Bölge tarih kokuyor
Tuncer Bağışkan
Birinci derecede turizm yatırım bölgesi olan Yedikonuk sahil şeridi ile “2004 Tatlısu Büyükkonuk Emirnamesi” arazilerinin ‘korunma alanına’ Rixoh Ortak Girişim Grubu tarafından “KKTC Sıvı Yük Yükleme ve Boşaltma Terminali” adı altında bir petrol dolum tesisinin kurulacağının kamuoyuna mal edilmesi üzerine o bölgeyi ziyaret etme ihtiyacı hissetmiştim. Bunun nedeniyse, Karpaz bölgesindeki 46 yerleşim birimindeki eski eser alanlarını saptamaya çalıştığım 1999-2001 yılları arasında, Yudi Dağı ile eteklerinin ender bulunan bir doğa harikası olduğu, burada yabani hayatın devam ettiği, çok çeşitli flora ile faunaya ev sahipliği yaptığı ve burada doğal mağaraların yanı sıra arkeolojik dönemlere ait mezarların da bulunduğuna ilişkin bilgiler bölgenin gün görmüş yaşlıları tarafından bilgime getirilmişti. Bunlardan biri de Eftagomi (Yedikonuk) doğumlu olan 93 yaşındaki Murat İbrahim Hacı Murat idi. Zaten bu bölgenin doğal ve kültürel zenginliği dikkate alınarak 2004 yılında Eko-Agro Turizm kapsamına alınması uygun görülmüş, bu karar da Tatlısu, Mersinlik, Kaplıca ve Büyükkonuk bölgelerini içine alan “2004 Tatlısu Büyükkonuk Emirnamesi” ile desteklenmişti. Ancak bu Emirnamede eski eser alanlarının işlenmemiş olmasına o gün bugündür bir eksiklik olarak gördüğümü belirtmeden edemeyeceğim.
Yudi Dağı ile çevresinin tehlike altında olduğu konusu 21.12.2006 tarihinden itibaren görevlendirildiğim Anıtlar Yüksek Kurulu’nun bilgisine de gelmişti. Hatırlanacağı üzere, kuzey sahil yolu inşaatının ilk etabının gerçekleştirilmeye başlandığı 2006 yılının sonu ile 2007 yılının başlarında, Tatlısu’nun Çiftlik Düzü mevkiinden geçen yol güzergâhında bulunan bazı asırlık harup ile zeytin ağaçları ağır iş araçlarıyla yok edildiğinden konu 2007 yılının 19 ile 30 Ocak tarihlerinde Anıtlar Yüksek Kurulu’nda görüşülmüştü. Böylece yol güzergâhında bulunan tarihi Panagia Pergaminiotissa Kilisesi ile yakın çevresi kurulumuz tarafından ziyaret edilmişti. Ziyaret sonrası aldığımız karar ise, Tatlısu yol güzergahı boyunca Eski Eserler ve Müzeler Dairesi tarafından inceleme yapılması ve belirlenen arkeolojik sit alanlarının Anıtlar Yüksek Kurulu kararıyla listelenmesinin sağlanmasıydı. Nitekim saptanan alanlar Anıtlar Yüksek Kurulu kararıyla eski eser olarak listelenmişti.
Ancak Anıtlar Yüksek Kurulu olarak araziyi incelemeye gittiğimiz gün, Teknecik Santralı’nın bulunduğu yerde üstlenen yol yapım ekibinin T.C uyruklu yetkilileriyle de görüşmüştük. Orada bize söylenen, Yudi Dağı’nın altından geçecek yeni bir yolun ileriki aşamada yapılmaya başlanacağı ve bu yolun Balalan,Yeşilköy ve Yenierenköy’e kadar uzanacağı doğrultusundaydı. Bu bilgi karşısında heyet olarak hayretler içinde kalmıştık. Çünkü Eski Eserler ve Müzeler Dairesi Müdürlüğü’nün bu konuda herhangi bir bilgisi olmadığından, yol güzergahındaki arazilerin eski eser yönünden incelemesi yapılmamıştı. Orada sağlanan bilgiler ışığında, Anıtlar Yüksek Kurulu üyeleri olarak şu karara varmıştık: “İleriki günlerde yapımına başlanacak olan Kaplıca-Balalan-Ziyamet yolu güzergahındaki eski eser alanlarının Eski Eserler Dairesi ile Kadastro Dairesi’nin işbirliğiyle saptanması, haritalara işlenmeleri ve bu alanların kurulumuzun bilgisine getirilmesi”.
