Simge Çerkezoğlu
İnsanlar hani biraz da isimleriyle kendini anlatır ya; Yekta Kopan da işte aynen adı gibi eşsiz ve benzersiz bir insan… Kibar ve mütevazı. Sadece çok iyi bir yazar değil, sanata dair bilgisi ve derinliğiyle etkileyici bir isim. Türkiye’deki tartışmasız en iyi sanat programı yapımcısı. O, en doğru cevaplara ulaşmak için en doğru soruları sormayı bilen adam. Ama bu kez soruları ben sordum, cevapları o verdi. Anlayacağınız roller biraz değişti. Ben ne sorsam eksik kalacak diye kaygılanırken o bana röportajı bile unutturdu. Geriye benim için unutulmaz bir sohbet, size okumak kaldı.
İki tane romanınız var ama siz daha çok öykü yazarı olarak biliniyor ve öykülerinizle öne çıkıyorsunuz. Yazım hayatınızda sizin için de öykülerinizin özel bir yeri var mı?
Temelde kurmaca metinler yazan bir yazarım. Doğrudur, çoğunlukla öykü yazarı olarak biliniyorum ve öykü ile daha çok tanınıyorum. Benim için de öykülerin ayrı bir önemi var. Bunun nedeni öykülerin farklı üslupları ve anlatım tekniklerini denemek için çok daha uygun bir alan olarak görmem. Elbette öykü yazarken kendimi çok mutlu hissetmem de bu nedenlerden biri ama bu demek değil ki roman yazarken de aynı derecede mutlu, aynı derecede deneylere, yenliklere açık değilim. Bazen bazı konuları bir öykü olarak daha rahat anlatabileceğimi hissediyorum, bazen de bazı konuları bir roman olarak okuyuculara daha iyi anlatabileceğimi hissediyorum. Tercihim daha çok bunlardan kaynaklanmaktadır ama temel olarak öykü yazarı olarak da anılmaktan çok mutluyum.
“KENDİMLE YÜZLEŞMEYİ SEVİYORUM”
Öyküleriniz ve romanlarınızda çok farklı psikolojik durumlar ve çözümlemeler var. Öykülerinizin özellikle benim için en çekici yanı bu yaptığınız psikolojik çözümlemeler. Böylece sade başlayan, bazen sıradan sanılan, bunu elbette kötü anlamda söylemiyorum, bir öykü bambaşka bir yerlere gidiyor. Merak ediyorum bu süreç nasıl oluyor?
İnan ruhunu araştırmayı, insan ruhunun aydınlık ve karanlık yönlerini gözlem altına almayı sorgulamayı, oraları deşmeyi ve bunu yaparken de bir yandan da kendimle yüzleşmeyi seviyorum. Dolayısı ile ben yazdığım bütün hikâyelerde konu ne olursa olsun öznesi insan olan algılayışı, yaşadıkları, heyecanları ve korkuları, beklentileri hatta varlıkları ve yoklukların peşine düşmeyi seviyorum. Böylece hangi konuyu anlatırsam anlatayım o konunun içindeki öznenin insanın ruh hali olmasını tercih ediyorum. Benim de ilgimi çeken insanın ruh hali olduğu için yazarken de oraya yürüyorum.
Bir röportajınızda “kariyerimi okumaya borçluyum” diyorsunuz. Neden okumak sizin için bu denli önemli?
Elbette okumanın hayatımda çok önemli yeri var. Ben bugüne kadar ne yaptıysam, televizyonda da işler yaptım, bunun yanında farklı deneyimlerim oldu. Yazdım, yazmaktan kaynaklanan bilgi birikimim oluştu. Farklı deneyimlerim oldu. Tüm bunları borçlu olduğum, ki buna yazarlık da dahil, işte tüm bunları borçlu olduğum tek edim okumak. Eğer ben iyi bir okur olmak yolunda kararlı davranmasaydım ve iyi bir okur olmasaydım şu anda ne üslubum, ne bilgi birikimim, ne hayatı algılayışım, ne de insanlık algım hiçbiri bu şekilde olmazdı. Ben eğer bir şekilde çamurdan bir heykele dönüştüysem o heykele beni dönüştüren okuduğum kitapların yazarlarının elleridir. Okuduklarım sayesinde ben bir şeye dönüştüm. Yoksa bu hayatta ancak bir çamur parçasıydım.
Aslında aynı anda pek çok farklı alanda çalışıyorsunuz. Televizyon programları, köşe yazarlığı, seslendirme sanatçılığı ve yazar yönünüz. Sizin için en fazla öne çıkan ve sizi en mutlu eden acaba hangisi?
