“…Girne Liman Otel ile ilgili yaşananları araştırırken çarpıcı bir başka bilgiye daha ulaştım. Buna göre 2004 yılından bu yana, Hz. Ömer Türbesi yanındaki hali arazi olan arazinin, kasinolu otel projesi yapımı için yatırımcılara verilmesi yönünde bir baskı yaratıldığı ifade ediliyor.
İlk kez 2004’de, bölgeyi 4 parçaya ayırıp farklı yatırımcılara devretmek şeklinde gelen proje, Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından reddedilmiş.
Benzer bir proje, bir süre sonra tekrar kurul gündemine gelmiş. Yasaya göre bir proje iki kez reddedilmesi halinde yeninden kurulun karşısına gelemezken, en son 3 hafta önce benzer bir proje yeniden kurulun önüne gelmiş.
Anıtlar Yüksek Kurulu, oy birliği ile Hz. Ömer Türbesi yanına inşaat yapımını reddetmiş.
Bu konunun iki taraflı bir vahameti var:
Birincisi, tarihi bir eser yanına yapılması öngörülen projeyle, bütünsellik sağlanmaması ve tarihi kültürel değerlerin korunmasının tehlikeye girmesi!
İkincisi ise, Anayasa’ya göre kıyıların korunması önceliği ile kıyılara inşaatın yasaklanması!
Oysa Anayasa’nın bu maddesine rağmen, sahil ve kıyıların zapt edildiği, birilerine peşkeş çekildiği örnekler günlük hayatımızın çok açık parçasıdır.
Şimdi buna son örneklerden biri de Hz. Ömer Türbesi yakınına inşaat talebidir.
Oysa Türbe Hala Sultan’dan sonra en önemli ibadet eserlerinden biri, adada.
Yazık ki yasalar gerekli düzenleme ve yaptırımı içermesine rağmen, uygulanmadıklarından ve siyasi erk her şeyin üzerinde kendisini gördüğünden, bu projenin de tekrar gündeme gelmeyeceğinin, ya da hayata geçmeyeceğinin tek başına yasalar garantisini veremiyor.
Yoksa verse, yasaya göre bugün Liman Otel’in ve kaya mezarlarının yerinde olması gerekirdi. Ve daha nice eserin.
Yoksa sadece yasalar varlık garantisi verse, Anayasa’da yasaklandığı gibi bugün hiçbir sahil şeridi zapt edilmemiş olurdu.”
Bu bölüm 22 Mart tarihli YENİDÜZEN’deki “SIRA HZ. ÖMER’DE Mİ?” başlıklı köşemden…
Gazetenin dünkü manşeti, tam da bu sözleri doğrular nitelikteydi. Gerçekten de tam da tahmin edileceği gibi, Hz. Ömer de talan ve peşkeşe kurban gitti.
Üç kez reddedildikten sonra Hz. Ömer arazisine kasinolu oteller için nihayet izin çıktı.
Düşünün;
Arka arkaya iki kez Anıtlar Yüksek Kurulu’ndan dönen bir proje, yasalarımıza göre yeniden kurul karşısına bile gelemezken, üçüncü kez reddedildi. Ancak belli ki siyasi iradenin kıskacından kurtulamayan kuruldan oy çokluğu ile de olsa “beklenen” olur kararı çıktı.
Sırada bu kararın hayata geçmesi var. O da çok uzak değil.
Şimdi burada Hz. Ömer’in özelliklerinden tarihi değerinden dem vuracak değilim. Bu zaten oldukça yaygın şekilde biliniyor. Yazıklar olsun derken, sadece heba edilen bir esere, milyon dolarlık araziye ya da denize sıfır konumdaki bir yerin daha gitmesine yazık demiyorum sadece.
Asıl acı olan nedir biliyor musunuz?
Bu mekanizmalarda insanlar oturuyor. Samimiyetle merak ediyorum. Nedir bu peşkeşin bedeli? Bu kadar göz göre göre verilen bu hatalı kararların insanın onuruna dokunmaması için aldığı karşılık nedir?
Bir kabine, bir hükümet hata yapar, ama bilerek isteyerek, bir tarihi elleriyle heba etmeye, zaten bizden önce ne kadarı yok edilmişti diyerek su üzerine çıkmaya kimin onuru izin verebilir ki?
Nedir bu tavrın bedeli?
Fiyatı kaç paradır, samimiyetle merak ediyorum?
“Turizm” adı altında tarihi eserleri, sahilleri peşkeş çekmek, gece yastığa başını koyduğunda rahat uyuyabilmek için kişinin bir bedeli olması gerekiyor.
Samimiyetle merak ettiğim bir konu daha var.
Bu ülkede çalışan, uzmanlık alanı dahilinde perde gerisinde bütün bu olup bitenlere şahit olup hayıflanan onlarca insan, neden çıkıp konuşmaz?
Nedir bu korku? Nedir bu bireysellik?
Bu kararlar karşısında çıkıp konuşmayan, tepki göstermeyen kişiler, bu kararları verenlerden daha az mı sorumludur?
Kesinlikle hayır!
Biz demokrasiyi sadece erki elinde bulunduranın istediğini yaparak kaybetmiyoruz.
Konuşmayanların çoğalmasıyla geri dönüşsüz heba ediyoruz.