Yaz, yaz, yaz, bir kenara yaz, HEPSİNİ YAZ…

Derya Beyatlı

Yazmak yaratmaktır, tartışmak, ifade etmek, ilişki kurmaktır. Paylaşmaktır yazmak, itiraftır, bazen suç ortaklığı, bazen sıcak bir dostluk kurmaktır kim olduğunu dahi bilemediğin okurla.

Bunun bir lütuf mu, ceza mı olduğuna karar veremesem de çoğu zaman, kabullendim artık:

Yazabilen insan, yazmadan duramaz.

Bir kez geldi mi yüreğinizin ucuna o kelimeler, dışarıya çıkmadan gitmez, yazılacak yazı damarda durmaz. Kalem kağıtla dans etmeden bırakmaz yakanızı içinizdeki yazma tutkusu. Kağıt yoksa etrafta sıkıntı büyüktür, bazen dünkü gazeteyi geçirirsiniz elinize, bazen okuduğunuz kitabın boş sayfalarını kullanırsınız. Kağıt peçetelerde kargacık burgacık renklere dönüştüğü de olur içinizdeki tutkunun zaman zaman. 

Kendini ortaya atmaktır yazı yazmak, yüreğini açmak, çırılçıplak kalmaktır okuyucunun karşısında. Korkularını, kırılganlıklarını, güvensizliklerini serersin başkalarının önüne, koruyucu zırhını çıkarır, gurur maskeni indirirsin. Ve bunu neden yaptığını dahi bilmezsin. Böyle olmalıdır ama işte, yazmak böyle birşeydir. Yazı içtense güzeldir, samimiyse okumaya değerdir. Hoş başka türlü de yapamazsın ki, yalanlarla başa çıkamadığın gibi, mış gibi yaptığın her an kafa üstü çakılırsın zaten. Kendini eleştirirsin yeri gelince, dalga geçmeyi de bilirsin hayatla, gülümsemeyi de yanlışlarına satır aralarında. Anlattığın senin hikayendir ve sen gerçeksindir ne de olsa.

Bazen bir kelimeyle çıkarsın yola, tek bir kelime ilham verir, başlarsın yazmaya. Daldan dala konar, bir konudan ötekine uçarsın. Başladığın yerle bitirdiğin yer öyle farklıdır ki, afallarsın. Duramazsın, durduramazsın kendini, yazı seni ele geçirir, içindeki, varlığından bihaber olduğun şeyler dökülür ortaya. Dur duraksız dört nal akar kelimeler, ardı ardına gelir tümceler. Bir bakmışsın bitmiş, yazı kendi kendini yazmış, tamamlanmış. Bir çeşit trans halidir sanki bu, senin içinden çıkan, senden bağımsız bir cindir yazıyı yazan. Kontrol sahibi sen değilsindir, her ne kadar düşünceler sana ait olsa da, senin tarzını taşısa da bu yazı, yazan senle, düşünen sen bir değildir gibi hissedersin. Bilinçaltından direk servis edilir bu tarz yazılar, sen de şaşarsın.

Amaaaaaa, bir yere yazı yetiştirmeye çalışıyorsan, zordur dostum o zaman işin. Ekrana bakar durursun boş boş, çeker çeker çıkaramazsın düşünceleri, sözcükleri yan yana dizemez, yazıp yazıp silersin cümlelerini. Gelmez, gelmiyordur bir türlü ilham perin. Yatakların altını, dolapların içini karıştırırsın, yok bulamazsın kaybolan yazma isteğini. İçin sıkılır, mutlaka da yazılmalı bu yazı ama nasıl? Tik, tak, tik tak, saatler geçer, ekranda iki cümle sana bakar, sen ekrana. Öküz treni tanır bu arada, ama periyle tanışıklık sende çoktan rafta. Ahhh nasıl işkence, nasıl işkence yazmak böyle anlarda. Sonunda bittiğinde ki bitmesi gereken herşey bitiyor bir şekilde, o nasıl gururdur tanrım, nasıl bir başarmışlık hissidir saran benliğini. ‘Elimden ne kurtulmuş ki?’ diye basarsın havanı kucağında mır mır mırlayan kediye. Sabah olmuştur, ama ne gam, biten yazının tatmini yorgunluğunu alır götürür gözlerinden.

