Yaşananlar ve Yaşanmayanlar

2012’nin ilk iş günündeyiz… Koca bir yıl geride kaldı. Hazırlıklar, kutlamalar yılbaşı eğlencesi bitti ve bir önceki günden çok farklı olmayan yeni bir güne uyandık… Ancak yine de geçtiğimiz yıl nelerle tanıştık bu yıl nelerle t

 

 

         2012’nin ilk iş günündeyiz… Koca bir yıl geride kaldı. Hazırlıklar, kutlamalar yılbaşı eğlencesi bitti ve bir önceki günden çok farklı olmayan yeni bir güne uyandık… Ancak yine de geçtiğimiz yıl nelerle tanıştık bu yıl nelerle tanışacağımızı şöyle bir düşünmekte fayda var…  Kuşkusuz, eğitimi tartıştığımız bu sayfada bu düşüncenin odağında “eğitim” olacak…

        

         Her şeyden önce genel olarak bir eğitim sisteminde olması gereken nedir diye bir bakalım… UNESCO tarafından hazırlanan bir çalışmada, çağdaş bir eğitim sisteminde olması gereken en önemli unsurun “düşünme fırsatı” vermesinin olduğunu vurgulanıyor.  Parça parça verilen bilgilerin, ezbere dayalı eğitim uygulamalarının düşünmeden öğrenildiğini ve düşünmenin oluşmadığına inanılıyor. Çalışmaya göre hazır bilgilerle yüklenen insan yanıldığının bile farkına varamıyor yada çok zor varıyor.

 

         Eğitim sistemimizin “düşünme fırsatı” verdiğini söylemek oldukça güç… Peki, ama geçtiğimiz yılda eğitim sistemimiz bize ne verdi?

 

Ne vermedi ki! Düşünme fırsatı şöyle dursun, mesleki teknik öğretim yapılanmamız “ilahiyat”, ilköğretim ise SBS diye yeni bir yapıyla tanıştı. Onca eleştiriye, eğitim bilimi ilkelerine ters düşünmesine rağmen koleje giriş yarışı daha bir hızlandı ve 11 yaşındaki çocuklarımız ruhsal bozuklukları yetmişmiş gibi, 10 yaşındaki 4. sınıf öğrencilerimizi de bu cendereye dahil edildi…

 

Üniversite’ye girişte A-Level seçeneği müjdelendi ama sonra anlaşıldı ki bu durum sadece bize ait değil tüm dünya ülkelerineymiş… Fakat her ne hikmetse Güney Kıbrıs okulları Dünya’da değilmiş gibi davranıldı…

 

Üniversitelerimiz zor günler yaşadı… En köklü üniversitemiz, üniversite öncesi kurumlarını pek de doğal olmayan bir biçimde “Doğa”ya sattı… Hemen her ay yüzlerce üniversite öğrencisinin adı, “burs alma hakkınız var” diye gazetelere verildi ama son 6 aydır bursları verilmedi…

 

Hemen her dönemde öğretmen eksiliği ile açılırdı okullarımız. Bu durum bozulmadı. Yine birçok okulumuz öğretmen, okul yöneticisi, sekreter ve hademe eksikliği ile açıldı… Ancak birinci dönem bitiyor olmasına rağmen, eğitim sendikaları hala öğretmen ve okul yönetici eksikliği yüzünden eylem yapmaya devam ediyor… Dahası geçen yıl bir ilk daha yaşandı ve taşımacılık için, akademik sınıflar için, eksik öğretmenler için anne-babalar eylem yaptı…

 

Öğretmen görevlendirmeleri, müdür, müdür muavini sınavları, sınıf geçme sınav tüzüğü, öğretmen yer değiştirme tüzüğü ve daha birçok ilk yaşadı eğitim sistemimiz… Kuşkusuz bu liste oldukça uzun…

 

