Neriman Cahit
50 yılı aşkındır, hiç ara vermediğim bir mücadelenin bir parçasıdır ‘yazmak’…
Bu 50 yılın, kendimce muhasebesini yaptığımda, bu sürecin hesabını vermeye çalıştığımda: “Ne yaptım… Ne kadarını yapabildim… Ne kadarı kalıcıdır bunların?” yollu sorular kaçınılmaz oluyor.
Bunu, şu anlamda söylemiyorum:
“Yaptığım her şey çok iyidir, önemlidir.” Vb. Bu bir yarış… Toplum şartlarına, dünyaya ve kendine bağlı, inişli – çıkışlı bir yol… Engebeli bir parkur, donanım ve dayanıklılık isteyen bir uzun yol koşusu…
Üstelik, önünüze, nelerin, hangi engellerin çıkacağını bilmediğiniz – ilk defa koştuğunuz – bir yol…
Ve, bilmediğiniz bu yolda, bilinciniz ve birikiminizle, bu hedefe doğru yönelmek, önünüze çıkan engellere rağmen, oraya varma çabası… Ama, çoğu zaman, hayatın ortaya çıkardığı durumlara karşın, duraklamamak… yolunu değiştirmemek, ikileme girmemek gerek !
***
Yazar, çizer, sanatçı için, genelde şöyle düşünülür: “Yetenekli insan”, “yeteneği var mı?” “çok yetenekli ve şanslı…” vb.
GERÇEKTEN DE…
Bunlar çok gerekli ama, şunların fark edildiği pek olmuyor: “çok kararlı”, “kendi kendinden çok şey bekliyor ve istiyor…”
Bence, sanatı yapmak, sanatçı yapısına sahip olmak, disiplin sahibi olmak… Hedef, amaç sahibi olmak… Ve de, en önemlisi, ‘sanatın hayatını yaşamak…” Onun kurallarını oluşturmak.”
***
Sanat dürtüsü olan kişinin, “toplum kuralarını, çıkar kurallarını”, yaşamından uzak tutması…
Yani siz, farklı oluşumdan yana iseniz, “Öneren” birisiniz demektir… Yani siz, yaşadığınız dönemi, o dönemin içinde yaşayan biri olarak, gözden geçiren birisiniz… ve, tüm bunları, kimse, sizden talep etmiyor…
Siz, kendiniz aday oluyorsunuz…
Sanatçının yaşamı normal bir yaşam olmakla birlikte… Siz, bir yerde…normalin dışında bir şeyler yapan birisiniz…
***
Tüm bunlar, çok büyük bir yalnızlığı da beraberinde getiriyor ama bu, gerekli bir yalnızlık. Ve, bu yalnızlığa katlanamayan birinin yapabileceği bir şey değil…
Ben bunu, bir maraton koşusuna benzetiyorum… O da, tek başına koşuyor ve saatler boyu, kendisiyle bir dayanışma söz konusu…
Başlangıçta, hep beraber koşulur ama zaman içinde kaçınılmaz kopmalar söz konusudur…
Ve, ne bedeller ödersiniz…
Ama, neyin bedeli yok ki !
***
Yalnız…
Hayatımın yazmak üzerine kurulu olduğunu çok iyi biliyorum.
Bir de, yazdıklarımın arkasında, hesabı verilmiş bir ömrün olduğunu…
////////////////////////////////////////////////////////////////
Filiz Naldöven’in yeni şiir kitabı
HAFIZALI DOKU…
“Metruk evin kapısını açınca düşüyorum boşluğa / Kurşun sayan kız çocuğu selvilerin altında / İkimiz çekince pimini hatıranın / Gömük kemikler dağılır sonsuzluğa…
Yaşıyorum gibidir geliyorum gibidir… / Beni çok beklediler… / Yıllar siyah selvilerdir gözleri yolda…”
Filiz Naldöven’in, “Khora Yay.” çıkan: “Hafızalı Doku” isimli şiir kitabından kısa bir örnekle başladım.
