YARGILANAN REJİMİN KENDİSİDİR

Tacan Reynar

3 yıl öncesi.

Dönemin hükümetinin aldığı karar sonrasında “sabah karanlığı”nda Dağyolu’nda meydana gelen trafik kazasında vatandaşlarımız, gençlerimiz hayatını kaybetmişti. Bunu protesto etmek için Başbakanlık önünde yapılan eylemde, eyleme katılan ve Başbakanlığın meşhur “kapısını” kırdıkları iddia edilen 24 kişiye şimdilerde davalar geliyor. Bildiğimiz kadarıyla bu eylemle ilgili bu karşılaştığımız üçüncü yargılama süreci. Arada mahkum olanlar olduğu gibi, Ağır Ceza Mahkemesi’nde aleyhine dava ikame edilenler de var.

Hatırlanırsa, daha önce 22 Ocak saldırıları sonrasında yaşanan yargılama sürecinde sadece bu kişilerin bir eylemden dolayı yargılandığı ve hiç kimsenin daha önce yargılanmadığı gibi oldukça hatalı bazı açıklamalar yapılmıştı. Hatta bu açıklamaları yapanlar meclisteki bazı milletvekilleriydi. Toplumun gözünün içine baka baka televizyon ekranlarında yalan söylemişler ve bu yalanlarından oy devşirmeye ve hatta etnik milliyetçilikle kendi faşizan tutumlarına kılıf uydurmaya çalışmışlardı.

Oysa ki geçmişte olduğu gibi bugün de devletin herhangi bir kurumunu protesto edenler, idare tarafından fırsat bulunur bulunmaz mahkeme salonlarına sürükleniyorlar, sanık kutusuna sokuluyorlar ve hatta mahkum ediliyorlar. TC Lefkoşa Büyükelçiliği önünde kısa bir süre önce Sendikal Platform’un açıklama yapmasına izin vermeyerek kamu yolunu kapatanların da, bu yalanları uydurup toplumu gerenlerin de aslında tek bir beklentileri var: Yıldırmak.

Ara sıra mahkemelerden insan haklarına vurgu yapan, kamu yolunun kapatılamayacağını ifade eden, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını savunan kararlar çıksa da ortada bu kararları alıp bundan ders çıkaracak bir devletin bulunmaması bizi sonrasında daha trajikomik yargılamalarla yüzleştiriyor.

Örneğin kitabın terör örgütü üyeliği için emare sayılması, polisin yaptığı tahkikatta ansiklopedileri dahi suç unsuru kabul edip insanları mahkemeye çıkarıp, teminata bağlatması bunların ürünü. Yargılaması devam eden, yıllardır terör örgütü üyeliği iddialarıyla insanların teminata bağlandığı, ardından da davanın bir türlü getirilmediği bir yargı düzeninden bahsediyoruz. Tutuksuz yargılanan ancak sonrasında her gün ve her an kafasının üstünde Demokles’in kılıcı gibi sallanan, zanlının tüm hayatını kilitleyen bir teminat süreci. Bunların tümü kat edecek çok yolumuz olduğunu gösteriyor.

***

Devlet aklı, kuzgunlar üleştiğinde kendini sağlama alır. Bizimkisi de o hesap: Yok saydıkça, üleşenler çoğalıyor, fakat çoğaldıkça daha da görünmez oluyorlar. Neden?

Çünkü görmek istemiyoruz. İradi bir körlüğün içindeyiz.

Afrika Gazetesi’nin yayınladığı bir karikatür/kolajdan dolayı yaklaşık 1 yıla yakın bir zamandır görülen, duruşmasının ise yaklaşık 7 aydır sürdüğü yargılamasının sonuna gelindi. KKTC Başsavcılığının toplamda 24 kişiyi, savunma tarafının ise 15 tanık dinlettiği davada karar çok yakında. Bizi neler bekliyor, hep birlikte göreceğiz. Ancak bu kadarıyla bitecek sanılmasın. Afrika Gazetesi aleyhine henüz yargılamasına hiç başlanmamış 2 dava daha var. “Sanıklar” onlar için de mahkemeye gidip gelecekler, yine onlarca tanık şahadet verecek ve böyle sürüp gidecek.

Bitmeyecek.

Yakında Avrupa Parlamentosu seçimleri var. Yıllardır bizi Kıbrıs’ın kuzeyine hapseden, dünyadan tecrit eden rejim şimdilerde telaşa kapıldı. Cüzdanlarındaki Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportuyla dünyayı arşınlayanlar şimdilerde bu seçimlerde oy kullanacağını söyleyen kişilere saldırıyor. Hiç kimse oy kullanmak zorunda değil elbette. Herkesin kendine göre hesaplaşmaları, siyasi tavrı vardır. Ancak oy kullanacağını açıklayan ve bunu destekleyen kişileri hedefe koymak akla zarar. Şahsen AP seçimlerinin Kıbrıs’ta daha fazla yakınlaşmaya, birleşik Kıbrıs’a giden yolda Kıbrıslıların birbirlerini daha fazla tanımasına, ortaya çıkacak seçim sonuçlarının yarının Kıbrıs’ı için bir pratik olacağına inanıyorum. Bu yönde bir gailesi olmayanların sandığa gitmesine elbette gerek yoktur. Ancak böylesi gaileleri olan kişilerin mutlaka sandığa gitmesi ve desteklediği aday kim ise ona oy vermesi önemlidir. Verilecek her oyun da Kıbrıs’ın kuzeyinde Kıbrıslı Türklerin iradesini hiçe sayan, dayatmalarda bulunan, kurulu düzenin bekçiliğini yapıp bundan rant sağlayan kişilere verilecek önemli bir mesaj olacağı ortadadır. Halihazırda kaptanı olmadığımız gemi karaya mı vurur, tünelin ucunda görünmeyen ışık mı kaybolur, yoksa statüko sancısı ile birileri dilini mi yutar bilinmez ama bu seçimler için yapılması gereken kendimize sahip çıkmaktır.

Başka biz yok.

Devletin kendi kudretini adeta ispat etmek için başlattığı her davada, bugün veya yarın, bu ülkenin ilericileri sırayla daha çok itham edilecekler ve yargılanacaklar. Oysa ki biliyoruz, devletin kuşattığı özgürlük alanı daraldıkça ve nefes kesildikçe o yapı sürdürülemez olur. Kendi yurttaşının insan haklarına düşman devlet, devlet olmaz. Nihayetinde bir şiddet aygıtına dönüşür, zamanla çürür ve yok olur. O yüzden bugün mahkemelerde insanlık onurunun mihenk taşı olan düşünce ve ifade, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını savunmak için sıraya dizilenler, kendilerinden çok bu toprakların geleceği için ayakta duruyorlar. Sanık kutusunda ise haddizatında yargılanan rejimin kendisidir, gerçek yüzüdür, ayak sesidir, garabetin içindeki eski bir sömürge yasasıdır, yeni bir otokratik referans, çok yeni diktatoryal bir ruhtur.

Toplumsal kavga ile bireysel çıkarların çatıştığı bir ortamda kendi gailesini toplumdan yana koyanlar bedel ödemeye mahkumdurlar. Böyle oldu ve olmaya da devam edecek. Kurulu düzenin çarklarında kral çıplak diye bağıranlar belki hemen dişlileri kıramazlar ama vicdanen ve insan olma haline dair bir varoluşsal kaygı ile eninde sonunda kazanırlar.

Çünkü direnmek, kazanmaktır.