Yaşama Sevincimizi çoğaltacak bir eser… KIBRIS MACERASI… 1927-1931

Yaşama Sevincimizi çoğaltacak bir eser… KIBRIS MACERASI… 1927-1931

 

Neriman Cahit

“İnsan, doğduğu yere mi benzer… Yoksa… Yaşadığı yere mi?...”
“Yaşamın dışına düşmez mi insan bazen…
Doğduğu yerde bile…”
Bu tür sorgu ve sorgulamalara bayılırım. Hele de uzun uzun yazmaya…
Ama, uzatmadan konuma geçmek istiyorum…

KIBRIS MACERASI… 1927-1931

Galeri Kültür, çok ilginç bir kitap armağan etmiş bize: Adı, yukarıda yazılı:
1927-1931 yılları sürecinde, ülkemizde öncü kazılara başlamış olan, “İsveç Kıbrıs Keşif Heyeti Anısına’ yayınlanmış üç dilli (Türkçe, İngilizce, Rumca) bir kitap. Verdikleri, çok önemli bilgiler yanında… O zamanın – dünyalar değen – resimleri de yer almış bir kitap.
O zamanki hayata dair de, arka planda yaşanan gündelik hayatla ilgili öylesine önemli ‘ipuçları’ vermektedir ki!

***
Bu güne kadar korunup gelmiş ‘dokuz binden’ fazla negatifin çok ilginç örneklerini de sergiliyor.
“Ages and Days In Cyprus”taki hikayeler mizah ve anekdotlarla süslü… Ve, o zamanki insanımızın “hayat tarzını” tüm yönleriyle sergiliyor, bu eksiksiz bilgi ve resimler… Geçmişimizle ilgili eksiksiz bilgiler edinmek… Tarih öncesinin olaylarına dair bir anlayış edinmemizi ve bu konuda pek de yazılı belgelere sahip olmayan “toplumsal belleğimize” katkı yapacak zengin bir miras…
Defalarca okuyacağımız, hayranlıkla bakacağımız yazı ve resimler armağan edilmiş bize…

***
Böylesi, ‘zengin ve kültürel miras’ her zaman ele geçmez…
İnsanın – özellikle de – kendisi ve ülkesiyle ilgili olumlu şeyler öğrenmesine:
“Yaşama Sevinci” derler…
İşte, yaşama sevincimizi çoğaltacak bir eser…


