Erdoğan Garip
erdogangarip@yandex.com
“Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 40. yılında, savaşın ve çözümsüzlüğün gölgesinde, umutları giderek tükenen toplumların hikayesi.”
Günümüze kadar bu konu üzerine birçok yazılar yazıldı ve birçok sözler söylendi. Kıbrıs’ta yaşayan toplumlar üzerinde farklı veya benzer açılardan etkilere ve sonuçlara sebep olan bu olayın öncesi ve sonrası hakkında birçok farklı argüman bulunmaktadır. Bu yazıda temel olarak önümüzdeki süreçte dikkat edilmesi gereken noktalara işaret etmeye çalışacağım.
“Barış Harekâtı” sonrası fiilen ikiye bölünen adamızda, Kıbrıs Sorunu’nun üstesinden gelebilmek için, yıllardır müzakereler sürdürülmektedir. Zaman içerisinde bu sorunun çözülmesine yönelik parametreler Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından da belirlenmiş ve yıllar yılı alınan kararlarda da teyit edilmiştir. 750 sayılı ve 10 Nisan 1992 tarihinde alınan karara göre, bugün devam eden müzakerelerde de temeli oluşturan, iki toplumlu, iki bölgeli, tek vatandaşlık ve tek egemenliğe dayalı birleşik, federal bir Kıbrıs modeli bulunmaktadır. Bunun dışında üretilecek herhangi bir alternatifin kabul görmeyeceği aşikâr ancak mesele müzakerelerden ibaret değildir. Kıbrıs’ın fiilen ikiye bölündüğü günden itibaren, gerek ekonomik, gerek sosyo-psikolojik birçok sonuç ortaya çıkmıştır. Bu yüzden Annan Planı’nda olduğu gibi hüsrana uğramamak için, “Barış Harekâtı” ve öncesinde yaşananların yarattığı travmanın da üzerinden gelinmelidir.
Ada’nın bölünmüşlüğünü ortadan kaldırabilmek ve yukarıda bahsi geçen parametreler doğrultusunda bir arada yaşayabilmek için yıllardır süregelen özlü müzakerelerin yeterli olmadığını Annan Planı’nda gördük. Peki Annan Planı’nda ortaya çıkan sonucu farklılaştırmak için neyi değiştirmemiz gerekiyor? Ada’nın her iki yarısında da benzer ekonomik sıkıntıların yaşandığını biliyoruz. Bu sıkıntıların başlıca sebebi olarak Güney’de Troyka, Kuzey’de ise Türkiye’nin uygulanması için çaba sarf ettiği neoliberal ekonomi politikalarını görebiliriz. Yapılan birçok araştırma ve çalışmanın sonuçlarını inceleyecek olursak olası bir çözümün, ekonomik anlamda, her iki toplumun da faydasına olacağını görebiliriz. İlk aklıma gelen; Oslo Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (Peace Research Institute Oslo – PRIO) “Kıbrıs’ta Çözümün Getirileri: Verimlilik ve Sektörel Bazlı Bir Yaklaşım – The Cyprus Peace Dividend Revisited: A productivity and sectoral approach” başlıklı çalışmasıdır. Çözüme ulaşana kadar ekonomik bazı sıkıntıları gidermek ve toplumlararası işbirliğini artırmak adına adımların atılması, kapsamlı çözüme ulaşmak için de olumlu ortamın yaratılması bakımından önemlidir. Bu anlamda geçtiğimiz günlerde Kıbrıs Türk Ticaret Odası (KTTO) ile Kıbrıs Rum Sanayi ve Ticaret Odası’nın (CCCI) başlattığı “Örnek olmak” ismindeki proje hem belirtilen hedefler, hem de insanların hayatlarını iyileştirme açısından önemli bir adımdır. Buna rağmen, ne yazık ki ekonomik getiriler ve iyileştirmeler kalıcı bir çözümün sağlanması adına tek başına bir anlam ifade etmeyecektir.
