Fatih Yalıner
fatihhyaliner@gmail.com
Yarım İnşaat, Nafia Akdeniz’in 2022 yılında Pikaresk Yayınevi’nden çıkan ikinci şiir kitabı. 2013 yılında yayımlanan Yok’tan yıllar sonra “Yarım İnşaat” adında bir şiir kitabı yayımlaması, kendi şiir yolcuğunda önemli bir evreyi gerçekleştirdiğini gösterir. Yok’tan sonra ancak “Yarım İnşaat”a evrilebilen şiirleri, Kıbrıs’taki yaşamımızın ve varoluş mücadelemizin yarım yamalak olduğunu da anımsatır. Kıbrıs’ta sadece insana özgü değil bu durum. Yarım kalan inşaatların çokluğu, 74 öncesinden inşa edilip atıl durumda olan, restore edilmeyen mimari yapılara; hatta yanıp kül olan, sürekli bir parçasını kaybeden doğamıza da çağrışım yolu açar.
“Yarım İnşaat” adını ilk gördüğünüzde buradaki şiirlerin soğuk betonların veya mimari yapıların hâkim olduğu bir atmosferde yaratıldığı yanılgısına düşebilirsiniz. Ama öyle değil. Yarım İnşaat’ta şair; doğanın, zamanın ve insanın farklı görünümlerini hiç umulmadık anlarda şiirin doğasına uygun bir şekilde ortaya çıkararak, insanın doğa ve evrenle olan ilişkisini incelikle irdeler. Bireyden evrensele giden bu yolculukta, insanın doğadan kopuşu gözle görülür biçimde öne çıkar. Şiirdeki birey, kendini her yenilemeye çalıştığında varoluşunu tamamlayamadığı için yeniden kısır bir döngünün içinde bulur. Bu döngü, aşılacak gibi değildir. Çünkü bu döngünün mimarı, dünya varolduğundan beri yaşamını sürdüren insanların yarattığı söylemlere, metaforlara, dünyayı algılama biçimlerine bağlıdır. Dil, önceki kuşakların gelecek kuşaklara bıraktığı zihinsel virüslerdir. Zihin, dış uyaranların getirdiği bilgileri ayıklayacak bir güce sahip değildir. Yarım İnşaat’ta bireyin yanlış gördüğü her şeye karşı çıkmaya ve insanların yargılarını kırarak yeni bir dil yaratmaya çalışması, onu insanın ve doğanın enkazına sürükler. Karşı çıktığı anlamsal ve dilsel yapıları çözümlemeye çalışırken onların kemikleşmiş varlığının arasında sıkışıp kalır. Özne olmaya çalışan bireyin nesnelere bakış açısının, sürekli yeni imgelerle farklı bir biçimde yorumlandığını da belirtmek önemlidir.
Bu kitabın birçok özelliği Yok’ta patlamaya hazır küçük kıvılcımlar şeklinde bulunur. Nafia Akdeniz’in ilk şiir kitabı “Yok”, Yarım İnşaat’ın hazırlayıcısı konumundadır. Yok’ta şiirdeki birey, kendi iç-dünyasının içinde büyük bir savaş verir. Fakat Yarım İnşaat’ta içsel yolculuğuna dış-dünyanın enkazı da eklenerek farklı bir kıyamet senaryosu ortaya çıkar. Yok’ta görülen imgeler, ikinci kitapta farklı bir seviyeye ulaşır. Nesnelerin yorumlanması ve farklı kavramlara bağlanmasıyla şiirlerin çarpıcılığı güçlenir. Yok’ta görülen letrik şiir, Yarım İnşaat’ta görülmemekle birlikte şiirde fotoğrafik görüntülerin çokluğu, okuyucunun zihninde şiir atmosferinin oluşmasına olanak sağlar.
Yok’ta, bozuk yaşam biçiminin düzeltilmesi için bireyin yüzleşmesi gereken temel varoluş sorunlarıyla yoğrulan ve kendisinin, kavramların, ailenin, toplumun başkalaşım süreçlerini sorgulayan şiirlerden oluşur. Çocukluğun saf dünyasının ilk patlayışı, “baba”nın bireyin yanından ayrılmasıyla başlar. Bu ayrılıktan sonra, hayatın dengesi kayar. Daha sonra aşkın yıkıcılığı ve belirsizliği bireyin dünyasını yanılgılara sürükler. Birey, bilinçli olarak var olan yanılgılara karşı çıkar ve kendini “yok”luğun içine atar. Cehennemin Katları’ndan bilinçli olarak geçer: ‟‘neredesin?’lere direnen varlıklar üfler kabuğuma/ yanık nefesleri yokluğumu sarmalar…/ ‘Burdaydım’larımı arıyorsanız/ buyrun Dante’nin katlarına..ˮ (Dar, s. 35).
