Tayfun Çağra
Kocaman bir şehir işte… Merkezi 8 milyon, etraftaki yerleşim yerleriyle 12,13 milyon kişilik bir nüfus… Herhalde bir keşmekeş, bir karmaşa, bu kadar nüfusun yerleşmesi için de kocaman binalar gerekir diye düşünürsünüz. Evet, aslında bina ihtiyacı varmış ama ihtiyaç var diye de planlamadan bizdeki gibi her boş alana bina yapılamıyor. Yeşili azaltmaya asla imkan yok.
Evet, tahmin edebileceğiniz gibi Londra’dan söz ediyorum. Kıbrıs’taki nüfusumuzdan fazla bir nüfusumuzun göç ettiği, orayı yurt bellediği İngiltere’nin başkenti Londra… Çoğumuz ya gezmeye, ya mutlaka oralarda ailesinin bir parçasını görmeye veya eğitim için gitmiştir. Yukarıdaki cümlede olduğu gibi yola hangi uçak alanından çıkarsanız çıkın, hep yeşili takip edersiniz. Şehrin merkezine gelseniz bile Londra’nın tarihi, turistik, meşhur binaları arasında bile mutlaka yeşili bulursunuz. Kocaman parklarında kocaman ağaçların altında, kocaman yeşilliğin üzerine bedeninizi atmanın keyfine diyecek yok.
Merkezin içinde de dışında da evler aynı model sırayla gidiyorlar. Daha kalbur üstü, daha az zengin, daha yoksul semtleri var. Evlerin hemen hemen hepsinin arkasında bahçeleri var… Bizim alıştığımız gibi dağlarımızda, tepelerimizde, denize sıfır kocaman havuzlu villalarımız olduğu gibi oralarda böyle evler yok ama onlar birlikte nasıl yaşanabileceğini biliyorlar. Yollarda o kalabalığa rağmen korna sesi duymazsınız, mahallelerde herkesin, her arabanın bir yeri var çünkü arabayı alırken o arabanın park yeri vergisini de ödüyorsunuz. Kuralları keskin, “burayı boş buldum hemen parkedeyim” diyemezsiniz. Trafikte, sosyal yaşamda, istihdamda torpil yok. Başarılıysanız işe girersiniz, değilseniz girmezsiniz.
Hava trafiği çok işlek. Başınızı havaya kaldırdığınızda mutlaka en az 4-5 uçağı aynı karede görebilirsiniz. Sürekli uçaklar inip kalkıyor. Bizim bildiğimiz aslında üç alan ama beş alanda sürekli trafik var, özellikle Heathrow havaalanı… Zaten Vikipedi internet sitesine göre de Heathrow dünyanın en fazla uluslar arası yolcu taşıyan havaalanı… Şehrin üzerinde sürekli bir trafik.
İşte böyle bir ülkede, böyle bir şehirde gezerken sizler için de birkaç fotoğraf derledik. Alt yazılarıyla fotoları anlatmaya çalışıp, sizlerle paylaşmak istedik.
Son yıllardaki en meşhur teknoloji harikalarından London Eye… Yani Londra gözü… Thames Nehri kenarında yükselen vagonları içinde isminin hakkını vererek Londra’nın kuzeyini de batısını da en uç noktalarına kadar görmek mümkün.
London Eye’da yükseldikçe şehri ikiye bölen Thames Nehri dahil, tarihi binalar, gökdelenler, parklar, yeşil alanlar rahatlıkla görülebiliyor.
Her yana yayılmış kocaman parklar içinde sincaplar, ördekler, farklı hayvanlarla da karşılaşmak mümkün. Bu gezilerden birinde elimizden beslenen sincapları unutmak mümkün değil.
Londra’nın doğusunda yer alan Southend’te her gün 1-1.5 kilometre kadar içeriye kaçan ve tekrar geri gelen denizi (gel-git) görmek mümkün. İnsanlar çekilmiş deniz üzerinde geziyorlar, tekneler, sandallar dibe konmuş şekilde denizin tekrar geri gelmesini bekliyor, martılar işin en şanslısı olarak sürekli denizin dibinde buldukları yiyecekleri midelerine indiriyorlar.
Keyiflerden ikisi de göllerden birinde kürek çekmek ya da kocaman ağaçların gölgesine serilmek…
Kraliçe’nin saraylarından biri de şehir dışında Windsor kasabasında yer alan Windsor Sarayı… Saray muhteşem, kasaba muhteşem.