Kıbrıslı Anılar...
Lefkoşa Frederik Üniversitesi’nin genç hocalarından Nikoletta, Kıbrıslıların anılarından yola çıkarak “sözlü tarih” derlemeye çalışmış. Bir sürü insan ile görüştü, kayda geçirdi, dokümanter filim yaptı. Amacı, Kıbrıslıların anılarından yola çıkarak, barış içinde, birlikte yaşamanın önemini vurgulamak..Toplumların ayrı ayrı yaşadıkları olaylardan derlenen anıların farklı fotoğraflarla, tarihle yüzleşmeyi sağlamak..
Birkaç ay önce bana geldi. Konuştuk… Kıbrıs sorunu yüzünden çok acı çekmiş insanlar vardır. Ailesini kaybeden, köyünden evinden olan… Bu deneyimleri yaşamadığım için, iyi bir örnek olamıyacağımı söyledim ona. O ısrarla konuşmamı istedi. Tabii, savaş geçirmiş bir toplumda herkes mutlaka derece derece payına düşeni alır. Bunlar birleşir ve toplum bir bütün olarak da bozulur, fakirleşir, kullaşır, başka bir biçime girer.
Ben de ona, 1955-1974 döneminde ve günümüze kadar, Kıbrıs sorunundan nasıl etkilendiğimi, aklımda kalanlarla anlatmaya çalıştım.
Aradan birkaç ay geçti… Baktım bir ileti göndermiş. Projesi tamamlanmış, bu konularla ilgilenenlere çalışmasını göstermek istiyormuş. ABD’den ve İtalya’dan “sözlü tarih” konusunda uzmanlar da davet etmiş. Program bitiminde Kıbrıslıtürk olarak katılmamı istediği bir tartışma düzenlemişti. Kıbrıslı Rum konuşmacı, ben anlatacak yabancı akademisyenler de yorumlayacaktı.
Geçen Cuma akşamı (7 Ekim 2011) Frederik üniversitesinde bu çalışmaya katılırken, yaşamakta olan anılarımı yeniden düşünmeye başladım. Bunları derlemeye çalışırken, “Kıbrıs sorunundan nasıl etkilendiğimizi anlatmak yerine kişisel tarihi tam ters bir yönden incelemenin daha yararlı olacağı “hınzır” bir soru başlığı takıldı aklıma. Yazının sonunda açıklayacağım!
Anılar duygu mu, deneyim mi, bilinç mi, bilgi mi, kültür mü?
Panel konuşmaları sonrasında, uzmanların yardımı ve toplantıya katılan herkesin toplam zekasıyla şu sonuca ulaştı: Anılar, bir birey deneyiminden hareketle “her şey”dir.
Hikaye şöyle başlar...
Güzel bir çocukluk geçiren ben, anlatılanlardan edindiğim anılar yoluyla, Rum nedir sorusuna “Harika bir Rum kızı Antulladır” diye büyürken, EOKA denen bir örgütün kara yüzüyle tanışıyorum. Artık güven içinde olmadığımız korkusu siniyor belleğime. Babamın çocuklara öğretmenlik yapmak için neşe ile gidip geldiği, Nergis çiçekleri, zeytin, mersin, çeşitli otlar getirdiği iki toplumun birlikte yaşadığı köyler, apansız tehlikeli bölgeler sınıfına giriyor. Korku sadece Paşaköy ile sınırlı kalmıyor. Babamın sabahları bindiği, Rum şöförün sürdüğü dolmuş taksi, Lefkoşa’nın Rum kesiminden, yollarından, köylerinden geçiyor. Her akşam, babamın sağ salim dönmesini bekliyoruz.
Tek Rum komşumuz apansız taşınıyor. Meğer Rumlar da bizden korkuyormuş! Bilincime yerleşiyor. Yakın mahalle Ayluka’dakiler de gidiyormuş. Her yıl dört gözle beklediğimiz Ayluka Panayır’ı artık yapılmayacak mı? Çok acı...
Kim bu Rumlar? O yaşta derin düşünecek halim yok, sadece tatsız, sevmediğim şeyler yaşanıyor. Türkler içine kapanıyor.
