Hasan Yıkıcı
hasanykc@gmail.com
Solun toplumsal bir projesi ve stratejisi olmaksızın ne kendisini, ne de yeni bir toplumsal düzeni var edemeyeceği tartışma götürmez bir gerçektir. Kıbrıslı Türkler söz konusu olduğunda ise bu sadece eşitlikçi, özgürlükçü ve sosyal adalete dayalı bir gaye değil, aynı zamanda toplumsal olarak özne olabilmekle de bağlantılı yaşamsal bir ihtiyaçtır. Kıbrıslı Türkler’in varoluş mücadelesi ile eşitlikçi, özgürlükçü ve sosyal adalete dayalı bir toplumsal düzen yaratımı mücadelesi birbirinin içine geçmiş, birbirini tamamlayan ve bütünleştiren bir zemini oluşturmaktadır.
Bundan dolayı yeni bir strateji sol açısından geçtiğimiz haftaki yazıda bahsettiğimiz geleneksel siyasal öznelerden ve söylemlerden kopuşla beraber hayat ile politikayı yeniden kaynaştıran, yeni/yeniden bir özneleşme sürecini de barındıracaktır. Bu da, gerek iktidar mekanizmaları ile gerekse de hayat süreçleri ile geleneksel ilişkilerin dışında yeni ilişkiler kuracak, araçları, kurumları ve yeni kolektif siyasal organizasyonların ihtiyacını getirmektedir. Artık tartışılması gereken solun bugüne dek programlaştırıp hayata uygulamaya cüret edemediği en temel alternatif sosyal politikaları ve potansiyelleri, kurucu sol bir strateji etrafında inşa etmek ve hayatın birer parçası haline getirebilmektir.
Buradaki gaile, bir reçete oluşturmak değil, soldan, kurucu bir hayat siyasetinin temel dayanak noktalarını keşfedebilmeye yönelik bir arayıştır. En iyi, en güzel ve en yeni bir stratejiye sahip olsa dahi, sol inşa edemediği sürece, toplumsal yalıtılmışlığı, söylemleri, sloganları, hazır cevap kalıpları ve çaresizliği altında ezilip ezilip kendi kendisini değersizleştirecektir. Yüksek siyasetin içine gömülmüş bir sol değil, yaşam süreçlerinin inşa edici gücü olarak sosyal bir sol için adımlar atmalıyız.
Sınırları aşmak
Parlamentarizmi merkezine alan, temel gayesi verili iktidar mekanizmalarında pozisyon kazanmak, yüksek siyaset yapmak ve sınırlarını ekonomik-sosyal ve yönetsel iktidarın sınırları ile belirleyen bir solun, ne kendisi için, ne de toplumsal fayda için ciddi bir getirisi olacaktır.
Daha da önemlisi, bu zemindeki siyasetin yukarda bahsedilen inşa sürecini de sırtlanacak potansiyele sahip olamayacağıdır.
Bu anlamda merkez sol veya sosyal demokrat olduğunu iddia eden CTP veya TDP gibi partiler ne bu kurucu potansiyele ve ufka sahiptir, ne de gerçekten öyle bir dertleri var mı yok mu bilinmemektedir.
Geçmiş deneyimlerin hepsi bize göstermiştir ki, parlamenter siyaset-iktidar ve sol üçgeninde sol özneler her zaman dönüştüren değil dönüşen, kurabilen değil yeniden kurulan ve en önemlisi inşa edebilen değil, yıkıma uğrayan olmuştur. Kaldı ki, eğer yukarıda ve geçen haftaki yazıda çizmiş olduğumuz kurucu ve inşa edici siyasal bir stratejiye sahip olunsaydı ve hali hazırda dayanak noktaları toplumsal ve sosyal inşa odakları olsaydı bugün bu partilerin durumu en azından böyle olmayabilirdi.
Merkez/parlamenter partiler içerisinde yaşanan mikro ölçekli iktidar kavgaları da makro ölçekte yaşanan yapısal dönüşümlerinin birer göstergesidir. Bu yapılara hayat veren harç, yeni bir toplumsal düzen kurma arzusu ve siyasal ufku değil, en küçüğünden en büyüğüne kadar iktidar kademelerinde pozisyon kapma motivasyonundan oluşmaktadır. Bundan dolayı, örneğin CTP gibi bir partinin başına siyasal ufku geniş, iyi veya temiz birinin gelmesinin o partiyi kurtaracağına inanmak, sıvı çamurdan çiçek bahçesi yapılabileceğine inanmakla eş değerdir. Veya solda alternatif gibi sunulmaya çalışılan TDP gibi bir partinin, CTP içinde yaşadıklarından farksız süreçlerle gündeme gelmesi de aslında merkezde duran partilerin ne kadar da siyasal kültür anlamında birbirlerinin kopyası olduğunu göstermektedir.
