Claudia Hammond
Yaygın bir kanıya göre, yakınlarını kaybedenler genellikle benzer yas evrelerinden geçiyor. Gerçekten de herkes acı olaylarda aynı deneyimleri mi yaşar?
“Yas, kimsenin yaşamadan bilemeyeceği bir şey. Bir yakınımızı kaybetmenin nasıl bir duygu olacağını tahmin edebiliriz, ama bu hayali ölümün birkaç gün ya da birkaç hafta ötesini göremeyiz,” diyor Joan Didion, insanın sevdiği birini kaybetmesinin nasıl bir duygu olduğunu anlattığı O Yılın Büyüsü başlıklı kitabında.
Yasın beş evresi olduğu söylenir: İnkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme. Bu evreler dünya çapında bilinir; The Simpsons ve The Office gibi popüler televizyon dizilerinde bu konuya yer verilmiş, ünlü sanatçı Damien Hirst de bu evrelerin İngilizce baş harflerini ifade eden resimlerden oluşan DABDA (denial, anger, bargaining, depression and acceptance) serileri yapmıştır. Bu evrelerin belli bir zaman sınırlaması yoktur; fakat normal yas seyri olarak kabul görmüştür.
Yasın evreleri konsepti, 1960’larda ebeveynler ile bebekleri arasındaki bağ konusundaki çalışmalarıyla tanınan John Bowlby ile yas konusunda çok sayıda kitap yazan Colin Murray Parkes’e kadar uzanır. Bowlby ve Parkes eşini kaybeden 22 kişiyle konuşarak yasın dört evresi olduğunu tespit etmişti: hissizlik, arama ve özleme, depresyon ve hayatı yeniden düzenleme.
Daha sonra ise ölmekte olanların tedavisine yaklaşım konusunda önemli değişiklikler getirilmesini sağlayan Elisabeth Kubler-Ross ölmek üzere olan hastalarla konuşup bugün bildiğimiz şekliyle beş evreye vardı. Bunlar öylesine kabul gördü ki daha sonra keder gibi başka duygusal tepkiler için de bu evreler kullanılmaya başlandı. Fakat bu evreler herhangi bir sistematik teste tabi tutulmamıştı.
Güçlü ve zayıf duygular
Bu eksikliği gidermek için 2000’li yıllarda Yale Üniversitesi’nden araştırmacılar beş evreyi sınadılar. Bu evreler kaynaktan kaynağa göre değiştiği için şu başlıklarda karar kıldılar: İnanmama, özlem, öfke, depresyon ve kabullenme. Üç yıl süren araştırmada, yakınlarını (genellikle eşlerini) kaybeden 233 kişiyle yas dönemlerinin altıncı, on birinci ve on dokuzuncu aylarında görüşme yaptılar.
Ortaya çıkan manzara, beş evrede tanımlanandan çok daha karmaşıktı. Araştırmacılar inanmamanın en zayıf, kabullenmenin ise en güçlü duygu olduğunu tespit etti. İkinci en güçlü duygu ise özlemdi ve her evrede öfkeden ziyade depresyon ağır basıyordu. Ayrıca bu duygular sırayla ortaya çıkıp birbirinin yerine geçmiyordu.
Fakat bu duyguların en güçlü hissedildiği dönemler, beş evre teorisindeki sıralamaya uygunluk gösteriyordu. Ancak örneğin üçüncü evreden geçen biri yine öfkeden çok kabullenme duygusunu yaşıyordu.
Araştırmada altı aydan sonra tüm olumsuz duyguların inişe geçtiği, ama bunun yas tutan kişilerin artık bu dönemi ‘atlattığı’ anlamına gelmediği görüldü.
Ölen yakına duyulan özlemin yıllarca devam etmesi yaygın bir duygu; fakat çoğu kişi bunun üstesinden gelebiliyor. Ayrıca etik nedenlerden dolayı araştırmacıların ölümden ancak bir ay sonra yas tutan kişilerle görüşmeye başladığını, bu nedenle o ilk dönem yaşanan karmaşık ve çelişkili duygulara dair herhangi bir bilgi bulunmadığı gerçeğini de göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Zaman en iyi ilaç
Bu konuda yapılan başka bir araştırmada ise yaşlıların belli bir şablona uygun yas evresi izlemediği görüldü. Colombia Üniversitesi’nden George Bonanno araştırmaya konu olan kişileri yas döneminden önce takip altında tutarak yaşlı çiftleri kaydetti ve eşlerden biri öldükten sonra diğeriyle görüştü. Deneklerin yüzde 45’inin ne eşleri öldükten hemen sonra ne de belli bir zaman sonra gerçekten yoğun üzüntü duymadığını, hatta yüzde 10’unun ruh sağlığında düzelme olduğunu gördü. Bu insanlar daha dayanıklıydı ve eşlerinin ölümüyle nasıl baş edeceklerini biliyordu. Bonnano’nun geçen yıl yayımladığı son araştırma da belli bir yas şablonunun olmadığını doğruluyor.
Veriler ne gösterirse göstersin, ‘yasın beş evresi’ fikri insanlara cazip geliyor. Çünkü insanlara umut veriyor; ölümün hemen ardından duyulan his ne kadar kötü ve kuvvetli olsa da zaman içinde bu evrelerden geçerek sonunda kendilerini daha iyi hissedeceklerini biliyorlar.
Fakat beş evreyi araştırarak Yas Hakkındaki Gerçekler adlı kitabı kaleme alan Ruth David Konigsberg, bu inancın, üzüntü yaşayan insanları ille de belli duyguları hissetmeleri gerekiyormuş düşüncesine itebileceğini söylüyor. “Evrelerde tanımlanan duyguların benzerini yaşayanlar açısından bunu bilmek güven verici, ama bu duyguları hissetmeyenleri de damgalamış oluyor. Yanlış bir şekilde yas tutuyorsunuz ya da sizde bir tuhaflık var hissine kapılabilirsiniz ,” diyor Konigsberg.
Fakat araştırmaların da gösterdiği gibi yas tutmanın “doğru” ya da “yanlış” bir şekli yok. Herkes aynı deneyimleri yaşamaz ve böyle bir beklenti de olmamalı. Kayıp hissi hep vardır, ama yas zamanla biçim değiştirir. Bu herkesin her evreyi o şekilde ve sırasıyla yaşaması anlamına gelmez. Bu konuda yapılan genellemeleri bilmek belki gitmekte olduğunuz yolun nereye varacağı konusunda fikir sahibi olmak açısından yararlı olabilir; ama hayat tecrübesi her zaman teoride anlatıldığı gibi düz bir çizgide ilerlemeyebiliyor.
(BBC – Claudia HAMMOND – 16.10.2014)