Neriman CAHİT
Hiçbir şeye benzemez bir işi yarıda bırakmanın hüznü... Her şeyde haklı çıkabiliriz… Ölümde bile! Ama… Yarım kalmak, ölmekten de kötü… Özellikle yarım bıraktığımız kendimiz isek... Daha da ağırlaşıyor hüzün!!!
Biliyor musunuz, her çocuk gibi ben de görünmez olmak isterdim bir zamanlar… Görünmez olmak…
Yani, hem hayatta kalacaksın, hem de hiç kimse görmeyecek seni… Sen dokunabileceksin, başkaları anlamayacak… Kapıyı, sen açacaksın, rüzgâr açtı diyecekler… Bisküvileri sen yiyeceksin, ‘kediyi’ suçlayacaklar…
Görünmez olmak isterdim hep… Sanırım sizlerden çoğu da istedi…
Hepimiz istedik… Hepiniz istediniz…
Başkası yapsın, biz gözetleyelim dedik… Ve, gözetlemeyi sevdik… Katılmayı değil…
Olup bitene katılmadan, tanık olmayı istedik. Başardık da bir bakıma…
Ama, öyle bir an geldi ki, ‘Görünür’ olmamız gerekiyordu… Şarttı bu…
***
Görünmez ola ola… Seyirci ola ola, çok şeyleri yitirmiştik… Hâlâ da yitiriyoruz…
Ama, işin kötüsü alıştık artık görünmemeye… Biliyorsunuz ‘Alışkanlık…’ kötü şeydir. Atalarımız boşuna: ‘Alışmış kudurmuştan beterdir…’ dememişler…
Alışkanlık kötü şey… Korku gibi bir şey…
Sürekli izah etmek durumunda kalıyor insan…
Çok sonra anladık… Şimdilerde daha da iyi anladık ki:
… KATILMADIĞIN YAŞAMDA SEN DE YOKSUN…
Canlı kalabilirsin ama… “YAŞAMAK” olmaz ki bu…
Hatta belki, yaşamadığın için de ölmezsin…
-----------------------------------------
BİR ÖMÜR DEFTERİ…
Gelirsem bir gün, tüm ipotekleri kaldırır da gelirim
Terliysem, yorgunsam, yüreğim kapıyı açmaya korkan
Evde kalmış bir kız gibi utancını
Yorgun ve ürkekse, ceylan kaçmalarında
Bu cesaretim, bir delinin çöpe atılmış
Hatıra defterinden çalınmıştır…
Lefkoşa’da park yok, liman yok…
Ne İspanyol, ne de Agora Meyhanesi…
Ama hep parklarda sabahlamış gibi
Yorgun ve uykusuzum…
Hep, yıllardır bu kavgada göğsüme saplanmış
Keskin bir bıçağın acısını taşıyorum…
Hep acı hep özlem, hep yenilgilerle dolu…
Bir ömür defteri…
Şiirlerim – yazılarım, bu yüzden yorgun…
Gelirsem bir gün, hep ipotekleri kaldırır da gelirim…
Ne bir soru ne bir merhaba ne de bir damla gözyaşı…
Anla… Ve hiçbir şey sorma…
Taşıyamam yüzünün yangınını…
Gelirsem bir gün ölümüne gelirim…
Ve yan yana yürürüz…
Adsız bir ölüm töreninde…
---------------------------------
ANILAR… AVUCUMDA CAM KIRIKLARI…
Bir güneş eskitiyor kendini
Kendi uçurumlarında…
Çoktandır işgal edilmiş bu kent
Yüreğimde… Ayrılığım mı ki…
Anılar avucumda cam kırıkları
Ellerim kan gölü…
Yaralı bir kuş,
Ki, kırık kanadı, Giyom Tel’in yorgun hatası
Tüm bakışlarında kadınların…
Ki, her kadın, kendi doğumunu hazırlıyor…
Ölü çocuğuna, kendi ateşini yakarak…
***
Hayır, görmedim, geçmedim değil…
Çok dolaştım çok yoruldum…
Yüreğime çok düşürdünüz çirkinliklerinizi…
Gözlerime yarasa karanlıklarınızı…
Hangi ellerimle taşıdım bunca odunu
Hangi ellerimle ateşledim
Ben ne zaman tanıdım sizi
Ne zaman sattım…
Gelinliğimden, analığımdan ve kadınlığımdan
Yaşayamadıklarımı…
***
Ne ağır bir yenilgidir bu…
***
Ateş türküleri utandırmıyor mu
hâlâ sizi…
----------------------------------------------
BİR MAVİYE AĞLAMAK…
Tuttu, budalaca bir şey yaptı
Tüm Akdeniz’i gönderdi ona…
Sonra da imzasını attı…
Uzun bir yolculuğa…
Ve kendi sürgününe…
Oysa, hele de akşam üstleri
Denizsiz çekilmiyordu…
Bunu biliyor… Biliyordu da
Kalkıp tüm Akdeniz’i
Yine de ona gönderiyordu…
Mevsimlerden neydi takvimlerde…
Farkında değildi… Gözlerine kar yağıyordu…
Sonra da birer martı kanadı olup
Yüreklerine düşürüyordu da…
Uykularında mavi mavi terliyordu…
Evet, budalaca bir şeydi yaptığı
Tüm Akdeniz’i ona göndermek yani…
Tüm martılarını, tuzunu, maviliğini…
Göndermek…
Lefkoşa’yı denizsiz bırakmak yani…
Olsa olsa bir maviye susamaktı bu…
Ve de ağlamak...
N.Cahit