Ancak yaşananlar kadar yaşanmayanlar da önemlidir diye düşünüyorum ve biraz da onlardan bahsetmek istiyorum… Peki, ne yaşanmadı geçen sene: Örneğin, birçok “merkezi sınav” yapılmasına rağmen ölçme-değerlendirme birimi kurulmadı… Program geliştirme birimi de kurulmadı… Öğretmenlerin ihtiyaçlarına dönük, profesyonel anlayışta ve insan odaklı hizmet içi eğitimler de yaşanmadı… Eğitim ortamlarımızın standartları da eskiyi aratır oldu. 30’lu sınıflardan 45’li sınıflara transfer oldu çocuklarımız…

 

Dahası eğitimi planlama yaşanmadı. Kıbrıs Türk Toplumu’nu bilgi toplumu haline getirecek eğitim icraatları yaşanmadı… Ve pek de umudumuz yok, bu yıl bunlarla tanışacağımıza…

 

 

 

Biliyor muydunuz?

 

 

Sorun Çözme Süreci

 

Albert Einstein, “Bana çözmem için bir soru sorulsa ve bir saatlik süre tanınsa; 45 dakikasını soruyu okuyup anlamaya, 10 dakikasını çözüm yolunu üretmeye, 5 dakikasını da sorunu çözmeye ayırırım.” demişti…

 

Kıbrıs Türk Toplumu olarak sorun çözme konusunda oldukça başarısız olduğumuz söylenebilir. Bu durumun en derin örneklerini ne yazık ki eğitimde yaşıyoruz. Karışlaştığımız sorunları; kimi zaman ilk aklımıza gelen yolla, kimi zaman siyasi kaygılarla, kimi zaman da görmezden gelerek çözmeye çalışıyoruz.

 

Oysa biraz olsun eğitim bilimi penceresinden baksak, tartışmasız önemli bir eğitim bilimci olan John Dewey’in geliştirdiği sorun çözme modelini rahatlıkla görebiliriz. Bu modelin geliştirilmiş bir şeklini Prof. Dr. İrfan Erdoğan hocamızın kaleme aldığı “Eğitim ve Okul Yönetimi” kitabında şöyle anlatılıyor.

 

Sorun çözme süreci, çözülmesi gereken sorunun niteliğine göre değişiklik göstermekle birlikte izlenmesi gereken yolu genel olarak aşağıdaki şekilde yapılandırabiliriz:

1.    Sorunu kabullenme ve çözümü için harekete geçime...

2.    Sorunu tanımlanma…

3.    Alternatif çözüm yollarını belirleme ve geliştirme…

4.    En uygun çözüm yolunu seçme…

5.    Seçilen çözüm yolunu uygulama…

6.    Değerlendirme

 

Yukarıda sunulan süreç, birkaç kez uygulandıktan sonra doğallaşır ve daha sonraları çok kısa bir süre harcayarak sorunlar karşısında en doğru çözümü bulma halini alınır. Böylelikle sorunla karşılaşıldığı zaman çözüm için otomatik olarak başvurulan bir önemli bir yöntem gelişmiş olur.

 

 

Buraya Dikkat   

 

 

Ne Yapmalıyız?

 

         Yeni bir yıl ve yeni umutlar konuşuluyor yine… Çok sık düşsek de umutsuzluğa, her bir yanımız umut ediyor farklılıkları… Eğitim sistemimiz durumu da çok farklı değil aslında: Umutsuzluk hakim her yanımıza ama yine de daha iyisine layık bir toplumuz diye düşünüyoruz her an…

 

         Hem eğitim sistemimiz, hem de ülkemiz ne çektiyse plansız, programsız, hedefsiz ve hayalsizlikten çekti…

        

O yüzden, siz bu yeni yılı planlayın, programlayın ve kendinize hedefler koyup, hayaller kurun… Hatta bunları bir yerlere yazın, sürekli konuşun ve peşinden koşun…

 
Çünkü söylenmemiş sözün, yazılmamış yazının, belirlenmemiş hedefin arkasında sadece bir “hiç” vardır. Ama siz “hiç” değilsiniz…
 
Bütün planlarınıza uymaya çalışın, programlarınızı gerçekleştirmek için çaba sarf edin, hedeflerinizin peşinden koşun ve hayallerinizi hep dinç tutun... Göreceksiniz hepsi tek tek gerçekleşecek...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri