Bir yanıyla küresel bir çaresizliğin parçası olduğumuz gerçeği, diğer yanıyla kendi “kapalı devre” sistemimizin açmazı. Romanlardan fırlamış, film gibi günlerin, şu ana kadar olan özeti bu.
Tüm dünyayla aynı anda, aynı gündem maddesine sahip olmaya alışkın değiliz. Bu sefer insanlığın ortak yazgısı, izole olduğumuz ada parçasında kendini gösterme istisnasını bizlere sunuyor.
Bizi teğet geçeceğini umduğumuz, ancak bu umutların çocuksu tedbirsizlikten ibaret olduğunu anladığımız bir salgınla yüz yüzeyiz şimdi.
Aslında bu salgın aylardır gözlerimizin tam da içine bakmaktaydı. Bizse, tüm dünyayı kasıp kavurduğu son günlerde dahi, virüsün buraları gerçekten de yoklayabileceğine inanmış gözükmüyorduk.
Böylesine bir kayıtsızlığın ardından, panik zamanları geldi çattı. İlk vakaların görülmesiyle, o ana kadar salgının yayıldığı diğer bazı ülkelerde de rastlanılan manzaralarla karşılaştık.
Sosyal psikolojinin nasıl bir seyir izleyebileceğini, henüz kriz günlerine tam olarak girmemişken, görmüş olduk. Marketlerdeki stoklara yağmalarcasına saldıranlar, insanlığın “gemisini kurtaran kaptan” hallerini yüzümüze vurdu.
Bu bencillik halleri elbette ki evrensel. Yalnızca içinde yaşadığımız toplumun değil, insan topluluklarının tümünün, belli farklılıklarla da olsa paylaştığı haller.
Bununla birlikte, bu kontrolsüz paniği derleyip toparlama sınavımız tamamıyla yerel bir sınav. Başka bir deyişle, insanlığın ortak yazgısına karşı kendi başımızın çaresine bakacağız.
Şu ana kadar nasıl bir “kriz yönetimi” sergilendiği ortada. Devletin tepesi, henüz işin daha başında, halkın paniğinin nasıl yükseltilebileceğinin örneklerini sergiledi.
Bu kadar yaşamsal bir konuda bile kendi aralarında çekişen, bu durumdan siyasi malzeme çıkarmaya çalışan yöneticilerle karşılaştık.
Ortak bir toplantıdan iki farklı irade çıkması gibi bir absürtlük yaşadık. Alınması gereken önlemleri gündemin dışına iten, gereksiz bir “olağanüstü durum” tartışmasına gömüldük.
Oysa konuşmamız gereken çok önemli şeyler var. Hiç olmadığı kadar eleştirel olmamız, yöneticileri ısrarla sıkıştırmamız gereken bir dönemdeyiz.
Önümüzde karantina hastanesi konusunda ne yapıldığı, tedavi için gerekli tıbbi altyapının nasıl sağlanacağı, uzmanların tüm diğer önerileri hakkında ne yapıldığı gibi sorular var.
Ya da kapımızdaki ekonomik krizle nasıl başa çıkılacağı, en alttakilerin sefalet tehlikesi üzerine hangi tedbirlerin alınacağı veya işletmelerin iflas riskine karşı ne yapılacağı gibi sorunlar.
Şimdi geldiğimiz nokta, yıkıcı sonuçları olması kuvvetle muhtemel bir felaketin eşiği. Bu tehlikeyi bu kadar net ifade etmekse, kesinlikle umutsuz bir panik hali önermek değil.
Tam tersine sınavın nasıl atlatılacağını sorgulamayı teşvik etmek, mantıkdışı bir ruh halinden sıyrılarak, kamusal bir ortaklaşmanın parçası olmayı önermek demek.
Yazgımıza çaresizce katlanmaktansa, atılması gereken her adımı zorlamayı önermek. Henüz bu seçeneğimiz tamamen tükenmemişken.