Yarım kaldım.
Küçük bir adanın yarısına hapsoldum. Hangi yarısını sevmem gerektiği her yanda aylarla yıldızlarla sürekli hatırlatılan bir adanın kuzey yarısında, yarım kaldım.
Yunanca öğrenmeye başlayana kadar farkına pek varamadığım bir kuzeylilik hali vardı bende. Aklım ve dilim aksini iddia etse de, bütün ada benim diye Larnaka, Leymosun denizlerinde alsam da soluğu her fırsatta, kendimi en çok kuzey denizinde ev sahibi hissetmişim.
Akdeniz’in Fransız kıyılarına demir atmışlığım, buralar benden sorulur ukalalığı yapmışlığım da vardı, oysa.
Dili ufaktan anlamaya başlayınca fark ettim, bu başka denizlerdeki eksiklik halinin dil ile bir ilgisi olduğunu. Dilini konuşmak için çaba sarf ettiğim şehri hem ben daha bir sahipleniyorum çünkü, hem de şehrin güneşini kendi dilinde aydın ettiğim insanlar beni daha bir heyecanla alıyorlar aralarına.
Kahve siparişimi ilk kez Yunanca yaptığım zaman farkına vardım bunun, Λευκωσία’da. Şeker isteyip istemediğim sorusunu yanlış anlayınca, kahvemi şekerli içmek zorunda kaldım ama, yan masa ile Yunanca başlayıp İngilizce biten rasgele sohbete de değdi doğrusu.
Bir biz hali yaratıyor dil, şehirde yaşayanlar arasında. Telaşlarını, sevinçlerini, korkularını ve umutlarını en iyi kendi dilinde ifade eder insanlar. Sesleri, renkleri, ezgileri ile örerler en derin tutkularını.
Fıkraları, masalları, dansları ile anlatır toplumlar yaşanmışlıklarını. Öykülerini, inançlarını, isyanlarını sesler ile ifade ederler.
Alt yazı ile izlediğin filmin yabancısısındır illa ki, dilini anladığın zaman dalarsın ancak öykünün içine, hissedersin kahramanın sevdasını.
Sevdanın ayrı bir dili vardır elbet, kendine özgü. Evrenseldir evrensel olmasına da, yöresel bir şivesi de eksik değildir. Tam yaşamak için sevdanı o şiveyi kavrayabilmen gerekir.
Yunanca öğrenmeye başlayınca anladım yarım yaşadığımı Kıbrıs’ta, kuzeyde. Yunanca konuşan dostların sayısını artırdım, ziyaretlerimi sıklaştırdım adamın güneyine. Adayı gerçekten ilk kez bütün olarak sahiplendiğimi hissettim, ağır aksak anlamaya çalışınca ortağımın dilini. Sahiplenildiğimi de hissettim, küçük kardeş Kıbrıslı Türk olarak değil de, Kıbrıslı olarak, eşit. Saygı gördüm şaşkın gözlerde. Dillerini öğrenmek için gösterdiğim çabaya saygı ve bunu karşılıksız bırakmama telaşı.
Türkçe kelimeler çıktı dostların heybelerinden, ortak kelime avına başladık. Türkçe öğrenmeye başlayanlar oldu hatta. Sohbetlerimiz üç dilde döner oldu, birbirimizi düzelttik, tamamladık. Duygusal mesafeler kısaldı, sosyal olan zaten kısaydı korona öncesi. Tamamlandığımı hissettim. Kaybedene kadar hiç farkına dahi varmadığım eksiklik gitmişti. Zivaniya ile kutladım gidişini, özlemedim, aramadım.
Ve salgın başladı, kapılar kapandı. Kıbrıs’ın kuzeyinde kaldım, Kıbrıslı Türk’tüm, ait olduğum yer kuzeydi, hatırlatıyordu unutmuşsam eğer, dağda durmaksızın yanıp sönen bayrak.
Sevmem gereken deniz kuzeydeydi benim, hiç peşimi bırakmayan. Oysa beni Kavafis’i kendi dilinde okuma sevdası sarmıştı bir kere. Haftanın birkaç günü Frappé siparişi vermek de istiyordum. Şekersiz, bol sütlü demeyi de öğrenmiştim üstelik.
Ada tam ikiye bölünürken, yeniden, tamamlanmayı seçmek de hayatın bir şakası olmalı. Kapılar kapandı ve ben kuzeyinde kalakaldım adanın.
Yarım.