Arızalı bir makinenin iktidarını ele geçirmeye yönelik bir siyaset beraberinde bununla ilişkili bir siyasi kültür ve alışkanlıkları da getirdiği, daha da getireceği çok nettir. CTP’de veya TDP’de yaşananlar, arızalı bir makine ile kurulan ilişkinin sonunda siyasetin de arızalaşması gibi siyasal kültürün ve alışkanlıkların da arızalı bir hale gelmesidir.
Bugün bu partilerle ilgili konuşulan şey siyasal programları veya stratejileri değil, kimin hangi makama sahip olacağı veya kimin kimi nasıl ‘yemek’ istediğidir, yani siyasi kültürün yansımaları! Kısacası, arenada solcular ve liberaller, iyi sosyal demokratlar ve kötü sosyal demokratlar yoktur. Arenada iktidara ve iktidarın gücüne aşık olmuşların, statü kaygısı taşıyanların kavgası vardır.
Bu kavgaların kazananı olmamıştır, olmayacaktır da. Bu kavgaların tek olumlu ve toplumsal anlamda hayırlı yanı tarihsel bir sürece ivme katmaları, yani merkez siyasal öznelerin yıkımını hızlandırmalarıdır. Bundan dolayı solda olduğunu iddia eden merkez partilerin kendi sınırlarını, iktidarın sınırlarını aşabileceği ve alternatif haline gelebileceği oldukça şüpheli olmanın ötesinde, inandırıcı ve gerçekçi de değildir.
Sadece kendi içlerindeki veya ülke içindeki iktidar kavgalarından ve bu kavgalar içerisinde kaybettikleri siyasal meşruluklarından dolayı değil, aynı zamanda küresel bir eğilim olarak da merkez partilerin gerek yaşam süreçleri ile gerekse de neoliberalizm karşısında takındıkları ikircikli tutumun yansımalarından dolayı da alternatif olabilecekleri söylemi inandırıcı ve gerçekçi değildir.
Mesele merkez partilerdeki liderlik sorunu değil, bu partilerin gerek kadrolarıyla gerekse de yapısal yönleri ile tarihsel süreç içerisinde evrildikleri noktanın günün ihtiyaçlarına cevap ve alternatif üretebilecek, kurucu bir siyaseti inşa edebilecek bir noktada olmaması meseledir. Bu partiler için sorun liderlik değil, yapısaldır!
Sol ve sol değerler adına bu partilere umut bağlamak veya yüksek beklentiler geliştirmek, yeni hayal kırıklıkları ve çöküntüler örgütlemekten başka bir şey değildir. Gerek reddediyoruz süreci, gerek Girne İnisiyatifi örneği gerekse de buna benzer hak mücadeleleri örnekleri, ister radikal olsun isterse de merkez olsun siyasal partilerin pozisyonlarına dair net bir tablo ortaya koymaktadır. Siyasal partiler yaşama dair sorunlara ve mücadelelere dahil olamayan, toplum ile arasındaki mesafe gittikçe açılan, yalıtılmış ve iktidar mantığı ile sterilleşmiş, sosyal meselelere sonradan dahil olmaya çalışan ve onlara katkı koyamayan yapılar haline gelmiştir.
Artık geçmişi ve nostaljileri tekrar tekrar üretme kolaylığına kapılmak değil, uzun vadeli ve kalıcı bir inşa sürecini örme zamanıdır.
İnşa etmek!