Anıtlar Yüksek Kurulu olarak alanı ziyaret ettikten sonra yayınlanan bir köşe yazımda şöyle demiştim: “Tatlısu’yu son ziyaretimizde öğrendiklerimle şokları yaşadığımı da belirtmek isterim. Meğer, ileriki günlerde Kaplıca-Balalan-Ziyamet’i kuzey sahilinden birbirine bağlayan ikinci bir yol projesi de yürürlüğe konacakmış. Bu ikinci yol projesinin başlamasıyla birlikte Beşparmak dağları gibi birinci derecede korunması gereken Yedikonuk toprakları dahilindeki Yudi Dağı ile çevresindeki doğal ve arkeolojik değerlerin yok olma süreci de start almış olacaktı. Bu yol boyundaki eski eser alanlarını 1999 yılından başlayarak o bölgenin insanlarıyla ziyaret etmiştim. …. Bu yerler arasında çok önemli sayılan Antik Lumionas harabeleri, Galounia adaları karşısındaki harup ambarı, Klima (Asmacık) antik mezarlık alanı, Şerno (Sicrnos) yerleşim yeri, harupluk mevkiindeki antik mezarlar ile asırlık harupluk, doğal limandaki tarihi İksendi Mağarası, Yudi Dağı mağaraları, odun ocakları ile yabani hayvanları, Milyona Kilisesi ve bu bölgenin diğer doğal ve kültürel zenginlikleri yer almaktadır.”.
Petrol dolum tesisinin Yudi Dağı’nın altına yapılacağı haberini öğrendikten sonra, Anıtlar Yüksek Kurulu’nun 2007 yılında aldığı kararın gereklerinin yerine getirilip getirilmediğini öğrenmek için 3.2.2012 tarihinde Eski Eserler ve Müzeler Dairesi müdürü sn. Emine Pilli’yi arama ihtiyacı hissetmiştim. Ne yazık ki, aradan geçen beş yıl içerisinde, Anıtlar Yüksek Kurulu’nun aldığı kararın uygulanmadığı, Yudi Dağı altından geçen yol güzergâhının eski eser yönünden tetkik edilmediği, o bölgede eski eser alanı bulunup bulunmadığının bilinmediği, bu nedenle de içinde olabilmek düşüncesiyle bu bölgeye petrol dolum tesisi kurulması için şartlı izin verdiklerini ve orada inşaat öncesi sondaj yapıldıktan sonra inşaat izni verileceği bilgime getirdi. Ancak hükümetin buradaki yüzlerce dönümlük araziyi söz konusu firmaya kiralamadan önce arazide öncelikle eski eser tespitinin yapılması gerektiği, aksi takdirde burada daha sonra eski eserlerin saptanması halinde geç kalınmış olunacağı hususunda kendisini uyarmam gerekmişti. Anlaşılan o ki boşuna nefes tüketmişiz.
