Arkadaşlık değerlidir ama en büyük arkadaşlık hakikattir.
Plato
Geçen hafta yazdığım yazıda ülkenin empati konusundaki ahvaline değinmiştim. Maalesef
Kıbrıs’ta empatiden eser yok. Özellikle de yönetici elitler arasında. Durmadan kendi “hakikatlerini” haykırıp duruyorlar. Gelgelelim bu ülkenin kendisi kadar hakikatleri de bölünmüştür. Birbirlerini suçlamaya çok meraklı olan elitler olguların yarısını dile getiriyorlar. Özellikle anma günlerinde toplumların, daha çok da yöneticilerin seçici hafızaları tavan yapıyor...
Geçtiğimiz 20 Temmuz’da da böyle oldu. Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum yetkililerin açıklamaları ülkenin parçalı yapısından fışkıran hakikat parçacıklarıyla doluydu.
Kıbrıslı Rumlar bu acılı günlerinde 20 Temmuz’u lanetlerken, 1974 öncesini adeta belleklerinden sildiler. Ne 1963 yılında anayasayı değiştirmeye kalktıklarından söz ettiler, ne de bizzat Makarios’un kurduğu yasa dışı silahlı grupların Kıbrıslı Türkleri mağdur ettiğinden dem vurdular. Enosisin anayasayla yasaklanmış olmasına rağmen Temsilciler Meclisi’nin Kıbrıs Rum üyelerinin Enosis kararı aldığını hatırlayan da olmadı. Ne de Makarios’un 1968-1974 arasında yapılan Kıbrıs müzakerelerinde takındığı katı tutumu belleğe çağıran biri çıktı...
Yöneticilerden hiçbiri bu konulara değinmedi ama yurttaşlar arasında eleştirel düşünce örneği sergileyenlerin sayısı az değildi. Özellikle Astra radyosunda Neofitos Neofitu’nun yaptığı özel programlara katılan Kıbrıslı Rumların söyledikleri resmi anlatıları yerden yere vurdu.
20 Temmuz’u 21 pare top atışıyla kutlayan Kıbrıs Türk tarafı da aynı şeyi yaptı. Mustafa Akıncı, “20 Temmuz’daki askeri müdahalenin durup dururken meydana gelmediğini, Rum tarafı yakın tarihi hep 20 Temmuz 1974’ten itibaren yazmak istese de, gerçeğin böyle olmadığını” söyledi ve “bu tarihin bir de 5 gün öncesi olduğunu” hatırlattı: “15 Temmuz günü Yunanistan’daki Faşist Albaylar Cuntası Kıbrıs’ta yapmış olduğu darbe ile Makarios’u devirmiş, yerine de Kıbrıslı Rum faşist Nikos Samson’u getirmişti. Kıbrıs Rum Televizyonu Yunan milli marşı eşliğinde Enosis’e gidilmekte olduğunun müjdesini vermekteydi. Eğer Türkiye gecikmeden bu adımı atmasaydı, darbe kökleşecek ve kısa süre sonra dünyada da kabul görmeye başlayacaktı.”
Buraya kadar tamam. Gerçekten de öyle oldu. 20 Temmuz’dan beş gün önce Yunan Cuntası ve EOKA B Makarios’a karşı darbe yaptı. Fakat 20 Temmuz’un “beş gün sonrası” da var. Belli ki, Mustafa Akıncı bunu hafızasından silmiş. Garantör ülke Türkiye’nin darbe karşısında harekete geçmesinin sadece bozulan anayasal düzenin yeniden tesis etme amacını gütmesi halinde yasal ve meşru olabileceğini unutmuş. Cenevre’de Glafkos Kliridis’in 1960 anayasal düzenine dönmeyi, hatta Türk tarafı lehine daha ileri gitmeyi kabul ettiği halde birinci harekatı ikinci harekatın izlediği ve Türkiye’nin Garanti Antlaşmasını çiğneyerek ülkeyi çanak gibi ikiye böldüğü, Kıbrıslı Rumların asırlardan beri yaşadıkları yerlerden kovulduğu ve geri dönmelerinin zor kullanılarak engellendiği Akıncı’nın aklına gelmiyor.
Akıncı onca yıldır çözüm bulunmamasını da sadece Kıbrıslı Rumlara mal ediyor. Dışişleri eski bakanı Nikos Rolandis’in Kıbrıs Rum liderliğine dönük eleştirilerine gönderme yaparak, “Rum tarafının yanlış tutumuyla, oldukça kabarık olan yitirilen fırsatların listesini yayımladığına” işaret ediyor. Burada da hakikatin yarısı dolaşıma sokuluyor. Rolandis’in Kıbrıs Rum liderliğine karşı yaptığı haklı eleştirilere gönderme yaparken, Rauf Denktaş’ın tutumunu unutuyor ve en vahimi, Rolandis’in Kıbrıslı Türklerin tavır ve tutumlara dair ne düşündüğünü merak etmiyor. Kısaca belirteyim. Rolandis 3 Mart 2008 tarihinde kaleme aldığı bir yazısında Kıbrıslı Türklere dair şu önemli tespitlerde bulunuyor: “Kıbrıslı Türkler bir yandan Türkiye’nin askeri gücüne dayandırdıkları bir kibir içindeyken, öte yandan Ankara’ya boğun eğmek durumunda oldukları için kompleks içindedirler. Bu iki özellikleri çözüme yardımcı olmuyor.”
İlginç değil mi? Tecrübeli siyaset adamı, Kıbrıslı Türklerin “iki haline” dikkat çekiyor ve bir yandan Türkiye’nin gücünden kibir ürettiklerini, öte yandan da “adam yerine” konulmadıkları için Türkiye karşısında boyunlarının bükük olduğunu ileri sürüyor ve bunun da çözümün önünde engel teşkil ettiğini söylüyor.
Mustafa Akıncı, sözü son zamanlarda moda edindiği “zihniyet meselesine” de getiriyor. “Rum tarafında gerçekten bir zihniyet dönüşümüne ihtiyaç vardır. Bu durumu yeri geldikçe vurguluyorum. Ama ne yazık ki anlamak istememekte direniyorlar” diyor. Gelgelelim aynı şeyi Anastasiadis de Akıncı için söylüyor. Trajik değil mi?
Belli ki, iki tarafın da zihniyet dönüşümüne ihtiyacı vardır.
20 Temmuz vesilesiyle Tufan Erhürman da mesaj yayımladı. Erhürman “15 Temmuz faşist Yunan darbesinin ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin Garanti Antlaşması’ndan kaynaklanan yetkilerini kullanarak gerçekleştirdiği 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Harekatı’ndan” söz ediyor. Akıncı gibi o da Türkiye’nin Garanti Antlaşmasını çiğnediğini inkar ediyor ve Kıbrıslı Rumların uğradığı haksızlıkları görmezlikten geliyor. Mesajında, “Kıbrıs Türk halkının Kıbrıs sorununun (...) kapsamlı, adil ve kalıcı bir çözüme ulaştırılması için her dönemde üzerine düşeni yaptığını” ileri süren Tufan Erhürman, 1974’ten 2004’e kadar geçen otuz yıl içinde Rauf Denktaş’ın ve Derin Devletin en az Makarios’un 1974 öncesinde takındığı katı tutum kadar uzlaşmaz bir tavır takındıklarını ve çözüm için kılını kıpırdatmadıkları gibi, 2004 yılında Annan Planını sabote etmek için her yola başvurduklarını hafızasından siliyor.
Erhürman, “Kıbrıs sorununun kapsamlı, adil ve kalıcı bir biçimde çözümü hedefine ulaşılmasının önündeki engellerin başında, Kıbrıs Rum halkını yönetenlerin adayı Kıbrıslı Türklerle birlikte yönetmek ve adanın olanaklarını Kıbrıslı Türklerle paylaşmak istememeleri ve statüko korunarak geçecek zamanın kendi lehlerine olduğu düşüncesini taşımalarının geldiğini” ileri sürüyor ve “statüko korunarak geçen zaman yalnızca Kıbrıslı Türklere değil, Kıbrıslı Rumlara da kaybettirmektedir ve bir an önce bunun bilincine varılması gerektiğini” söylüyor.
Kıbrıs Rum toplumunda statükoda çıkarı olan ve bu yüzden statükoyu sürdürmek isteyen toplumsal ve siyasal kesimlerin olduğu doğrudur. Ayrıca, statükonun devamının iki topluma da çok şey kaybettirdiği gerçektir. Fakat burada da gerçeğin yarısı dile getiriliyor. Kıbrıs Türk toplumunda statükodan yamalanan ve çözüm yollarına engeller koyan çok geniş bir kesim olduğu unutuluyor.
Empati fukarası elitlerin seçici bellekle hakikatlerin sadece bazı parçalarını dile getirmeleri bu ülkenin en vahim gerçeklerinden biridir ve barışın önünde büyük bir engeldir.
Fakat şu da var ki, hem Kıbrıs Rum hem de Kıbrıs Türk toplumunda resmi anlatıları bir kenara fırlatan, aklını özgürce ve eleştirel olarak kullanma cesareti gösterenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor. Elitlerin yarattığı bu umutsuz ortamda umudu besleyen de onlardır...