Literatüre göre 1493 yılında İrlanda’nın Galway bölgesinde, Yargıç James Lynch, dolandırıcılık ve cinayet zanlısı oğlunu mahkum ettikten sonra, onu evinin penceresinden bizzat asarak infaz eder! Yargıç; oğlunun işlediği suçlar sebebiyle, Galway’in güvensiz bir bölge olarak algılanacağını, bu sebeple yabancıların buraya gelmekten çekineceğini düşündüğü için bunu yaptığını söyler. Tarihsel süreç içerisinde linç eylemlerine adını verdiğine inanılan birkaç olay içerisinde en bilinen olay Yargıç Lynch’in olayıdır. Böyle olmasındaki ana faktör olayın aktörünün hukuk kökenli biri olmasıdır belki de…
Çünkü linç dediğimiz şey, yazılı hukuk kurallarının ötesinde bireylerin veya grupların “kendi hukuklarını” oluşturması ve esasen hangi temele dayandığı belli olmayan bu kurallar üzerinden arzu ettiğini kişiyi, arzu ettiği biçimde cezalandırması gibi son derece ilkel bir yönteme dayanıyor.
21 Ocak 2018 tarihinde Afrika Gazetesi’ne, Madımak ruhuyla yapılan saldırı tam da böyle bir olaydı. Yayınladığı karikatürün hukuk sistemimiz içerisinde düşünce özgürlüğü kapsamına girdiği biliniyor olduğu halde Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın hedef göstermesiyle gazete önüne toplanan kalabalık, kendi hukukunu oluşturmaya ve bu temelde kestiği cezayı uygulamaya kalktı! Neyse ki hem mahkeme, hukuk sistemine sahip çıktı hem de toplum demokrasi kültürüne... Olayın ardından yağmur altında binlerce kişi yürüyüş yaparak bu topraklarda hıncın ve şiddetin yeniden yeşermesine müsaade etmeyeceğini beyan etmiş oldu.
***
Peki linç dediğimiz şey, bugünkü iletişim imkanları da düşünüldüğünde yalnızca fiziki olanı mı anlatmaktadır? Görünen o ki, bilim dünyası bu konudaki birikimini genişletiyor. Sosyal medya uygulamalarının alabildiğine geliştiği günümüzde bu uygulamalar üzerinden kurgulanan linç kampanyaları tanımlanmaya başlıyor ve “siber zorbalık” konulu tezlerin sayısı artmaya başlıyor.
Geçtiğimiz haftalarda biraz bu konulara odaklanmaya çalıştım. Siber zorbalıkla ilgili son yıllarda dünyada yaşanmış çok sayıda örnek var. Bazılarından bir şekilde haberdar olmuştum. Ancak duymadıklarımın çoğunlukta olduğunu itiraf etmeliyim. 22 Mart 2017 tarihinde Londra’da Westminster Köprüsü’ndeki Müslüman kadının hikayesi duymadıklarımdan biriydi örneğin.
Bu tarihte radikal islamcı terör örgütü IŞİD’in gerçekleştirdiği eylem sonrasında foto muhabiri Jamie Lorriman tarafından basına bir fotoğraf servis ediliyor. Bu fotoğrafta yerde yatan yaralılara müdahale eden görevliler yanında başörtülü siyahi bir kadın da yer alıyor. Yalnızca “o an”ı resmeden bu görüntüde, yaşanan terör saldırısı sonrasında “umursamaz bir tavır içerisinde” köprüden geçtiği iddia edilen kadın dikkat çekiyor. Sosyal medya kullanıcıları bu “umursamaz tavrı” kendi hukukları çerçevesinde değerlendirmeye tabi tutarak kadını “terör destekçisi” ilan ederek ona rengi, dini görüşü ve kadın oluşu üzerinden hakaretler yağdırıyor. Dakikalar içerisinde sosyal medya platformlarında yayılan görüntü sonucunda kadın inanılmaz bir lince maruz kalarak, sokağa çıkamaz hale getiriliyor. Gerçekse foto muhabirinin, bu sosyal medya linci sonrasında diğer fotoğraf karelerini de basına servis etmesiyle anlaşılıyor.
İlk yayınlanan fotoğrafta “umursamaz bir tavır içerisinde” olduğu iddia edilen başörtülü siyahi kadının sonraki fotoğraflarda endişe içerisinde sağa sola bakındığı görülüyor. Olayın ardından bir açıklama yayınlayan kadın şu ifadele yer veriyor:
“Fotoğraf, diğer tanıklarla konuşup ne olduğunu anlamaya çalışmamı ve olay yerinde mağdurlarla ilgilenen pek çok insan olmasına rağmen her hangi bir yardımım dokunabilir mi şeklindeki uğraşımı göstermiyor. Sonrasında iyi olduğumu ve işten eve doğru geldiğimi haber vermek için ailemi aradım. Ardından Waterloo istasyonuna gitmesine yardımcı olmak için bir hanımefendiye yol boyunca eşlik ettim. Tüm düşüncelerim kurbanlar ve aileleriyle birlikte. Fotoğrafı çeken Jamie Lorriman’a, beni savunduğu ve medyaya konuştuğu için teşekkür etmek istiyorum.”
Afrika Gazetesi’nin yayınladığı karikatür sonucunda gazete yöneticileriyle birlikte bir grup insan binaya hapsedilerek şiddete maruz bırakıldı. İngiltere’de yaşanan olaydaki kadın ise sosyal medya linci sebebiyle sokağa çıkamayacak hale getirildi. O da şiddetin farklı bir biçimine maruz kaldı. İki olayın gerekçeleri ve olaylar esnasında kullanılan yöntemler farklı olsa da sonuç sanırım aynı. Belirli kişiler, katılmadıkları, beğenmedikleri bir fikri ve bu fikri savunduğuna inandıkları kişileri, nereden kaynaklandığı belli olmayan bir “hukuki çerçevede” mahkum ederek “ceza kesiyor” ve bunu bizzat uyguluyor! Üstelik şiddete maruz kalanlarla, şiddetin mağduru olanlar dönem dönem yer de değiştirebiliyor!
Afrika Gazetesi’ne yönelen şiddet olayları sonrasında binlerce insan yağmur altında yürüyerek farklılıklara saygı temelinde demokrasiye sahip çıktı. İyi ki de öyle yaptı!
Peki, her gün sosyal medyada çeşitli sebeplerle hakaretlere maruz kalan kişiler için kendimizden başlayarak bir sorgulamaya girişecek miyiz? Bu tavrın daha fazla yaygınlaşmaması için kolektif bir sorumlulukla hareket etmeyi başarabilecek miyiz? Yoksa Yargıç Lynch gibi davranmaya devam mı edeceğiz?