Ve Yudi gibi doğal bir sit alanı olabilecek bir yere, özellikle de Eko-Agro Turizm kapsamındaki bir alana petrol dolum tesisi kurulmak istendiği bilgileri üzerine, tesisin kurulacağı arazi ile yakın çevresini 29.01.2012 ile 4.2.2012 tarihlerinde, ayrıca “Petrol Dolum Tesisine Hayır İnsiyatifi”nin 22.Nisan.2012 tarihinde gerçekleştirdiği eylem vesilesiyle ziyaret etmiştim. Aslında bu görevin, ülkenin eski eserlerinden birinci derecede sorumlu olan Eski Eserler ve Müzeler Dairesi Müdürlüğü’ne ait olduğunu dairenin müdürüne de söyledikten sonra petrol dolum tesisinin yapılması öngörülen alanı ziyaret etmek üzere yola koyulmuştum. Elbette ki herhangi bir ihtiyacımız olmamasına karşın, ülkemize pislik, atık ve tehdit unsurlarının taşınmasını öngören riskli projelerin bir Turizm yatırım alanına uygulanmasını arzulamadığımızdan konuya muhatap olmamız kaçınılmazdı.
Hogart’ın mezarı
Lefkoşa’dan hareket ettikten sonraki ilk durağım, Emirname kapsamına alınan Mersinlik ile Kaplıca arasındaki alanda bulunan ve “Hogart’ın Mezarı” adıyla ünlenen kayaya oyulmuş anıtsal mezar oluyor. Bu mezar 1888 yılında Kıbrıs’ı ziyaret eden D.G. Hogarth tarafından ilk kez saptandığından “Hogarth’ın mezarı” adıyla literatüre girerken, “kral mezarı” olabileceği de öne sürülmüştü. Üzeri açık olan orta avluya, batıdaki bir yol aracılığıyla ulaşılmaktadır. Avlunun iki yanında kayaya oyulmuş Dor nizamında sütunlu galerilerin bulunması itibarıyla, General di Cesnola tarafından Yeni Baf’taki Palaeocastro mevkiinde bulunan mezarlara benzediği kaydedilmiştir. Yapılış tarihi kesin olarak bilinmiyor olmasına karşın, Roma dönemine (M.Ö 58 - M.S 395) ait olduğu tahmininde bulunulmuştur. Ancak mezarın duvarlarına kazınan haçlara dayanılarak, Hıristiyanlık döneminde de kullanıldığı öne sürülmüştür. Mezarın orta avlusunda büyük bir şimya ağacı büyüdüğünden anıtsallığını tam olarak yansıtabilecek bir fotoğrafını çekebilmeyi ne yazık ki başarabilmiş değilim. Kıbrıs’ın kuzeyinde tek örnek olan böylesi bir anıtın temizlenip turizme kazandırılması gerektiğini bir kez daha yinelemekte yarar görmekteyim.
Dikili durumdaki kolosal taşlar ve kuyu mezarlar
Yukarda sözü edilen Hogarth’ın mezarını ilk kez 1999-2001 yılları arasında ziyaret ettiğimde, bu cıvarlarda bir mezara ait olan iki tane dikili taş görmüştüm. Son olarak onları 18.5.2008 tarihinde bir rehber eşliğinde onları ziyaret ettiğimde fotoğraflarını çekmiştim. Yaklaşık iki insan boyundaki bu taşlardan batıdakinin üst kısmında kazınarak yapılmış bir kadın başı hayli dikkatimi çekmişti. İki taşın arasında ise antik bir mezar veya antik bir kuyu vardı. Adamızın kuzeyinde sadece iki yerde rastlanabilen bu kalıntılardan bir diğerini Güzelyurt ana yolu üzerindeki İkidere veya Filya bölgelerinde yıllar önce görmüştüm. Ancak bu gidişimde tüm aramalarıma karşın Hogarth’ın mezarı civarındaki bu taşların yerini saptamam mümkün olmadı. Dileğim, yol yapım çalışmaları sırasında bir kazaya kurban gitmemiş olmalarıdır.
Limionas antik kent kalıntıları ve Galounia adaları
Limionas antik kent kalıntıları Komi Kebir köyünün kuzeybatısındaki sahil şeridinde yer almaktadır. 1882 tarihli Kitchener haritasında adı Limionas olarak geçerken, harabelerin karşısındaki üç küçük ada ise Galounia adıyla geçmektedir. Harabeleri ziyaret eden General Louis Palma di Cesnola, 1887 yılında yayınlanan kitabında, burada bir liman, bir dalgakıran ve antik bir kente ait kalıntıların bulunduğundan söz etmiştir. Burası1888 yılında David George Hogarth tarafından da ziyaret edilmiştir. Alanda bol miktarda yapı taşları, sütun kalıntıları ve yağ değirmen taşları bulunmaktaydı. Ancak şimdilerde yağ değirmen taşlarının orada olmadığını söylememiz de gerekiyor.
