“Nedir suçsuzluğumuz, suçumuz nedir?
herkes çıplaktır, herkes tehlikede
nerden bu gözüpeklik ?
duygudan ürkmeyen kişi, bilir nasıl davranacağını.
tıpkı o şakıdıkça göğe doğru büyüyen
ve çelikten biçimini alan kuş gibi.
tutsak olsa da kendisi ,
yetinmek ne aşağılık bir şey der,
şakıyan güçlü sesi” (Marianne Moore)
Tanrı önce dünyayı,sonra üstündeki canlıları ve nihayet insanı yarattı!.İnsan onun, en özene bezene yarattığı varlık.Bu yüzden de diğer canlılardan farklı ve üstün.Bu üstünlüğün sebebi muhakkak ki aklı ve düşüncesidir.Tüm canlıların en baştaki gayesi hayatlarını devam ettirebilecek temel ihtiyaçlarını karşılamak iken;insan bununla yetinmeyip, her gün yeni oluşumlarla hayatını ve dünyayı değiştirme çabasındadır.Kuşlar yuva yaparlar,kaplanlar,ayılar mağaraları kendilerine barınak edinirler ama onlar bunu sadece hayatta kalabilmek için yaparlar.Cumbalı yuvaları, halı döşeli mağaraları yoktur. Avlarını doğadan buldukları şekilde yerler. Ateşi keşfedip pişirme gereği duymamışlardır ilk insan gibi. Nasıl gelmişlerse öyle devam ediyorlar nesilden nesile. Oysa insan, dünyaya geldiği günden beri hayatını devam ettirmekle kalmamış, daha rahat ve konforlu yaşamanın yollarını aramış, bunun için de zekâsını kullanarak yarattıkça yaratmıştır. Tanrı, insanı yaratırken ona büyük bir yaratıcılık yeteneği de vermiştir.Bu yaratıcı yetenek sayesindedir ki teknoloji aklımızın alamayacağı boyutlara ulaşmıştır ve her gün o kadar artan bir hızla ilerliyor ki, takip etmekte adeta zorlanıyoruz. Bugün her şey insanoğlunun eli altında; her şeye ulaşması o kadar kolay ki bazen sıkıcı bile olabiliyor bu kolaylıklar. Mesela cep telefonuyla konuşmak yerine mektup yazmayı ve almayı özlüyoruz. Zaman zaman eski değerlerimizi yitirdiğimize hayıflanıyoruz. Ama yine de bütün bu kolaylıkları sunan yaratıcılara, mucitlere minnet duyduğumuz da bir gerçek...
Nedir yaratıcılık? Kabaca tanımıyla yeni bir şeye varlık kazandırma veya geleceğin biçimlenmesinde rol oynama diyebiliriz ona. Yaratıcı düşünce ve yaratıcılık konusunda herkes farklı şeyler düşünebilir. Kimdir yaratıcı? Bazılarına göre ampulü bulan Edison, bazılarına göre ünlü ressam Picasso, bazılarına göre Mozart, kimilerine göre de değişik yemekler yapan bir ev hanımı! Yaratıcılık, kişiye göre değişik derece ve boyutları olan düşünme biçimidir diyebiliriz..Her insanda değişik alanlarda ve boyutlarda var olan bir özelliktir.Bu bakımdan bazı insanlar yaratıcıdır,bazıları değildir diye bir yargı yürütmek doğru değildir.Ne var ki düşünce ve davranışlardaki yoğunluk,kültür ortamı,eğitim ve kalıtıma göre yaratmanın niteliği de değişir.
Her yeni girişimde yani yaratma sürecinde cesaret unsuruna ihtiyaç vardır. Cesaret; hayal kırıklıklarına ve umutsuzluğa rağmen ilerleyebilme, azmini devam ettirebilme sürecidir.Yaratma sürecinde kendimize özgü fikirleri savunmak,onların arkasında durmak zorundayız.Aksi halde bu, kendimize ihanetimiz; kendi sahamıza gol atmamız gibi bir şey olur.Zorluklara karşı ilerleme dürtüsü yani cesaret; ne egodan kaynaklanan inatçılığa;ne de kendini kanıtlama ve alkışlanma adına olmamalıdır.Bu,sadece öz’ün maskelenmesinden başka bir şey kazandırmaz .Cesaret; bütün erdem ve değerlerin temelinde yatan ve onlara gerçeklik kazandıran temeldir.İnsanların hayatında en önemli unsur olan erdem ve onura kavuşmak ancak cesaretle mümkündür.Bir de şu akıldan çıkarılmamalıdır ki; yapmak istediğimiz her yenilikte yanılma ihtimali de vardır ve marifet,bu risk de göze alınarak korkusuzca girişimde bulunmak cesaretini göstermektir.Gerçek cesaret de zaten bu değil midir?