Filiz Naldöven, toplumumuzun önde gelen çok başarılı “Şair / Yazarlarından” biri. Doğduğu kenti – Limasol’u ve anılarını hiç unutamamış. Tüm yazdıklarında, şiir olsun, düz yazı, oyun olsun hep çok sevdiği kentindeki anılar, elinden tutarak ona başarılı bir ışık olmuşlardır. O yüzen, yazdığı her satır- hayatın acımasızlığı ve ona sunduğu onca zulüm karşısında… Sanki, daha bir çocuk kalır…
Başka çocukları da yanına çağırarak… Onları da aynı hüzün denizine… ki, bu çocuklara – kendi çocukluğunu örnekleyerek… O hüzün denizinde boğulmamalarını da sağlayarak… Çünkü o, en uçtaki ‘sonu’ göze alan cesaret… Pisliklere, “pislik”, hep içe yürüyüşlerle, hafızayı delerek kağıda saplanan çocukluk kurşunlarını canlı birer ‘anı’ olarak taşımıştır benliğinde…
Her dizede – sanki – okuyanı da alarak yanına, yürür “Çocukluk Anılarının o acıtıcı çakır dikenli yollarında…”
Her türlü “dramatik öğeleri” de devşirerek anı torbasına… Ama,
Ama, “O” da yazar kendi gibilerin “Anı Defterlerinin” sayfalarına yazdıkları gibi artık hep kalıcı olacak “yaşamının arka bahçeleri…” ki, bunlar genelde: Gündüzde saklı gece… korkaklıktaki cesaret ve kapalılıktaki açıklık gibidir…
Yalındır yazdıkları; ama, o yalınlıktaki derinlik ve kendini çoğaltan kalabalıklardaki yalnızlık…
***
“Şimdi üstüme gelebilir geçmişin talan düşleri / Boş, hüzünlü de olmayan, değil diri / Acı değil. Bir sevinçsiz çığlık ürkmeden atılan…”
***
Yaşamı, binbir pahalı olgularla zenginleşen çocukların dünyası da değildir onun çocukluğu… Ve sonrası hayatının…
“Hep…
İçe doğru bir yürüyüş… Hafızayı delerek kağıda saplanan çocukluk kurşunları…
Pencerede açan karanfil saksısı gibi devrilen ve hayatın bileklerini kesen savaşlar… Başka şeyler… Sürgit bir belirsizlik… Sürgit travma… uçurumun başında durmak ve boyuna dibe bakmak… Baş dönmesi… Sinir gülmesi… Soru yok…
Bu yüzden, bütün soru işaretleri düşmüştür, bu imladan…”
***
Şiir bölümlerine bir bakalım:
• Yıktı Beni Metruk Bıraktı, – * Ada, Ayrılık, Sızı Cemreleri - * Nar * Müzmin Bir Çıplak, * Figür, * Boşluk, *Anka
***
SİLGİ
Her şey olabilir yalnızlıktan
Yeni bir hırka bile örülür boşluk kısmından göğün
Biçilebilir karanlıktan ses geçirmez bir elbise
Boyuna uzağa yürüyen yoldur geçmiş
başı teyellendikçe sonu sökülür
Dikiş tutmayan bir yara sanki…
Büyük silginin kırıntılarını toplayıp eski defterden
Yetecek bir silgi yapar oyalanırsın gece yalnızlığında
Bazı “dostları” silmeye yarar o ebleh inancından…
Her şey olabilir yalnızlıktan…
Ertesi sabah sokağın sonundaki boş arsada
Oynamak için aradığın çocuğun
Yalnızlıktan öldüğüne dair üzerinde bir cümle yazan
Kesik bir top düşer ayakucuna…
***
Bu kitabı, lütfen alın okuyun…
Çok seveceksiniz…
///////////////////////////////////////////////////////////////////
PARANTEZ.
ÇAĞDAŞ SANAT MÜZESİ…
Genel bir tanımla, “Kültür Varlığı” kavramına, evrensel değeri olan anıtlar, yapılar, yaşamları, tehlike altındaki hayvan ve bitkileri barındıran: ‘Coğrafi bölgelerle doğal güzellikler’ giriyor…
Bir de tabii: “Demokrasi Kültürü…”
***
Bu konuda başbakan Sibel Siber’den çok çok önemli bir karar öğrendik…
“BİR ÇAĞDAŞ SANAT MÜZESİ AÇMAK…”
***
Ne olur lütfen elinizi çabuk tutun ve bu “Saygın Kararı Uygulayın… Sevgili Kadın Başbakanımız…
Açın ki, bu bir avuç toplumun neler yaratabildiği… Ve,
Saygıya değer olduğu da gün ışığına çıksın…
ÇÜNKÜ BUNU HAK EDİYOR…”