Limionas bölgesiyle ilgili olarak halen söylenmekte olan bir rivayet, Kıbrıs’ın kuzey sahilleri hakkında bilgi veren eski tarihçileri doğrular niteliktedir. Bir arkeolog olan David George Hogarth’ın 1889 yılında yayınlanan “Devia Cyria” adlı kitabında anlattığına göre, antik dönemlerde Karpaz Yarımadası’nın ucundaki Dinaretim Burnu’ndaki korkunç rüzgarlar ile akıntılar gemileri batırdığından, burundan geçmek istemeyen gemiciler kuzey sahilindeki kentleri bir uğrak yeri ile ticaret merkezi olarak kullanırlardı. Bu nedenle kuzey sahilleri Salamislilerin Anadolu ile ticaretine bir çıkış kapısı görevi görmekteydi. Kuzey sahil şeridinde küçük tonajlı ticari gemilerin barınmasına elverişli çok sayıda küçük ebatlı doğal liman bulunmaktaydı. Bu limanların gerisindeki şehirlerin Anadolu ile olan ticari ilişkileri sürerken, adanın kuzey sahillerini güney sahillerine bağlayan kara yolları da bulunmaktaydı. İşte Büyükkonuk’ta da saptanan bir söylence bununla ilgilidir. Rivayete göre Limionas kenti ile önündeki liman çok eskiden ticari gemilerin bir uğrak yeriymiş. Bu kent ile Karpaz Yarımadası’nın kuzeydeki Gastria (Kalecik) limanı arasında düz bir kara yolu varmış. Ticari gemilerin Limionas kentine getirdikleri malzemeler de bu karayolu kullanılarak Gastria Limanına taşınırmış. Ancak bu yol hem çok sarp, hem de soyguncuların pusuya yattıkları bir yer olması itibarıyla çok tehlikeliymiş. Bu nedenle yolculuk sırasında sırtlarında yük taşıyan bazı insanlar öldüklerinde, ya da herhangi bir soygun tehlikesi karşısında, taşınmakta olan kıymetli eşyalar yol kenarlarına kazılan kuyulara gömülürmüş. Bu nedenle Limianos ile Gastria limanları arasındaki yolun kenarlarında çok sayıda definenin saklı olduğu ve bunların hala daha bulunamadığı rivayet edilmektedir. Bu definelerin saklandıkları olası yerler arasında bir zamanlar Komi Kebirli Dr. Sozo’ya ait olan Baruzo Bölgesi (Paluze anlamına gelmektedir) ve Sazlıköy ile Büyükkonuk arasındaki Abelandro bölgesi gösterilmektedir. Anlatılan rivayet bir bakımdan Osmanlıların adayı ele geçirdikleri 1570-1571 yıllarında Venedikliler tarafından Kantara Kalesi civarı ile Alevkayasındaki Panagia Plataniotissa Manastırına (Viran kiliseler) saklanan define rivayetlerini anımsatmaktadır.
Limionas harup ambarları
Limionas antik kent kalıntılarının hemen doğusundaki liman olarak kullanılan doğal koyun gerisinde, İngiliz Sömürge Dönemi’nin en güzel örnekleri arasında yer alan 1909 tarihli eski bir harnıp ambarı bulunmaktadır. Koyun karşısındaki Galonia adaları ise limana doğal bir dalgakıran görevi görmektedir. Kıbrıs’ı çevreleyen denizlerin derinliğini gösteren 1936 tarihli British Admiralty haritasında bu limanın olduğu yerde “Trading Stn” (Trading Station - Ticaret İstasyonu) kaydı bulunmaktadır. Eskiden çevreden toplanan harnıplar bu ambara taşındıktan sonra, koyun açıklarına demirleyen ticaret gemilerine mavna veya sandallarla nakledilirlerdi. Ambarın işlevini ne zaman yitirdiği şimdilik kesin olarak bilinmiyor olmasına karşın, bu tür ambarların II. Dünya Savaşı’nın patlak verdiği 1939 yılından sonra kullanılmadığı öne sürülmektedir.