Bazen terapi ihtiyacına cevap verir yazmak, içindeki herşeyi atmaktır o zaman amaç. Öfkeyi, acıyı, hayal kırıklığını dökersin beyaz sayfalara. Sayfalar karardıkça için aydınlanmaya yüz tutar. Rahatlarsın paylaştıkça, çoğu zaman sade senin okuyacağın satırlarda, aşkı, acıyı, intikamı, sevgilinin gözlerindeki hüzünü, dudağındaki hoş gülüşü. Kendi kendine sorduğun sorular terapistinkiler kadar etkin olmasa da, göremediğin çoğu şeyi çıkarır döker önüne. Sağını solunu çekiştirirsin kırık dökük umutların, olur ya belki hala iş vardır diye bir yanlarında. Çoktan söndü sandığın yangınların içten içe yandığını gördükçe paniklesen de, keşfettiğin için mutlusundur acının kaynağını. Son noktayı koyduğun zaman hüzün yerini huzura bırakmıştır, çoktan doğmuştur bir kez daha güneş, en karanlık gecenin üstüne. 

Mutlu yazı mı? Bilmem, var mıdır? Bugün çok mutluyum, ohhh bir içimi dökeyim, şöyle şöyle oldu diye başlayan satırlar günlükte bir kaç sayfadan fazla tutuyormudur başkalarında bilemem. Benim günlüğüm kurşuni ama, pembe satırlarım da yok, mavi paragraflarım da. Şarkılar gibi belki biraz, belki aşk gibi, zorsa güzel, acıysa tatlı. Mutlu olduğu zaman yazmak gelmiyor insanın içinden işte, mutluluğu yaşıyorken dolu dizgin, en son düşündüğün şey buna ara verip, yansıma yapmak. Kaybedince anlamasan da değerini, yaşamak daha doğru geliyor böyle anlarda yazmaktan.   

Bir de hayatın anlamını sorgulayan yazılarım var benim. Ucundan hafif spiritüelliğe de dokunur bazen, zaman zaman içsel sorgulama kılığına girer, gerçeği arar durur bu yazılar. Bulur mu hiç diye merak ettiyseniz eğer diye söylüyorum. ‘Gerçek var mıdır, yoksa herşey bir yanılsama mı?’ tadındadır, gerçeği bulmaktan çok irdelemelerdir bu yazılar. ‘Herkesin gerçeği kendine, tek bir yol yok ve hepsi de aynı  derece doğru, baktığın pencereye bağlı gerçek aslında’ diye de son bulurlar. 

İsyandır kimi yazının öznesi. Dünyaya, siyasete, düzene, düzensizliğe, şiddete

İSYAN !

Kırmızıdır bu yazıların rengi, alev alevdir kalem, haksızlığa kızarken, düzenle savaşırken. Pasifistsindir özde, ya da öyle olduğuna inanmak istersin. Heyhat savaşa savaş açmakta bir sakınca görmez, iyice sivriltirsin kalemin ucunu. Dokunduğu yürekte iz bıraksın istersin, can yaksın. Öldürülen çocuklar, istismar edilen kadınlar, avlanan hayvanlar, hırpalanan mültecilerin acısını hissettikçe içinde, artar eleştiri oklarının dozu. Bazen inceden alay eder siyasetle bu yazılar, bazen topa tutar direk hedefe yerleştirilen suçluyu. Son nokta konduğunda, yürekteki isyan azalmış, ezilenin yanında yer almanın mutluluğu kaplamıştır benliği.

Değişim mi ? 
Bir yazıyla ?
Daha neler...

Yine de doğru gördüğün konuyu savunmak sular serper içine, en azından dünyada görmek istediğin değişim olmuşsundur sen, yeter mi ? yetmez elbet, ama ne çare…

Delidir biraz her yazar, kendini pervasızca açmak böyle, akıl işi değil zira.  Çaresizdir de bir yandan yazan, yazmadan var olamadığından…


Bu makale ZOOM dergisi Haziran 2013 sayısında yayınlanmıştır.