Ekonomik yakınlaşma ve işbirliği yönünde atılan adımların yanı sıra, geçmişte yaşananların yarattığı sosyo-psikolojik sonuçları biraz daha iyi idrak edebilmek için, Umut Bozkurt’un gaiLe’de yayınlanan “Kosova’dan Kıbrıs’a travma, geçmişle hesaplaşma ve uzlaşma üzerine...” başlıklı yazısını dönüp tekrar okunmalıdır. Bu yazıda, yaşanan travmalarla yüzleşilmezse, mevcut müzakerelerin de hüsranla son bulacağı ve bölünmüşlüğü derinleştireceğinin tespiti yapılmıştı. Bu tespiti göz önünde bulundurarak, bu yönde atılan olumlu adımlara işaret etmekte ve yaygınlaştırmakta fayda olduğuna inanıyorum. İlk akla gelen olumlu adım, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum liderlerin 1981’de yaptığı görüşmeler sonucunda kurulan, ancak 2004 yılına kadar etkin çalışmalar yürütemeyen Kayıp Şahıslar Komitesidir (KŞK). Bu komitenin etkinleştirilmesinde ve sonrasında “İki Toplumlu Kayıp Yakınları İnisiyatifi” adı altında hem Kıbrıslı Rum hem de Kıbrıslı Türk kayıp ailelerini barındıran, toplumların ortak acılarını ve geçmişte yapılan kötülüklerin ortaya çıkarılması, konuşulması, kabul edilmesi ve yaşananlardan ders çıkarılması yönünde çaba ortaya koyan Sevgül Uludağ’ın yazıları da yüksek öneme sahiptir.
Bunun yanında, Soula Hadjikyriacou’nun çektiği “Kendi Hakikatim – My Own Truth” isimli 2010 yapımı filmde de Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar’ın yaşadığı travmaların benzerliğini gözlemlemek mümkündür. Savaşın sonuçlarının her iki toplum adına da travmalara sebep olması şaşılacak bir durum değil elbette. Lakin, yaşananları kabullenip, yapılan hatalardan ders çıkarmazsak, “Barış Harekâtı”nın 40. yıldönümünde olduğu gibi, bir yanda Troyka ile, diğer yanda Türkiye ile varoluş mücadelesi vermeye takatimiz kalacak mı emin değilim. Bu noktada federal çözüme ulaşmak adına sahip olduğumuz inançtan ve mücadeleden uzaklaşmak, “nasıl olmasa Rumlar çözüm istemiyor” söyleminin etkisi altında yaşamak, bizi temelde uluslararası toplumdan, uluslararası hukuktan ve ticaretten uzaklaştırır. Eş zamanlı olarak Kıbrıslı Türk toplumunu Türkiye Cumhuriyeti ile asimetrik bir biçimde yakınlaştırarak vesayetin güçlenmesinden başka bir amaca hizmet etmeyecektir.
Bu noktada önümüze bakacak olursak, bütünlüklü çözüm için müzakereler devam ederken, güven yaratıcı önlemlerin önemli bir rol oynayacağı ve bahsettiğimiz travma halinin üstesinden gelebilmek için etkili olacağına işaret etmekte fayda görüyorum. Limasol Belediyesi Kültür Merkezi'nin Panos Solomonides konferans salonunda gerçekleştirilen ve 2. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın konuşmacı olarak katıldığı konferansa ben de dinleyici olarak katılmıştım. Hatırlayacağınız üzere bahsi geçen konferansa aşırı sağcı ELAM örgütünün bir saldırısı olmuştu. Benim aklımda kalanlar ise, saldırıdan hemen önce, Mehmet Ali Talat’ın güven yaratıcı önlemler kapsamında atılabilecek adımlara verdiği örneklerdi. Ara bölgede üç dilli ortak bir üniversitenin veya yüksek okulun kurulması, çocuklar için oyun alanlarının oluşturulması, bazı okullarda Yunanca ve Türkçe eğitimin başlatılması ve okullarda insan hakları konusunda eğitimin başlatılması gibi örnekler yalnızca benim aklımda kalanların bir kısmı. Bu gibi güven yaratıcı önlemlerin, özellikle gelecek kuşakların, geçmişte olduğundan çok daha kolay bir şekilde yakınlaşmasına ve gerçek anlamda toplumlararası barışın sağlanması adına atılacak önemli adımlar olduğunu inkar etmek güç.
