Erdem Ertürk
erdem.ertourk@gmail.com
Koordinasyon ofisinin kurulmasına ilişkin yasa 27 milletvekilinin oyuyla meclisten onay aldı. Bu onay, yasanın meclisten geçmemesi adına oluşan toplumsal tepkiye ve gecenin geç saatlerine kadar süren meclisteki tartışmalara rağmen verildi. TDP milletvekili Zeki Çeler’in çabası ile içerdiği tehlikeler ülke gündemine taşınan yasa tasarısı gençlerin yüksek enerji ve iradesi ile karşı konulmuştu. Bu yazı ile kısaca irdelemek istediğim konu ikiye ayrılır. Öncelikli hedefim, onayı veren milletvekillerinin gençlerin karşı duruşunu nasıl göz ardı edebildikleri sorusuna yanıt aramaktır. İkinci konu ise bu soruya verilecek cevaplar üzerinden Koordinasyon Ofisine karşı sergilenen duruşun nasıl devam ettirilebileceği yönünde olasılıklardan birini değerlendirmektir.
Koordinasyon ofisinin gençliğe ve spora dair oluşturduğu tehdit unsurlarını birer birer irdelemek bu yazının kapsamını aşar. Buna rağmen, tepeden inme zorlamalarla, Kıbrıslı olmanın getirdiği kültürel ve anlayış farklılıklarına aşina olmayanların üst veya tek yönetim pozisyonlarına atanmaları muhakkak bir çok sakınca doğurur. Bu sakıncaların başında ülkenin geleceği olan gençlerin bakış açılarını sosyal ve sportif aktivitelerin yönetimini yukarıda bahsettiğim kişi veya kişilere teslim ederek şekillendirmelerine izin vermek vardır. 27 milletvekili böyle bir izni neden vermek istemiştir?
Kendi geleceğini şekillendirme konusunda onurlu bir mücadele veren gençler ve onlara destek olanlar, ortaya güçlü bir irade koymuştur. Koordinasyon ofisine onay verip bahsettiğim sakıncaların ortaya çıkmasının önünü bir nebze daha açan 27 milletvekili bu onurlu mücadeleyi nasıl göz ardı edebilir? Bu sorunun cevabını mantıki, ahlaki ve vicdani ölçülerde aramak gerektiğini düşünüyorum. Gerek kişisel gerekse kurumsal kararlar verilirken karara bağlı konular belli değer yargılarının süzgecinden geçer. Bu değer yargıları kişiden kişiye değişmekle birlikte bazı konulara sağduyu ışık tutabilir veya çok geniş kapsamlı fikir birlikleri oluşabilir. Dönüp dolaşarak tekrar uğradığımız durak 27 milletvekili arasından bir tanesinde bile koordinasyon ofisine karşı duruşun neden vicdani, ahlaki veya hukuki kaygı uyandırmadığı sorusudur. Cevabı da aslında gayet açıktır…
Dünyanın çeşitli yerlerinde meclis gündemlerine gelen konularda ahlaki veya insani değerlerine uymadığı gerekçesi ile parti çizgisinden çıkıp ters yönde fikir beyan eden veya oy kullanan milletvekili örneklerine erişmek aslında çok zor değildir. Ne var ki koordinasyon ofisi kadar bariz bir sorun karşısında hükümeti oluşturan partilere mensup vekiller ve hükümeti dışardan destekleyen bağımsızlar arasında kimsede böyle bir adım atacak vicdani değer oluşmamıştır. Sorunun bariz, sonucun bu kadar vahim olduğu bir noktada toplumsal mücadele adına nasıl adımlar atılabilir?
Hukuk felsefesi derslerinde irdelenen temel sorulardan bir tanesi şudur: yasalara neden uyulur..? Bu soru, hukuk sistemini sadece suçluları cezalandırmak için var olan eksiksiz bir mekanizma olarak algılamanın ötesine geçmek için ideal bir konudur. Hukuk sistemi veya hukuksal düzen kuşkusuz polis, savcı, yargıç ve hücreden ibaret değildir. Bu düzen aynı zamanda toplumun kabul ettiği birçok ahlaki değerin aynası, sosyo-ekonomik yapının işleyişini sağlayan sistem bütünü ve politik düzenin yapısal belirleyicisidir.
Bu değerler ışığında yasalara uymak için sıralanacak sebepler cezai yaptırımları aşar. Yasalara uyulur çünkü kabul görmüş toplumsal değerler olarak o yasaların ahlaki ağırlığı vardır. Yasalara uyulur çünkü sosyo-ekonomik yapının işleyişini sağlayan hukuksal sistemin dışına çıkılırsa bireysel çıkarların zedeleneceği düşünülür. Yasalara uyulur çünkü yasalarla belirlenen politik düzenin toplumların geleceğini güvence altında tutacağına inanılır.
Dolayısı ile yasal düzen aslında kendi başına olagelip toplumsal değer ve ilişkilerden bağımsız çalışabilen ve her türlü sorunu eksiksiz çözebilen bir makine değildir. Bunun aksine, sosyal olgularla şekillenmeye açık canlı bir varlıktır. Öyle ki yasalara neden uyulur sorusunu cevaplarken aranması gereken normatif bir sebep değil, bu canlı varlıkla toplumsal seviyede sürdürülen bir tanıma-tanınma ilişkisidir. Tanınan da hukuk sisteminin güvence altına aldığı toplumsal değerlerdir. Meclisten geçen yasaların bu değerleri alaşağı ediyor olması da tanınma zeminini ortadan kaldırıp oluşan düzenin kabul edilebilirliliğini tüketiyor. Bu zeminin tükendiğini ortaya koymak, yani hukuk düzeninin toplum tarafından artık tanınılamayacağını beyan etmek, canlı varlık olarak tanımladığımız hukuk düzeninin değişmesine yönelik etkin bir talep teşkil edecektir.
Belli başlı kişisel veya partisel çıkarlar adına kulaklarını gençlerin protestolarına tıkayan 27 milletvekili uzunca bir süredir Kıbrıs’ın kuzeyinde süregelen değer erozyonuna tehlikeli bir katkı koydu. Bu erozyon karşısında gençler onurlu ve enerjisi yüksek bir karşı duruş sergileyerek aslında toplumsal değerlerin kolay kolay terk edilmeyeceği cevabını verdi. Koordinasyon ofisi yasasının Cumhurbaşkanı onayına sunulma sürecinde başvurulan Anayasa Mahkemesi görüşünün de yasanın yürürlüğe girmesine engel olamayabileceği muhtemel sonuçlar arasındadır. Böyle bir sonuçla birlikte yürürlüğe girebilecek olan yasanın yaptırımlarına, yukarıda bahsettiğim sebeplerden ötürü uymamak toplumun ahlaki ve kültürel değerlerine sahip çıktığını gösterecektir. Halihazırda yasanın mecliste onaylanmasına rağmen başarılı bir direniş sergileyen gençler, olası hallerde atılması gereken adımları planlarken ‘‘yasalara neden uyulur’’ sorusunu da irdelemek durumunda kalabilirler. Böyle bir adım, toplumsal değerleri koruma adına adil ve doğru davranış olma niteliğinden yoksun olmayacaktır.