Şiirdeki özne, “Yok”ta cehennemi, kendi deneyimlediği bireysel manevi sıkıntılarla aktarırken, doğa (özellikle deniz) dış sorunlara karşı bir koruma duvarına dönüşür. Rüya da “gerçek”ten sığınmak için önemli bir kalkandır. Rüya ile doğanın işleyişi birbirine paraleldir. Yarım İnşaat’ta durum bundan daha farklıdır. Anımsanan gerçekler ile rüyanın ve doğanın iç içe geçmesi, bir enkaz arasında kalan bireyin durumunu kara mizahla yansıtır: ‟çamaşır makinesinde dönüyor hâlâ/ klinik beyazı çarşaflarda sefil leke/ çeyiz desenlerinde kuğular yüzüyor/ yüzümde balıklar baldırımda yara.ˮ (s.52).
Yarım İnşaat’ın bana kalırsa esas can alıcı noktası, insanın doğadan kopuşuna şiir diliyle arkaik geçmişine dalabilmesidir. Enkidu ile Sevişmek (s.53) şiirinde Gılgamış Destanı’ndan hareketle Enkidu’nun kendi doğasından kopuşunu, günümüzün teknolojisine ve kapitalist düzene atılışımızla ele alması dikkat çekicidir: ‟süveydamdan geçen ırmağın göllendiği göbekte/ düşüyorum ağaç yatağımdan dijital mağaralara:/ hayvan öldürmekle beton sulamak arası kapital/ metal soğukluğunda savaşan yapay insan idealˮ.
‟son çağrısıydı/ Kauai kuşunun/ adımı duydum.ˮ (s.40) dizelerinin yer aldığı Çağırmak şiirinde, doğadan kopmanın üzüntüsünü yaşayıp ona geri dönmek isteyen birey, türü yok olan Kauai kuşunun son üyesi erkek kuşun yalnızlığıyla arasında trajik bir bağ kurar. İnsanın doğadan kopuşuyla, hayvan ve bitki türlerinin yok oluşu arasında önemli bir ilişki vardır. İnsanın eşref-i mahlukat olarak kendini piramitin en üst zirvesine yerleştirmesi, doğanın nesneleştirilmesi ve küresel ısınmanın giderek artması; doğaya dönmek isteyen bireyin vicdanını sızlatır. Aynı zamanda doğaya geri dönemeyecek olmanın üzüntüsüyle yaşamdan kaybolan kauai kuş türünün üzüntüsünü birleştirir.
Yarım İnşaat’a ismini veren şiirde kitabın esas yargısı yüzümüze çarpar: ‟döngü doğurgan ve hep yarım inşaat insanˮ (s.57). İnsan, sürekli varoluş kaygısıyla debelenmektedir ve bu debelenmenin sonucu insanın doğadan uzaklaşıp canavarlaşmasına yol açar. Bu canavar, insanın doğadan kopmasından sonra sürekli büyüyen ve değişen önü kesilemeyen bir yaratıktır. Şiirdeki özne, bu yaratığı kendisinde de hisseder. Çünkü iletişimle sürekli pompalanan bilgi, bir virüstür ve algımıza sirayet eder. Özellikle insanlığın tarihsel akışkanlığında öznenin bu yapay denizin içinden çıkabilmesi imkansızdır: ‟bir hayvanım var olmayanın yeridir/ gaipten sıvılarla gelir kokusu yerleşik/ yokluğa ağır ağıt ağır çöker dibimdir/ azat gelmiyor zaptım hep elimi kirletir/ kokusu yerleşiktir, gitsin bu hayvan (…)ˮ (s.60).
Nafia Akdeniz, şiir diliyle kurduğu rüya-gerçek, geçmiş-şimdi bağlamları üzerinden ferdî ve evrensel insanın problemlerini arkeolojik bir kazı yapar gibi irdeleyerek yorumlamış, “enkaz” atmosferini zamanın akışını altüst ederek başarılı bir şekilde şiire uygulamıştır. Doğa-insan ilişkisi bu kitabın temel taşlarından biridir. İnsanın varoluşsal akıbetini ve doğayla ilişkisini sorgulatan bu eser, kalbimizin orta yerinde duran doğaya karşı mahcupluğumuzu da alevlendirmektedir.