<< Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil...>>
Eskilere ait, ne güzel bir söz...
Pekçok aydın, ilerici, entelektüel, yazar, düşünür, kendi dar dünyasından sıyrılmış siyasetçi ve nice yurtsever için durum tam da bu...
***
Geçtiğimiz hafta sonu ‘gaiLe’yi okurken, altını çizmiştim birkaç cümlenin...
‘Kıbrıs’ın halleri not defteri’ne girmeyi hak eden...
Tufan Erhürman, seçim sath-ı mailine girildiğinde, cümbür cemaat bir eğimden aşağıya yuvarlanışımızı anlatmıştı..
“Tüm ilkeler ve düşüncelerin kendiliğinden bir yana bırakıldığından” yakınarak...
Haklı...
VE şu cümlesinin üzerini çizmiştim, fosforlu, sarı kalemle:
<<... Özellikle toplumu ve sistemi dönüştürmeye soyunanlar için hareket noktası, “başka türlüsü mümkün” şiarıdır. İşin doğası gereği öyle olmak zorundadır !..>>
***
Tam da karşı sayfasında Ulaş Gökçe, “Mücadele amaç için değil mücadelenin kendisi için yürütülür hale gelmiş” eleştirisini yapıyordu, sonuç getirmeyen söylenme hallerimize, biraz da öfkeyle...
Ve şu cümlenin üzerini boyamışım bu kez:
<<... Mesele şu ki, eleştiri bir amaca hizmet etmek yerine bir spor haline
geldiğinde işe yaramadığı gibi yapılan
işleri de engelliyor...>>
Evet, eleştirmeliyiz ama ‘ötesini’ de başarmalıyız, birlikte...
***
Tarihte, bir yazar ya da şairden daha çok, büyük düşünürle yaşadığı ‘fırtınalı aşklarla’ anılan Lou Andreas’in (Salome) “Yaşam Hırsızı” şiirini duydunuz mutlaka...
<<... Dünya sana hediye sunmaz,
inan bana.
Bir yaşam istiyorsan, çal onu...>>
Evet...
Pekçok kuşak “çalınmış hayatlar”a isyan ederken hem aşkımız, hem acımız bu ‘yarım’ coğrafyada...
Boşuna çabadır “dönüşüm” ya da “değişim”i bir hediye gibi beklemek...
Elimizi koymazsak taşın altına...
Yani ‘eylem’ yoksa ortada...
Çözümü hedeflemezsek...
Söylesek tesiri olmayacak kolay kolay, sussak gönlümüz razı gelmeyecek...
İyi de nasıl değişecek?
“Başka türlüsü mümkün” demedikçe ve yürümedikçe üzerine...