Siyasetçilerin ve siyaset kurumunun önemli bir bölümü konulara hep tersten, kural tanımaz bir anlayışla yaklaşıyor.
Bu, demokratik hukuk devletinin tam anlamıyla yaşam alanı bulamadığı tüm ülkelerde genel bir eğilimdir.
Oralarda yasa ve kuralların yerinin keyfi yönetim tarafından doldurulduğu bir durum egemendir.
Kural tanımazların ve keyfi yönetimin amacı sorun çözmek, o yönde bir adım atmak ya da toplumsal ilerlemeye katkı sağlamak vs değildir.
Sorunun ne olduğundan, nasıl ortaya çıktığından, yol açtığı toplumsal maliyetten bihaber oldukları gibi, sorunun nasıl çözüleceğini de ya bilmemekte ya da öğrenmekte zorlanmaktadırlar.
O nedenle, bu tür ülkelerde siyaset kurumu, tam anlamıyla bir çıkmazın/çöküntünün içinde debelenmektedir.
BRTK müdürünün yargılanıp hüküm giydiği bir davanın sonucuna gösterilen bazı tepkilere baktığımızda, kural tanımazlığın öneğine çok çarpıcı bir biçimde yeniden tanık oluyoruz.
BRTK müdürü, ‘seçim yasaklarının ihlal edilmesi anlamına gelen bir canlı yayını’, Yüksek Seçim Kurulu’nun ‘bu yayını durdurun’ uyarısına rağmen devam ettirmiş.
Yani, bir kamu görevlisi, YSK’nın ihtarına rağmen, Seçim ve Halkoylaması Yasası’nı ihlal etmeye devam etmiş.
YSK, bu ihlali mahkemeye taşımış.
İlgili mahkeme de konuyu görüşmüş ve savunmayı da dinledikten sonra ilgili kamu görevlisi hakkında mahkumiyet kararı vermiş.
Mahkemenin verdiği bu kararı bazı siyasetçiler beğenmiyor.
Elbette, demokraside böyle bir hakları vardır.
Mahkeme kararlarını sonuna kadar eleştirebilirler de.
Ama, henüz yargılama süreci sonuçlanmadan gösterdikleri tepkiler bunun ötesine geçiyor…
Bu tepkiler, bazı yöneticilerin, genel olarak hukuk devleti kavramıyla, özel olarak da yargının bağımsızlığı ilkesiyle ‘kavgalı’ olduklarını gösteriyor.
Bu ‘kavgalı olma’ durumunun bu dönemde alevlenmesi rastlantı olmasa gerek!
Çünkü, mahkeme kararını eşleştirenlerin bazıları, sadece bir eleştiri yapmakla kalmıyorlar.
Yüksek Seçim Kurulu’nun, neredeyse seçimleri yönetme ve seçim yasaklarının uygulanmasını gözetme yetkisi’ni sorguluyorlar.
Dillerinin altında, ‘YSK nın şikayetinin anlamsız ve art iyetli olduğu’ düşüncesi dolanıyor gibi.
Daha da vahimi, sanki bizleri, ‘mahkemenin bu konuyu görüşmemesi gerektiği’ne ya da ilgili kişiye herhangi bir ceza verilmesinin uygun olmadığına’ ikna etmeye çalışıyorlar.
Halbuki, mevzuatımız, YSK’ya seçimlerle ve seçim sonuçlarıyla ilgili tüm süreçleri yönetme yetkisi vermektedir.
Ayni mevuat, mahkemelerimizi de bir kamu görevlisinin suç işleyip işlemediğine, bir suç işlenmişse bu suçun niteliğine ve bu suça karşılık gelen cezanın ne olduğuna karar verme yetkisi vermektedir.
Mahkemelerimizin ve yargıçlardan olusan YSK’nın, herhangi başka bir kamu otoritesinin müdahalesi olmaksızın, mevzuat çerçevesinde hareket edeceği anayasal olarak güvence altına alınmıştır.
Zaten gerek YSK, gerekse ilgili mahkeme, görevlerini yapmaktan başka, herhangi bir eylem içinde olmamıştır.
Yargı organının nihai kararının oluşmadığı bir aşamada, diğer kamu otoritelerinin konuya taraf olmaya çalışması, yargı bağımsızlığı kavramına tahammülsüzlükten başka bir anlama gelmiyor.
Yargı kararının değiştirilmesi için bazı mercileri göreve davet etmek, ‘artık yargı da benim’ demenin en kestirme yoludur.
Acaba, ‘yargı da benim’ demeye getirerek kime özeniyorlar?
Halbuki, savunur göründükleri kamu görevlisinin avukatı, YSK’nın uyarısını dikkate almadığı için ‘müvekkilinin hata yaptığını kabul ettiğini ve özür dilediğini’ belirtmiştir.
Yani, yargıyı hedef tahtasına koyanlar, en azından ilgili kamu görevlisinin avukatının açıklamasını okuduktan sonra demeç vermeleri gerekiyordu.
Ama, konunun yargı boyutu dışında kalan ve belki de, yargıyı ilgilendiren kısımlarından daha da önemli olan bazı yönleri vardır.
BRTK müdürü, mahkeme kararının açıklanmasından sonra çok sade bir değerlendirmede bulundu: ‘…siyasilerin de bana verilen bu ceza karşısında nasıl bir tavır izleyeceklerini merakla beklemekteyim.’
Yani, ortaya çıkan bu durumdan sadece, şeklen seçim yasaklarını ihlal eden BRTK müdürü mü sorumludur?
Acaba, yasama organının alel-acele devreye sokularak af yasası çıkarma girişiminin ardındaki neden, siyaset kurumunun sorumluluğunu gizleme çabası mıdır?
Sadece yargı sürecinin devam ettiği bir ortamda değil, bu sürecin sonlandığı bir aşamada bile yasama organının, bu konuya ‘kişiye özel af çıkararak’ dahil olması, yargının bağımsız varlığına müdahaleden başka bir anlama gelmeyecektir.
Eğer sahip olduğumuz demokrasiyi daha da yıpratmak istemiyorsa, siyaset kurumu kendi sorumluluğunu kabul ederek gerekli adımları atmalıdır.
Öncelikle, BRTK’nın, ne hükümetin ne de hükümeti oluşturan partilerin ‘sesi’ olmadığını kabul edin!
Siyasetin değil, bağımsız haberciliğin ve yorum çeşitliliğinin egemen olduğu, demokratik kurallara ve meslek etik ilkelerine göre işlev gören bir BRTK olmadıkça, genel olarak siyaset kurumu, özel olarak da hükümet edenler, seçim yasaklarının ihlali ve benzer durumların esas sorumlusu olmaya devam edecektir.
Konu aslında ne sadece BRTK ne de onun müdürü değildir.
Demokratikleşme sorunumuzu çözene kadar, her kamu görevlisinin çok iyi bildiği bir kuralın hep hatırda tutulması gerekiyor:
Açıkca suç teşkil eden bir eylem içinde olmaktansa, görevden alınmayı ya da görevden çekilmeyi kabullenmek demokratikleşme çabasına katkı anlamında en doğru yaklaşımdır.
Yani, yasa ihlaline ortak olmayarak, gerçek sorumluları yalnızlaştırmanız gerekiyor.