////////////////////////////////////////////////////////////

YARATICILIK… SEVGİ ve OYUN

Giderek sıradanlaşan gündelik hayatımızda her anlamdaki ‘sefaleti’ hangi yanılsama gizleyebilir? Topluluk halinde yaşadığımızı sanırken, yalnızlığımızı ve tecrit oluşumuzu keşfettiğimizde ölüme yakın birer nesneden farkımız kalmadığını da görmüyor muyuz? Birbirimize dokunuyoruz sadece; kimse kimseyle gerçek bir karşılaşmayı beceremiyor, yüz yüze gelemiyor…
Aşık olarak, birlikte olduğumuzu sanıyoruz; oysa, çoğu zaman, sıradanlığın içinde iflas edip gidiyor aşkımız. Nesneleştikçe toplumsallaşıyoruz. Sürekli bir aşağılanma ve saldırganlık birikimini yaşıyoruz.
Hangi toplumsal düzende yaşarsak yaşayalım, gittikçe daha da sıkıntılı olan bir yürüyüş yapıyoruz sanki…
Uzun süredir, farkında olmasak da bize neredeyse dayatılan, “hayatta kalmak için çalış… tüketmek için hayatta kal…” kuralını uyguluyoruz! Bu cehennemi döngüde ise, ‘yaratma tutkusuna, hazza’ yer yoktur. Her üretkenlik çağrısı köleliğe bir çağrıdır…
Niceliksel olan, iktisadi olan, kamusal ve özel yaşamı tahakkümü altına almıştır.
Maddi – manevi her şeyi tüketme yeteneğimiz, hiyerarşi basamaklarını çıkış olan ‘kamusal ve özel yaşamı’ tahakkümü altına almıştır.
Maddi – manevi her şeyi tüketme yeteneğimiz, hiyerarşinin basamaklarını çıkış hızımızı gösterir…
Bizlere, yani, toplumsal durumun kullanılır hale getirdiği ‘yurttaşlara’ toplumsal roller öğretilir.
Tam olarak benimsenen her rol, ‘gösteri hiyerarşisinde’ yükselmeyi sağlar.
Yaşam hazzındaki niteliğin yerini, ‘hıza dayalı’ nicelik almıştır…
Rasyonel aklın zaferiyle birlikte, “öbür dünyada kurtuluş” inancı yanına, “daha mutlu yarınlar” umudu da eklenmiştir.
Kutsal dava, bilim, ilerleme adına acılar, şehitler ve kayıp kuşaklar… Her iki durumda da es geçilen şey: “İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ ANDIR…” Şimdiki zamandır… Gündelik hayatımızdır…
Hayat, yaratıcılık (kendini gerçekleştirme, Sevgi - iletişim – ve oyundur (katılım)… Bu, üç projenin birbirinden ayrıldığı yerde: İKTİDAR YEŞERİR, BASKISI ARTAR…
Gündelik hayata açıkça değinmeden, bir insan + toplumda… Zorunlulukların reddindeki ‘olumluluğu’ anlamadan, başka hiçbir şey geçerli sayılamaz… Sayılmamalı…
Bir insanın yirmi dört saatinde tüm felsefeden daha fazla gerçek vardır!.. İnsan, günün her saatinde yaratıcılığını yaşayabilir…
Kendiliğindenlik, yaratıcılığın varoluş tarzıdır, dünyayı değiştirme isteminin, hayatın ön koşuludur…
Tek otorite, insanın kendi dolaysız deneyiminin bilincidir…
Gündelik hayatta herkesin binlerce kez sergilediği yaratıcılık yanında, sanat eserleri nedir ki!
Bilinçli – devrimci bir perspektif ışığında, hayatı zenginleştirmek: Vermenin zevkini yeniden keşfetmek, her tür – kişisel ve toplumsal – mücadeleye karşı: Öznellikten ve benlikten yola çıkarak, her şeyi yeniden ‘inşa etmek’… Kölesiz efendi olmak… Sevginin verdiği – yarattığı o mucizeyi, toplumsal hayatta yeniden yaratmak anlamına gelir…

***
Gerçek katılıma dayalı yeni bir toplum, liderleri, hiyerarşiyi ve kendini kurban etmenin reddine… Gerçek bir, ‘kendini gerçekleştirme özgürlüğüne ve saydam toplumsal ilişkilere’ dayanır… Dayanacaktır… Dayanmalıdır…
Bize bir can suyu gibi gereken de budur…
Her gün daha da artan onca can sıkıntısı ve halkımızdaki umutsuzluktan başka kaybedecek bir şeyimiz yok…
Ama, kazanacağımız: İnsana umudu yeniden kazandıracak huzur dolu bir dünya var…

/////////////////////////////////////////////////////

PARANTEZ

Bazen siz de benim gibi sorular biriktirir misiniz?
Yanıtlarını çoğu kez bulur gibi olduğunuz… Ama… sizi başka soruların girdabına sürükleyen…
İşte, son dönemdeki sorularım:

• Bir insanın kendine, ‘insanım’ diyebilmesi için kaç yolu kat etmesi gerek?
• Silahlar kaç kez daha patlamalıdırlar ki… Hayatımızdan sonsuza dek çıksınlar…
• Bir dağ, akıntıyla denize sürüklenene kadar, kaç yıl ayakta durabilir?
• Bazı insanlar, özgürlükleri verilene değin, kaç sene daha var olabilirler?
• Geçeklere, kaç kez başını çevirebilir ve görmemiş gibi davranabilirsin?
• Sorumluların, ‘insanların ağladığını işitebilmesi için’ kaç kulağı olması gerekir?
• Kaç ölüm görürse, o ana dek, pek çok insanın öldüğünü anlayabilir insan?

***
Aradığın yanıt dostum… çoktandır rüzgarda uçuşuyor…

Dergiler Haberleri