Hal böyleyken, toplumlararası güvenin tekrardan tesis edilebilmesi adına atılacak adımların korku yaratması da ilginç bir noktadır. Güven yaratıcı önlemlere dair duyulan endişelerin başında bu adımların görüşülecek olması sebebiyle bütünlüklü görüşmelerin bir kenara itilmesi bulunuyor. Bu nedenledir ki her iki sürecin eşzamanlı ve katılımcı bir şekilde ilerlemesi elzemdir. Bununla birlikte, mevcut müzakere sürecinin olumlu sonuçlar doğurabilmesi adına, toplum liderlerinin gerekli hassasiyeti göstermesi ve birbirlerine anlayışla yaklaşıp temsil ettikleri topluma da yön vermesi gereklidir. Sürekli bir biçimde iç hesaplarla uğraşıp, karşısındaki toplum liderini hizaya getirmeye çalışmakla bir yere varılmayacağına yıllar yılı tanıklık ettik. Bunun doğurduğu sonuç, fiili bölünmüşlüğün yarattığı travma halinin, toplum genelinde umutsuz bir hava oluşarak daha da perçinlenmesi yönünde olmuştur.
Yarınların dünden daha güzel olabilmesi için bütünlüklü çözüm kapsamında yürütülen müzakereler yalnız başına bir anlam ifade etmeyecektir. Gerek ekonomik, gerekse sosyo-psikolojik sorunların üzerinden gelebilmek için, müzakerelerle paralel bir şekilde güven yaratıcı önlemlerin de hayat bulması kaçınılmaz bir durum olarak karşımızda duruyor. Federal kültürün gelişmesi ve insanların federasyona hazırlanması açısından gerekli adımların atılmaması halinde, ortaya çıkan bütünlüklü çözüme her iki toplumun da “evet” demesi yeterli olmayacak, çözüm sağlansa bile sürdürülebilir olmayacaktır. Bu bağlamda ihtiyacımız olan, yeni şehitler yerine barış kültürünü geliştirmek adına mücadele veren, çözüme inanmış insanların yapacağı bir “Barış Harekâtı”dır. Bu yeni harekâtın içinde de siyasi irade, sivil toplumun işbirliği, gelecek nesillerin ayrımcılık yerine birlikteliği öğrenerek yetişmesi, yetişkinlerin yaşananlarla yüzleşip kabullenmesi ve tekrardan yaşanmaması adına mücadele etmesi gereklidir.
------------------------
Kaynakça
Oslo Barış Araştırmaları Enstitüsü (Peace Research Institute Oslo – PRIO), “Kıbrıs’ta Çözümün Getirileri: Verimlilik ve Sektörel Bazlı Bir Yaklaşım – The Cyprus Peace Dividend Revisited: A productivity and sectoral approach”, Erişim: http://prio.org/Publications/Publication/?x=7411
Kıbrıs Türk Ticaret Odası (KTTO) ile Kıbrıs Rum Sanayi ve Ticaret Odası’nın (CCCI) başlattığı “Örnek olmak” ismindeki proje: https://www.yeniduzen.com/Haberler/haberler/ticaret-odalarindan-onemli-proje-ornek-olmak/40232
Umut Bozkurt, “Kosova’dan Kıbrıs’a travma, geçmişle hesaplaşma ve uzlaşma üzerine...”, Erişim: https://www.yeniduzen.com/Ekler/gaile/238/kosova-dan-kibris-a-travma-gecmisle-hesaplasma-ve-uzlasma-uzerine/860