Limionas mezarlık alanı
Mezarlık alanı, kent kalıntıları ile doğal limanın arasında yer almaktadır. Burada çöken bir mezarın doğu ucundaki yamaçta saptanan çanak çömlek kırıklarına dayanılarak mezarlığın Klasik, Helenistik, Roma ve hatta Erken Hıristiyanlık dönemlerinde kullanılmış olması olası görülmektedir.
Klima (Asmacık) antik mezarlık alanı ve kral mezarı
Lumionas harabelerinin doğusundaki yarım adanın güneybatı düzlüğünde yer almaktadır. Halk arasında bu düzlüğün batısı Klima, doğusu ise Şerno adlarıyla bilinmektedir. Yakın geçmişimizde Klina’ya gelen Yedikonuk ile Büyükkonuk köylüleri, denizin kıyıya attığı kütükleri toplayıp evlerinde yakacak olarak kullanırlardı. Burada köylüler tarafından “Merdivenli Mağara” olarak bilinen sert kayaya oyulmuş Roma dönemine ait anıtsal bir mezar bulunmaktadır. Mezarın cephesindeki kayaya oyulan merdiven ayaklarıyla kemerli bir kapıya, kapıdan sonra ise peş peşe iki mezar odasına ulaşılmaktadır. Mezar odalarının duvarlarında ölülerin içine yatırıldıkları nişler bulunmaktadır. Arazinin her yanında antik dönemlere ait seramik kırıklarına rastlanmaktadır.
Köylülerin anlattıkları bir rivayete göre burası çok eskiden korsanların saklanma yeriymiş. Oraya saklanıp denizi izlerler, gelip geçen gemileri soyduktan sonra ele geçirdikleri defineleri buraya taşıyıp saklarlarmış. Anlatılan ikinci bir rivayete göre geceleri bu mezardan çalgı sesleri ile çocuk ağlamalarının duyulması, cinlerin burada çalgılı düğün töreni düzenlediklerine yorumlanırmış. Anlatıldığına göre bir zamanlar burada Komi Kebirli bir Ruma ait bir arazi varmış. Bu nedenle çiftiyle arazisini sürer, öküzlerini bu mezara indirip yemler, gece olmadan da evine dönermiş. Ancak bir gün köye dönmek için geç kaldığından o mezarda gecelemek zorunda kalmış. Gece olunca düğün yapmak için oraya gelen kötü cinler onu çarpmış. Cinlerin arasında bulunan iyi bir cin onu kötü cinlerin elinden kurtarmış ve onu götürüp köyün yanına bırakmış. Ancak bu olaydan sonra çok yaşamamış.
Şerno (Sicrnos) yerleşim yeri
Klima mezarlık alanının bulunduğu düzlüğün doğusunda olup petrol dolum tesisinin buraya yapılmasının talep edildiği tahmin edilmektedir. Deniz seviyesinin çok üstünde bir bölgedir. Doğu bitişiğinde ikili küçük bir liman, kuzeydoğusunda ise bir yarımada bulunmaktadır. Buradaki kayalarda görülen taş kesim izlerinden bir zamanlar arazinin taş ocağı olarak kullanıldığı izlenimi edinilmektedir. Alanın kalın bir erozyon toprak tabakası altında bulunması itibarıyla, buradaki eski eserleri saptamak amacıyla arazinin değişik yerlerine sondaj çukurları açma gibi herhangi bir yetkimizin olmadığını belirterek bu yazımızı da sonlandırmış olalım.