Yaşamak, rastgele

Cenk Mutluyakalı

Ölümün hele de bir çocuğun kaybının üzerinden konuşmak çok zordur.

8 yaşında...
İki gün evvel okuluna gitmiş sabah...
Gece midesi bulanmış...
Karnı ağrımış...
Ölmüş ertesi gün...

***

Bir ana babanın, kardeşin acısını hangi söz tarif edebilir.
Doktorlar ve hemşireler için de çok zor elbette…
Çünkü en son onlar dokundular o minik bedene...
Çabaladılar kim bilir ne çok...
Bir ömür gözlerinin önünde yaşanacak o son bakışlar...

***

Şunu söylüyor, yazıyor, parçalanıyorum belki yirmi senedir.
Bu sağlık sistemiyle bu yol yürünmez!

Çünkü hiçbir insan böylesi bir kaos içinde “sağlıklı” bir sonuç üretemez.
İnsan canıyla uğraşmayı geçtim, sadece bu telaşla yaşamak yorar.

Sabah hastaneye gideceksiniz, öğlen oradan özel hastane ya da kliniğe, akşam yeniden nöbete döneceksiniz, sabah olacak, yine bir içeri, bir dışarı, uykusuz, telaşlı...

Böylesi bir tempoyu hiç "doktorluk" yapmadan sürdürseniz, bir ayda gözünüz kararır, düşer, kalırsınız.

Başhekimlerin dahi ayrıca özel hastane ve kliniklerde görev yaptığı, klinik şeflerinin kendi hastanelerine sahip olduğu yapıyı “normalleştirmek” için sağlı sollu organize bir çaba harcanıyor.

Bir çocuğun ölümünün doğrudan sebebi değildir bunlar ancak bir yaranın kabuk bağlamayan gerçeğidir, kaşıdıkça kanar da kanar.

***

Sistemi suçlarken bu sistemi yaşatanları da işaret ediyorum elbette!

Böylesi bir sistemsizliğe tutunmanın, statükoyu meşrulaştırmanın, siyasi irade ve cesaretle değiştirmek yerine uyumlaşmanın, sorunların kaynağını koruyarak yeni sonuçlar beklemenin sonu acıdır.

Bir çocuğun bedeninden çok önce sağlık sistemidir asıl otopsi yapmamız gereken...
Kimsenin kendi pozisyonundan taviz vermediği ve toplumsal değil bireyci menfaatlerin örgütlendiği bir yerde hakikate isyan giderek zorlaşıyor.

Toplumsal ve etik duyarlılıklar, dar bencil hedefler içerisinde arsızca katlediliyor.
İnatla görmezden geldiğimiz samimiyetsizlik, kurumsallaşan arıza, yüzleşilmeyen hakikat hepimizi ağlatıyor.

19 yıldır bu ülkede “Hasta Hakları Yasası” Meclis’te bekliyor!
Elden ele geziyor, dudak bükülüyor, siyasi-sendikal-mesleki profesyonel lobilerin elinde oyuncağa dönüşüyor hasta hakları…

O nedenle “saat 2’den 8’e kapıda test bekledim” diyor bir anne…
“10 buçukta geldiler, 12’de serum taktılar…”

Bir tanıdık yoksa bir yandaş, bir yakın hekim, bir siyasetçi, hastanede “beklemek” değil midir en büyük kâbuslardan biri…

Yaşamak, rastgele, çürümüşlük içinde...
Olmuyor.
Olmuyor.
Olmuyor.