Ben yazar Yekta Kopan’ım. Kendimi bir tek yazı yazarken en samimi halimle, en dürüst halimle, en ben olan halimle ifade edebiliyorum. Bunun dışında yaptığım işler gerek televizyondaki gerekse de seslendirme ile ilgili olan işler daha başka dinamiklerin de işin içine girdiği üretimler. Ama yazmak öyle değil. Yazmak sadece bana ait olan bir üretim. Ben de sadece bir yazarım.
“NEREDEN TANIYORLA İLGİLENMİYORUM”
Bana öyle geliyor ki sanki toplum sizi daha çok televizyon ile tanıyor. Bu televizyonun görsel gücünden ve geniş kitlelere ulaşıyor oluşunda mı? Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Elbette bunun sebebi sizin dediğiniz gibi de olabilir. Burada aklıma bir sorunun peşine düşmek geliyor, kimler beni daha çok televizyon programları ile tanıyor acaba. Televizyon programları ile tanıyanlar olduğu kadar sadece ve sadece seslendirme ile sesimle tanıyan insanlar da var. Bunlar olduğu kadar sadece beni kitaplarımla anan ve tanıyan insanlar da var. Televizyonda yaptığım işleri hiç bilmeyen, hiç takip etmeyenler de var. Bu aslında benim yaptığım işler değil de yapılan işlere kimin ne ilgi gösterdiği ile ilgili. Dolayısı ile hangisi daha çok nereden tanıyor ya da niye o oradan tanıyor da buradan tanımıyor sorusunu kendime hiç sormam. Ben her işi kendi ahlakımla, elimden geldiğince dürüstçe ve üretken bir şekilde yapmaya çalışırım o kadar.
Biraz da Radikal gazetesindeki köşe yazılarınızdan bahsedelim. Sanıyorum belli günlerde yayınlanan ve sanattan yola çıkarak siyasete, politik eleştirilere değindiğiniz yazılarınız var...
Evet, her Çarşamba Radikal gazetesinde yazılarım yayınlanıyor. Tabii sanat zaten siyasetin, sanat zaten güncel politikanın genel olarak politik algının dışında bir şey değil. Sanat zaten tüm bunlarla içi içedir. Sanat siyasetle iç içedir. Sanat sokakla iç içedir, sanat sporla, insanla, kahkahayla ve gözyaşıyla da iç içedir. Sanat hiçbirinden öte değildir ama hiçbirinin de öznesi değildir. Sanat tüm bunların hepsini sorgulayan, yargılayan ve tekrar tartışmaya açan çok önemli bir kapıdır. Dolayısı ile şunu bilmeliyiz ki aaa o sanat yazıyor neden siyasete de dokunuyor demek sanırım sadece bir aymazlıkla açıklanabilecek bir tavırdır. Elbette biz sanat da konuştuğumuzda spor da konuştuğumuzda neyi konuşursak konuşalım bütün bunların birbiri ile iç içe olduğunu da unutmadan konuşmamız gerekiyor.
ERKEK HALLER
Yeni kitabınızdan da bahsedelim. “İki Şiirin Arasında” nasıl bir kitap?
Son kitabım yaklaşık bir ay önce yayınlandı. İlk kez imzası da bu yılki kitap fuarında, TÜYAP’da oldu. Bu kitapta benim çok eski dönemden kalan öykülerimle en yeni dönem öykülerimin bir araya geldiği bir derleme oldu. İki şiirin arasında… Özellikle ilk bölümde, en yeni öykülerimin olduğu bölümünde, daha erkek hallerine yoğunlaştım. Erkeklerin birbirleri ile olan iletişimleri ya da iletişimsizliklerinden yola çıkarak bu coğrafyadaki erkeklik hallerinin bir arayışını ve sorgulamasını yapmaya çalıştım. Dediğim gibi henüz bir ay oldu ama şu ana kadar okurun ilgisi ve geri dönüşünden oldukça memnunum. Bunun yanında yine bir öykü kitabı yayınlamaktan da çok mutluyum.
Neden İki Şiirin Arasında…
Bu soru İki Şiirin Arasında öyküsünün cevapladığı bir soru. Bu biraz dramatik bir öykü. Eşinin kaybettiği nüfus cüzdanını birlikte okudukları bir şiir kitabının arasında bulan bir adamın öyküsü. Sol sayfada “Sevişen” sağ sayfada “Dağılan” şiirler var.
“Bir anlık gecesinde bir günlük mevsimlerin
Bildik mi yaşamayı ikimizce
Biz getirdik demektir anlamayı evrene
Sevişmek alanıdır yüreğin” diyor şiirlerden biri.
Diğer ise;
“Güzdü, yaprak vardı
Biz yitirmek için yaşadık bu ölmezliği
Güzdü, yapraklar vardı
Her bir bakışıyla o şimdi
Dağılan beni sevdiğinin dağılışı gibi”
Öykü bu iki şiirden yola çıkarak aslında yaşanan dramatik bir olayı anlatıyor.