Nasıl da kederli bir zaman dilimindeyiz. Bir felaketler zincirinin içinde ve tanıklığında olduğumuz bu dönemde hem ruh sağlığımızı korumak hem de bir işin ucundan tutmak durumundayız. Büyük hayat dersleriyle dolu bütün bu yaşananlar. Dünya bize öylesine öfkeli ki bir gün sarsılıp bizi uzay boşluğuna doğru fırlatacak diye düşünürdüm hep. Neler yapmadık ki zavallı yerküreye. Aklımızı başımıza alma zamanı geldi. Kendi felaketini hazırlayan bir insanlık söz konusu. Büyük sorgulama dönemine ayak basmış bulunuyoruz.
İçimde büyüyen bir çığlık var son sıralar. Derin bir “Ah!” nidası var tarifsiz kederler karşısında… Haz obezitesi, yağma, vahşi talan ve sayısız yüz kızartıcı tanımlamayla anılmayı hak eden bu dönem sona ermek zorunda. Bu masum kurbanlar dönemi bir an önce bitmeli.
Öyle çok acı veren imgeyle kuşatılmışız ki son sıralar, gülümsemekten utanır hale gelmişiz. Bunca karanlığı ışıtmak için buna da ihtiyacımız var ama. Birbirimizin omuzunda ağlamaya, birbirimizi iyi tutmaya, yüreklendirmeye, yaşama sevincini canlı tutmaya ihtiyacımız var. Kötülüklerle, çirkinliklerle, olumsuzluklarla baş etmenin bir yolu da onları zıtlarıyla karşılaştırmakta.
Böylesi dönemler birer turnusol kâğıdı gibi. Samimi olmayan hemen ele veriyor kendini. Gerçekte hangi tarafta olduğumuz hemen açığa çıkıyor. Acı öylesine şiddetli ki bunun yasını tutmamak için tamamen vicdansız ve kalpsiz olmak lazım. Acıya yenik düşmemek de önemli ama.
Yas tutan insanlarla ilgili bir saptamam var. Gözlem sonucunda oluşmuş bir saptama bu. Yasını başka bir şeye dönüştürenler hem kendilerini düze çıkarıyorlar hem de başkalarına yardımcı olabiliyorlar. Kadim yas ritüelleri de bunu gösteriyor. Yas toplu biçimde yaşanıyor. Meşguliyet ve paylaşım epey yardımcı oluyor yasa. Müslümanlıktaki helva kavurmanın bile bir işlevi var. Helva kavuranlar bilir, uzun uzun karıştırmak gerekir irmiği. Bu hem bir oyalanma hem de bir hedefe doğru yürüme halidir. Acıya karşı şeker katılır karışıma. Sonra kapı kapı paylaşılır bu. Acı çeken birinin elini sımsıkı tutarız. Kendi gücümüzden vermek isteriz ona.
Yahudi yas ritüelinde ölüm haberini alanın önce kendi üstündeki kıyafeti parçalaması gerekir. Anitut aşaması deniyor buna. Acının ifade bulması önemli çünkü. Bunu izleyen Şiva döneminde ise. Ölenin yakınları yedi gün boyunca taziye evinden çıkmıyor ve burada ziyaretçileri kabul ediyorlar. Üçüncü dönem ise Şeloşim(Otuz) dönemi. Otuz gün boyunca kaybedilenin yakınları hayata yeniden katılmaya hazırlanırlar. Bu yıl ölen bir anne baba ya da çocuksa bir yıla kadar uzanır bazen.
Budistler ise reenkarnasyona inandıklarından mumlar yakar, çiçekler, meyveler koyarlar ölen için aile tarafından hazırlanan dua noktasına. Dizeler söylenir. Sessizlik ve saygılı bir duruş önemlidir.
Yası bir dönemle sınırlandırmış insanlık. Yası hiç bitmeyenler ise kayıp aileleri. Bu seremonileri yaşayamıyor onlar. Hep bir umudu yeşertip duruyorlar.
Burada en güzel örnek ise Arjantin’deki Plaza de Mayo anneleri. Türkiye’deki Cumartesi Anneleri. Plaza de Mayo anneleri ile çalışan bir aktivistin yorumu çok etkilemişti beni. Plaza de Mayo anneleri çok uzun yaşadılar. Her gün o meydanda oldukları için acıları onları tüketmedi. Birbirlerine destek oldular, bir eylemlilik içinde olmak onlara iyi geldi. En azından çocuklarının hikayesini öğrenmek, kemiklerini bulup onları gömebilmek için inatla yaşama tutundular. Kocaları ise erkenden öldüler. Onlar acılarını daha çok içlerine attılar çünkü. İşe gidip geldiler başka erkeklerle. Belki çocuklarını anımsadıkları zaman bir arkadaş eli omuzlarına dokundu; hepsi bu.
Ali İsmail Korkmaz Vakfı kurulmasaydı o acılı annenin ne durumda olacağını tahmin edebilirdik. Şimdi ise ölüme yenilmemiş ama ona karşı savaşan bir kadın görüyoruz. Başkalarının çocukları da ölmesin, üniversiteyi bitirebilsin diye çalışan bir kadın.
Acımız henüz çok taze ama yasın bizi esir almasına acının bizi paralize etmesine izin vermemeliyiz. Yapacak çok işimiz var, bu dünyanın güzel çocukları bir gün motorları maviliklere sürebilsin diye. Yaratıcı bir döneme yol alma zamanı.