Yaratıcılık bir bakıma ölümsüzlüğe özlemdir.Çünkü insan kaçınılmaz olan ölümünden sonra da yarattığı eserlerle bir anlamda yaşar.Bunun sayısız örneği vardır.Her ışığı yaktığımızda Edison aklımıza gelmeyebilir ama saatlerce süren karanlıktan sonra yanan ışıkla en azından birkaç kişi onu minnetle anar.Ruhumuzu dinlendiren bir müzikle,onu yaratanı da yaşatmış oluruz.Her yeni eser bir yaratmanın neticesidir ve bir yaratıcısı vardır.Teknoloji başta olmak üzere eğitim,siyaset,moda,hülasa tüm uğraşlarda değişim ve yeniliklerin yaşandığı zamanımızda, muhakkak ki bunları yapacak cesaretli insanlara ihtiyaç vardır ama ben daha çok güzel sanatlar alanında yaratıcı olan sanatçılardan ve onların yaratma gücünden söz etmek istiyorum.Örneğin, ressamlardan, sahne sanatçılarından, yazarlardan,şairlerden,senaristlerden,müzisyenlerden..
Yukarıda sözünü ettiğim yaratıcılıkta temel; araştırmaya ve bilime dayalı iken sözünü ettiğim sanatta -her ne kadar yine bilime ve araştırmaya ihtiyaç varsa da-esin ve imgeleme ön plândadır. Onlar, sıradan, duygusuz ve alışılmış şeyleri sevmezler. Her zaman yeniyi yaratmak isterler. Onların eserleri daha çok dinleyicisinin veya seyircisinin duygularına hitap eder. Güzel bir resim karşısında hayal gücümüz devreye girer, Mozart’ın beşinci senfonisini dinlerken içinde olduğumuz ortamı ve şartları unutur, bambaşka âlemlere dalarız. Bir şarkı dinlerken coşku duyar veya kederleniriz. Bir duygu yoğunluğu yaşarız. İşte bu sanatçıları, yaratıcıları diğerlerinden ayıran özellik de budur. Onlar bize güzellikleri, sevgiyi, aşkı, coşkuyu ilham ettikleri gibi; öfkeyi, hüznü, pişmanlık duygusunu da yaşatırlar ve bazen de varlığımızı sorgulamaya, kendimizi keşfetmeye, kendimizle hesaplaşmaya davet ederler. Bu tür eserler bize, her gün biraz daha yitirdiğimiz duygulanımlarımızı bahşederler.
İnsanın; olaylara, hatıralara ,düşüncelere duygusal tepki ile katılabilme yetisidir duygulanım. Diğer bir deyişle, duyarlılığın harekete geçişidir.Uzun süren duygulanımlar her ne kadar psikolojik sorunlara neden olsa da; dozunda tutmak kaydıyle insani bir değer olarak onları yaşamak zorundayız. Bir gerçeği daha vurgulamak gerekir ki eserleriyle kültüre büyük katkısı olan ve bize duygularımızı bahşeden bu sanatçıların çoğu ne acıdır ki; yaşadıkları dönemde görmezlikten gelinmiş, ancak ölümlerinden sonra yapıtları değerlendirilmiştir. Buna en güzel örneklerden biri de Van Gogh’tur. Bugün resim ve eskizleri dünyanın en tanınmış ve pahalı eserleri arasında yer alan Van Gogh, yaşadığı süre içinde çok büyük maddi sıkıntı çekmiş ve hayatını ancak kardeşinden destek alarak sürdürebilmişti. Günümüzde ve adamızda da bu böyle değil midir? Birkaç istisna dışında emeğini, zamanını,en önemlisi yüreğini cömertçe ortaya koyarak sanat eseri üreten sanatçıların kaçı eserlerini toplumla paylaşabilme şansına sahip?.Ama onlar yaratmaya devam edecekler çünkü içlerindeki yaratma coşkusu ve dürtüsü o kadar yoğun ki, o coşkunun yerinde durması mümkün değil. O, coşar,taşar ve şiire,şarkıya,resme,yazıya dökülür.Dökülmek zorunda!...