Yolumuzun sonunda, Tanti’nin hamamı bölgesinde ve ötesinde Rumlar yaşıyor. Rum çocuklarıyla oynuyoruz. Birisi ile kavga ediyorum. Onu dövüyor muyum ne? Annesine aktarıyor. Bir koşu eve geliyorum, yatağın altına saklanıyorum. Şişman, saçları permanatlı bir kadın açık kapıdan evimize giriyor, odaları dolaşıyor ve beni bulup dövüyor… Olacak şey değil! Annem niye girmesine izin veriyor, beni dövmesini neden engellemiyor? Anneme kızıyorum ama bir yargı da kafama yerleşiyor: Rumlar güçlü. İstedikleri şeyi yapabilirler.
Büyüklerimiz sürekli radyo haberlerini dinliyor. Bir gece, sokağımızdaki bütün evlerden ‘Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu” haberini duyanlar sokağa çıkıyor. Sevinç çığlıkları ile dans ediyoruz...
1960 öncesi ve KC kuruluşu anısını hep taşıdım. Ancak bu olayların Lefkoşa’nın taksimine yol açtığını uzun yıllar sonra Brüksel’de “Bölünmüş Şehirler” konferansında bilgileştirdim. Kıbrıs’ın bir bütün olarak 1974 sonrası bölündüğü bir gerçektir. Ancak “Avrupa’da tek bölünmüş başkent Lefkoşa” konferansında bir konuşmacı bölünmenin 1974 sonrası olduğunu söyleyince, anılar beynime, ordan bilincime ulaştı ve “Lefkoşa’nın 1955 sonrası bölündü” dedim ve anlattım.
Lefkoşa bölünmüş olsa da korkularımız kalkmış, evimize, mahallemize huzur gelmişti. Türk-Rum kavgası sona ermişti. Ortaokula yeni başlamış bir çocuk olarak böyle düşünmüştüm.
1963 yılının sonuna yaklaşırken, bir gece, bize yakın olan Tahtakale semtinden silah sesleri gelmeye başladı. Rumlar bazı Türk kadınları öldürmüştü. Olaylar kısa sürede, karma köylere sıçramış, o köylerde yaşayan Türkler göç etmeye başlamıştı. En salim yer de Lefkoşa idi. Okullarımız tatil edildi. Nedenini yine yıllar sonra keşfettim. Göçmenler okullarımızda barınıyordu. Okula gitmediğim yıl örgü örmeyi öğrendim. Babamın öğretmenlik yaptığı ve iyi tanıdığımız bazı Türk ailelerin düştüğü acıklı durum bizi üzüyordu. Herkes evine dönecek umuduyla yükte hafif pahada ağır eşyasını bırakıp gelmişti. Terlik ve gecelikle kaçanlar olmuştu. O insanlar da bir daha evlerine dönemedi.
Okulların kapanması nedeniyle, ailesi zengin olan çok sevdiğim sınıf arkadaşlarımın bazısı İstanbul ve Londra’daki okullara yerleştirilmişti.
1974 başka anı ve gerçekleri, bilinci ve tarihi yerleştirdi Kıbrıs’a... Bu sefer Rumların çektiği acılar geldi gündeme. Kıbrıs, tam anlamıyla taksim olmuştu.
O günden bugüne anılar bizi başka bir gerçekliğe taşıdı.
Şimdi, barış bilinci taşıyan, acı çekenler ve daha çok çekmek istemeyenler, Kıbrıs’ın eski güzel günlerine, anılarına ulaşmanın yollarını arıyor. Yeni bilinç oluşmasına katkı yapmak istiyorlar. Katıldığım proje bunun bir parçasıdır.
Kıbrıs sorunu olmasaydı benim ve toplumun tarihi nasıl şekillenirdi?
Bence, geçmişteki anılardan yola çıkıp bir bilinç oluşturmak yerine, o tarih ve anılar olmasaydı, Kıbrıslılar ve Kıbrıs bugün nasıl olurdu sorusundan ilerlemek daha anlamlı olur. Güzel, aydınlık ve mutlu bir tabloya kendimizi ve toplumları yerleştirmek daha fazla enerji ve umut sağlayacaktır.
“Yaşayan anılarla sözlü tarih” çalışmasına katıldığım anda kafamda oluşan proje budur...