğretmenlerin çocuklara birtakım lüzumsuz bilgiler dayattığı okul ortamları değişmek zorunda. Doğru iletişime, ilişkilerin inceliklerine değinen, bunların pratiğine yönelen dersler lazım.
Edebiyat dersi bir keyif dersi olabilmeli. Sınav sistemi bazı kuzey ülkelerindeki gibi kaldırılırsa her şey daha güzel olabilir.
Birilerinin zaferinin ötekinin yıkımı, birilerinin mutluluğunun ötekilerin kederi olduğu bir dünya söz konusu. Bu paradigmayı nasıl değiştirebileceğimizi tartışsak mesela.
Acılar da yenilgiler de hayatın bir parçası. Onlara engel olamayız ama onlarla nasıl başa çıkabileceğimiz üzerine kafa yorabiliriz.
Fotoğraflar ve görüntüler hiçbir dönemde hayatımızın bu kadar önemli bir parçası olmamışlardı. Her anı belgelemeye, şu geçici dünyada kendimizi geleceğe bırakmaya çalışıyoruz.
Bazı fotoğraflar insanın kalbini fena acıtıyor elbette. Üşümüş Kuşlar kitabımda Camera Obscura şiirim böylesi bir fotoğrafı anlatıyordu. Onunla sonlandırayım bu yazıyı.
CAMERA OBSCURA
Görünmüyor içinden geçen
bakışına sızan gölgem
masadaki hayaletim
öncesinde yazdığın mektup
kırılışı hatıranın
titreşen şiiri kalbin
mucizesi gecemizin
Gülüşünle küsmüş gül
Acıyan rüyama uzanmış elin
Kalbimiz geçiyor aklından
Yansıyan yanılsamasıdır anın
Kırılgan felaketim rüzgârda savrulan
Başım dönüyor kalbin hızından
Fotoğrafta olmayan kadın
tutkunun ipini labirente bırakan
Gerçek kaçıyor suretinden
Çoğu zaman sır kalır cinayeti işleyen
Yedi yanlış var fotoğrafta görülen
(Neşe Yaşın, Üşümüş Kuşlar s.61)