Feminist Atölye
info@feministatolye.org
En olunmayacak şeyi oldum, feminist oyun yazarı oldum. Üstelik yeni de olmadım. Tam 14 yıldır yapıyorum bu işi. Ülkede sadece feminist oyunlar yazan tek yazarım. Bir sürü oyunum var, basıldı, oynandı, oynanıyor filan. Kendimle barışık, huzur dolu bir hayatım olması gerek. Birazcık param, azıcık bilenen bir adım. Yok. Onlar yok. Benim oyunlarım var.
Hep biraz buruğum, hep biraz kırgın. Ama burulmak kırılmak hayata aykırı… Birgün bir anlamı olur diye bunca çabanın, didinmeye devam ediyorum. Ediyordum. Yazarak, oynayarak, yöneterek. Ama işte o Virginia Woolf cadısı. Tam da içimi usul usul oyan solucanı koca bir yılana dönüştüren kadın. Kitaplığımda “Kendine Ait Bir Oda” ile karşılaştığım güne lanet olsun! Toyken kitabı okuduğum tarihi ilk sayfaya not alırdım. Baktım 1994. 20 sene olmuş. Yeniden okumanın vaktidir diye düşünen aklıma şaşayım. Kendi içime gömüp duruyorum ben soruları. Ne gerek var azgın kızgın yılanlarla boğuşmaya?
Kafamda dönüp duranlar düzensiz hareketlerle dönüp duruyorlar… Sadece erkek olduğu için, sırf bu manasız sebeple dünyada babasının evinde gibi yaşamak, geceleri sokaklarda istediğin gibi dolaşmak, bir kadının kapısına dayanıp nasihatler etmek, bağırmak çağırmak, hep daha çok para kazanmak, daha az enerji harcayarak daha rahat bir yaşam sürmek, yediğin önünde, çamaşırın yıkanmış, başkasının ütülediği gömlekler içinde ahkam kesmek, her haltı bilmek, böbürlenip durmak ömür boyu… Öte yandan susmak bir kadın olarak, aman kavga çıkmasın, şimdi bu salak bana saldırmasın, sinirimi bozmasın, bırakayım atsın havasını, nasılsa ben biliyorum kimin ne olduğunu, neyin değerli olduğunu, yok yine ben üzüleceğim alttan alayım, herkesin karnını doyurayım, donunu yıkayayım… Böyle karmakarışık sufli düşünceler. Öte yandan daha derinleri de var elbet. Ya ben kadın değil de erkek olsaydım, yine oyunlar yazsaydım, kendi cinsiyetimi anlatan oyunlar, birileri çıkıp bana diyecek miydi, neden normal insanları yazmıyorsun, kitaplarımın üstünde ‘erkek oyunları’ yazacak mıydı, özel günlerde mi oynayacaktı oyunlarım, ya da erkek oyunları yazdım diye çaktırmadan küçümsenip, butik yazar muammelesi görecek miydim? Bu kadar işsiz, parasız, adı anılmaz, unutulmuş olma ihtimalim neydi? Babam çilekli pasta yapmayı nereden öğrenmişti?
“Kendine Ait Bir Oda” 1929 yılının İngilteresini anlatsa da, bugünün Türkiyesinden bakınca insanlığın aldığı ya da alamadığı yolu o kadar açık ve acınası bir biçimde ortaya koyuyor ki, öfkelenmemek elde değil. Okumayanlar için özetle, seni geçindirecek sabit bir gelirin ve kapısını çekip sessizce çalışabileceğin bir odan yoksa, yazar olmaya hiiiç heveslenme ey kadın diyor. Ve çok doğru diyor. Yazdığım onca oyunu hep başka başka işlerde çalışırken yazdım. Çünkü öyle havadan gelen sabit bir gelirim yoktu ama işte oyun yazmanın büyük bir kısmı yazarak yapılan bir eylem değil. Aylar süren düşünme sürecinden sonra, kağıda dökmek 15 gün. O 15 günü de geceleri yakaladığım sessizlikte uykusuz kalarak halledince oyun yazılıyor. Yazılıyor da, bir de şunu diyor Virginia ablamız, eğer ki kırgınsan, öfkeliysen, kadın olmak yüzünden haksızlığa uğradığın düşüncesiyle boğuşuyorsan, yazdıkların akıp gitmeyecek, tıkanacak, öfkeli sözler saçılacak kaleminden ve işte bu insan doğasını anlatmak yerine kendi kırgınlığını anlatmaktan ibaret olacak.
14 yıllık yazma serüvenim sonunda ben şimdi çok kırgın ve çok öfkeliyim. Sırf kadın olduğum ve kadınları anlattığım için yok sayılmanın öfkesi benimki. O halde nasıl akacağım, nasıl zehrimi kusmadan iki satır yazı yazacağım? Günlük tutmaya benzemiyor ki oyun yazarlığı. Gözlemi, algısı, tekniği, kuralları, dili, yapısı var, hikayesi, kurgusu, sahne düzeni var, perdesi, arası, alımlayanı, göstereni, gösterge bilimi var. Var da var.
Kırgın olmak çok pis bir duygu. İnsanı kendi içine tıkıştıran, akışı engelleyen, hapseden bir duygu.
Shakespeare insana rahatça bakabilirdi, çünkü dünya zaten onun için vardı, erkek olduğu için acı çekmesine gerek yoktu, o da yazdı, insan duygularını en derin ve en anlamlı biçimde yazdı diyor benim canım Virginia ablam. Shakespeare olmak bir Shakespeare’e nasip olmuş. Ben bensem ve bugün bu ülkede bu dar kör acınası koşullarda yazacaksam ve yazdıklarım okunacak oynanacaksa kendime ait bir gelirim olmasa, kendime ait bir sessizlik ve babamın evi gibi bir dünya değilse de burası, yazmak gerek. Kırılmadan, küsmeden, gerektiğinde küfrederek, didinip durarak ve aklına mukayyet olarak. Diri diri toprağa gömülen genç kızların ya da ömrünü pirinç ayıklamakla geçiren kadınların hikayesini anlatacak birilerine de ihtiyacı var bu dünyanın.
Ve yüz yıl sonra başka kadınlar kırgınlık nedir bilmeden özgürce yazabilsin diye şimdi yazmak gerek.
------------------------------------------------
Kaçar, Z. (2014) ‘Yazmak’. http://www.amargidergi.com/yeni/?p=1034 25 Temmuz 2014