Kıbrıs’ın kuzeyinde doğup büyüyen ve hayatının geri kalanını da büyük ihtimalle burada geçirecek bir
genç olmak, çoğu zaman kısıtlı koşullarla başa çıkmayı öğrenmek demektir. Her fırsatta hayat
şartlarının zorluğundan yakınıyoruz. “Keşke sınırın ötesinde doğsaydık,” gibi cümleler kuruyoruz.
Aslında tam da bu sınırlamaların bizi daha yaratıcı hale getirdiğini fark ettiğimizde elimizdeki en güçlü
kozun yaratıcılık olduğunu anlıyoruz.
Yaratıcılık, yalnızca bir yetenek ya da bir seçim değil; bazen hayatta kalma içgüdüsünün doğal bir
uzantısıdır. Özellikle kaynakların sınırlı olduğu bir yerde büyümek, insana kendi potansiyelini keşfetme
fırsatı sunar. Elindekilerle yetinmek yerine olmayanı hayal etmek ve bunu bir şekilde var edebilmek,
yaratmanın gerçek başlangıcıdır.
Çocukluğunuzda oynamayı en sevdiğiniz oyunları düşünün. Sahip olmadığımız şeyleri hayal ederek var
ettik. Elimizde minik bir plastik çay bardağı vardı, içine gerçek çay koyamasak bile hayali bir çayı içtik,
misafirlerimize servis ettik. Sınırlı şartların ortasında, hayal gücümüz, yaratıcılığın ta kendisiydi.
Çocukken bunu bu kadar doğal yaparken büyüdükçe unutmaya başladığımız bir şey var: Yaratıcılığı
hayatımıza bir çözüm olarak davet etmek.
Yaratıcı süreç, yalnızca bir şeyler üretmekten ibaret değildir. Aynı zamanda kendimizi keşfetme ve
ifade etme yolculuğudur. Bu süreç sabır ve kararlılık gerektirir. Yaratmak zordur; bazen defalarca
denersiniz ve hiçbir şey istediğiniz gibi olmaz ama sonunda ortaya çıkan, sizin bir parçanızdır. Ona
bakmak bambaşka bir tatmin duygusu getirir.
Kıbrıs’ta genç olmanın, tüm imkansızlıklara rağmen bir ayrıcalık olduğuna inanıyorum. Çünkü buradan
çıkacak her ürün, bu coğrafyanın ruhunu taşır. Üzerinde yaşadığımız bu ada, geçmişten bugüne birçok
hikaye biriktirmiştir ve bu hikayeler yarattığımız her şeye etki eder. Bu yüzden Kıbrıslı bir genç olarak,
bu ruhu yansıtan bir eser bırakmanın önemini her geçen gün daha iyi anlıyorum.
Bu konuyla bağlantılı bir sanat çalışmasından bahsetmek tam yerinde olur. Nurtane Karagil’in bir
kartpostal çalışmasında Beşparmak dağları üzerinde ‘WE ALL NEED THERAPY’, ‘HEPİMİZİN TERAPİYE
İHTİYACI VAR’ çalışmasıyla hepimizi düşünmeye davet ediyor. Bu çalışma ‘Suggestion study for
mountain murals in Cyprus’, ‘Kıbrıs'ta dağ resimleri için öneri çalışması’ olarak çevrilebilir. "Collective
Personal" sergisinde yer alan bu çalışma, Kıbrıs’ın ortak travmalarını ve barış umudunu hatırlatıyor.
Yaşanan kayıplar, zorunlu göçler ve bölünmenin üzerinden onlarca yıl geçmişken, geçmişle
yüzleşmenin ve empati geliştirmenin yollarını sanatta buluyoruz.
Bu sergi, sadece sanatçıların eserlerini değil, aslında hepimizin hislerini bir araya getiriyor. Bu
kartpostal aslında bize Kıbrıs’ın geçmişini ve geleceğini düşündürüyor. Her birimizin hikâyesinin bu ada üzerinde bir izi var. Bu noktadan hareketle yaratmak ve paylaşmak, bizi geçmişin ağırlığından
özgürleştirecek şey olabilir.
Geleceğini bu topraklarda kurmak ve yaşatmak isteyen bir genç olarak, geçmişin yaralarını sarılmasıyla adanın yeniden birleşeceğine inanıyorum. Bu noktada yine bir sanat çalışmasıyla telin hangi tarafında doğmuş olduğumuzun bir önemi olmadığını hatırlıyoruz. LeZi Savvidou’nun Nurtane Karagil’in çalışması üzerine yaptığı eklemede ‘YET WE KEEP BLAMING OTHERS’ yani ‘YİNE DE BAŞKALARINI SUÇLAMAYA DEVAM EDİYORUZ.’ diyor. Bu cümleyle Kuzeyde ya da güneyde doğmanın bir farkı olmadığını, aynı adanın hikâyesini paylaşan insanlar olduğumuz gerçeğini hatırlatıyor. Hepimizin geçmişi bu topraklara kazınmış, yaralarımız farklı yerlerden görünse de aynı kökten geldiğini anlatıyor.
İyileşmek ve yeniden bir arada var olabilmek için "biz" olmayı öğrenmemiz gerekiyor. Ve belki de bunun ilk adımı, kartpostal üzerindeki o basit ama güçlü cümlede saklı: Hepimizin terapiye ihtiyacı var. Sanat da bu ihtiyacı bize hazırlatan en güçlü araçlardan biri. Yaratıcılık ve sanat, geçmişimizi iyileştirmek ve ortak bir geleceği yeniden inşa etmek için elimizdeki en büyük güç.