Bazen geriye dönüp baktığımızda “vay be! neler neler yaşamışız” diyebileceğimiz o kadar şey var ki… Şimdilerde usanmışız, bıkmışız… Alışmışız gidişata… Veya öyle sanıyoruz da kendimizi kandırıyoruz “alıştık artık” diyerek… Kılımızın kıpırdamadığı yalan değil ama şimdi… Kıbrıs sorunuyla ilgili eskisi gibi hareketli değiliz, meydanlarda yokuz, eylemler yapmıyoruz. Çünkü o eylemi, o hareketi gerektirecek bir çaba da ortada yok. Oysa bu yazıyı 12 yıl önce yazdığımda ve tekrar baktığımda o günleri özlemiyor değiliz.
Bir telaştır gidiyor...
“Mal mülk elden gidiyor” gaylesine düştüler.
Ama ne telaş!..
Sandık göremez oldular.
Gördükleri yerde köşe kapmaca oynuyorlar...
Bullez’de Onursal’ın yazdığı gibi “sandık” yasaklandı.
Artık sandık görüldüğü yerde vurulacak! neredeyse...
“Wanted” oldu artık dörtköşe cisimler...
“Biz irademizi kayıt altına alacağız” dedi çözümden yana ağırlığını koymuş örgütler öncülüğünde halk...
Elye’de başladılar sembolik eylemlerine...
Yani barış ateşlerinin de ilk alev aldığı Elye’de...
Ama o da ne?
“Aman ha, O’nlara inanacaklar sonra!” korkusuyla direktifler geldi bir yerlerden...
Köyün etrafı bir savaş alanı gibi sarıldı eylem gecesi...
Ne isim, ne de imza var ortada...
Sadece “bizim irademiz bu” dedi Elyeli ve elde gezen sandığa “evet” oyları attı.
İzin verilmedi buna bile...
Kaptılar sandığı sanki de “vatanı kurtaran aslan!” gibi...
Ardından da 6 sendikacı, politikacı ve üreticiyi hücreye attılar.
“Suçüstü” yakalamışlar... Neyseydi o suç? Sendikacılardan biri sonradan “polise davet edildi” her nasıl suçüstüyse bu? Hastanedeki işinde nöbette olan bir sendika başkanını da “suçüstü” yapmak için aradılar bundan başka...
Suçladılar O’nları... Devleti yıkmakla suçladılar... Muhalefet milletvekilleriyle işbirliği yaptıklarını! da iddia ettiler...
“Sandığı” nasıl ortadan kaldıracaklar bilemediler...
Ardından Girne’de eylem tekrarlandı...
Şölen gibi oldu Girne’deki eylem...
Bu kez bir sandık değil, onlarca sandık geldi evlerden...
“Bu benden” dedi bir genç, “bu da benden” dedi yaşlı bir teyze... Kucağında küçük kızı olduğu halde “benden de bir sandık” dedi baba, yanında eşi varken...
Sandıklar tepe oldu meydanda...
Kapamadılar sandıkları bu kez Elye’de kaptıkları gibi ama yollar kesilmişti ta Girne’nin girişlerinden... Geri dönmek zorunda kaldı mitinge gelmek isteyenlerin bazıları... Gelenler de tepeden tırnağa arandılar...
Barış ateşi yanarken, barış işaretleri hep birden havaya kalkarken, birleşirken eller yukarılarda... Herşey güzeldi...
Ama ertesi gün meydana çıktı telaşın boyutu...
Yasalarda madde aradılar bütün gece ve ertesi gün öğleye kadar...
“Hah bulduk” dediler, “işte bu maddenin içine sığdıralım”, “belki tutar” niyetine...
“Haylaz ve ahlaksız kişiler” maddesine sığdırabildiler sığdıra sığdıra...
“Haylazlık” yapmış o gece 7 kişi... Tanığı da polismiş. Yani “gidin bir şeyler bulun gelin” demişçesine o emir kulu insanlara...
Gene de tutturamadılar bana göre... “Cumhurbaşkanı Denktaş ve Başbakan Eroğlu’na hakaret yapıldı” gerekçesiyle dava okundu aslında ama okudukları davada “umumi yerde rahatsızlık yaratmak” sözcükleri yer aldı. Bu ne demek? Birine hakaretle dava okuyorsun ama “umumi yerde rahatsızlık yaratmak” diyorsun... Nasıl benzetmeyse ben anlayamadım...
Telaş neler yaptırıyor bazılarına...
Haksız alınan malın mülkün, yarattıkları düzenin, var olan statükonun son günlerini yanı başlarında hissedenler...
Telaş boşuna... Boynuna koca taşı bağlamış birinin denizin dibine giderken boşuna çırpınması gibi...
Çırpındıkça daha hızlı batıyor.
* * *
Bugün 1 Nisan ama “Nisan 1 şakası” değil bu yazılanlar...
Ülkemizdeki bir gerçeği yazdık sadece... Tıpkı Nisan 1 şakası gibi...
(01.04.2003)