Yeni bir sol siyaset ihtimali, hayat ile politika arasına set örmeyecek, tam tersi hayat ile politikanın dinamik bir ilişki içerisinde olduğunu içselleştirmiş, bu yönde potansiyelleri keşfedebilmiş ve bunları kurumsallaştırmış bir yapılanma ile gelişebilecektir. Eşitlikçi, özgürlükçü, ekolojik ve sosyal adaletçi bir toplum projesi de yeni bir kolektif öznenin, yani siyasal alternatifin inşası ile mümkün olabilir. Bunun adı siyasal bir partidir. Fakat hali hazırda var olan örneklerdeki gibi değil, kendisini sosyal ve siyasal bir hareket olarak inşa edecek olan, sosyal ve siyasal olanı harmanlayabilecek, çoğulcu, katılımcı ve özyönetimci kolektif bir parti. Bu süreci şekillendirecek ve ilk etapta bahsedebileceğimiz temel noktaları ise gelecek sayılarda açmak üzere şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Ekonomik dayanaklar anlamında katılımcı, alternatif kooperatifçilik potansiyellerini gerçeğe dönüştürmek. Emek, dayanışma ve üretim-tüketim ve dağıtım ağları oluşturmak, bunların koordinasyonunu ve motivasyonunu sağlayabilecek kooperatifler ağı inşa etmek. Gerek ekoturizm, gerek kadın emeği, gerek tarımsal faaliyetler, gerekse de dijital teknolojiler alanında olsun, küçük bir ülke olmanın avantajlarıyla bu alanlarda kararlı bir irade ile ciddi işler yapılabilir. Bu, kuşkusuz ülke genelinde üretimden koparılmış bir toplum için tek ve mutlak alternatif değil, tam tersi üretim süreçlerine dahil olmanın ve bu süreçleri yaratmanın başlangıç noktasıdır.
2. Yine ekonomik alanda müşterekçi bir siyaset güderek, devlet mülkiyeti ile özel mülkiyet dışında, ortak değerler zemininde yeni ekonomik alternatifler inşası. Bugün pek çok kurumun özelleştirilmesi karşısında sol ya katı bir şekilde devlet mülkiyetini savunmakta ya da liberal bir şekilde özel-devlet ortaklığına savrulmaktadır. Müşterekçi bir ekonominin dayanan noktası ise bu ikisinin de dışında bir alternatife dayanmaktadır. Bugün en güzel ve somut örneğini Dome Hotel sürecinde gördüğümüz, ne devletin ne de özelin, bizzat çalışanın ve üretenin yönetiminde bir işletme modeli. Bu model ne yeni bir modeldir ne de sonradan icat edilmiş bir modeldir. Tam da kökleri Karl Marx’ın eserlerine dayanan komünar bir modeldir. Sol’un artık üzerinde durması gereken model, ne inandırıcılığı olmayan devlet modelidir, ne de tam bir sömürü mekanizması olan özel sektör modelidir. Bunların dışında dayanışmacı, ekolojist ve öz yönetimci müşterek modellerdir.
3. Yönetimsel alanda, özgürlükçü belediyecilik anlayışı çerçevesinde merkezi iktidara alternatif olarak öz yönetim mekanizmalarının inşa edilmesi, gerek bölgesel meclisler gerekse de kentlerde oluşacak halk meclisleri ile mahalli ve bölgesel sorunların siyasetinden, genel ülkesel siyasete ulaşacak, katılımcı ve özyönetimci alternatif bir yönetim mekanizmasını oluşturmak. Bunun adına basitçe Halk Meclisleri Konfederasyonu diyebiliriz. Kısaca hali hazırda işlevi ve niteliği çok net olan merkezi iktidara alternatif olacak bir yönetim ve iktidar mekanizmasını oluşturmaktan bahsediyoruz. Bunu “Gaile”nin ilerleyen sayılarında daha net ve ayrıntılı bir şekilde işleyeceğiz.
4. Merkezi iktidar ile solun kurduğu ilişkide kökten bir dönüşüm. Parlamentoya girmeyi kökten reddeden değil, fakat siyasetinin merkezin parlamenter mücadele olmayan bir sol. Bu anlamda parlamento ile ilişkiyi belirleyecek olan da parlamento dışında inşa edilecek olan süreçler ve yapılardır. Temel hedefi parlamentoya girip yukarıdan değişimler yapacak bir sol siyasal hareket değil, tam tersi merkezi iktidarı dağıtmaya yönelik aşağıdan halk meclisleri ile kurulacak ve inşa edilecek olanın bir uğrağı olarak parlamentoya girmeyi önüne koyan sosyal bir sol anlayış. Kısacası verili iktidar biçimleri içinde iktidar kavgası verecek olan değil, ikili iktidar biçimlerini yaratarak merkezi iktidarı dağıtmaya yönelik bir sol hareket.
Bu maddelere daha pek çok madde eklenebilir. Bunlar ne bir reçete ne de uyulması gereken mutlak doğrulardır. Yeni bir sol siyaset, her yönüyle iflas eden geleneksel ve ortodoks siyasal akımların geleneğinden koparak, yeni bir gelenek oluşturarak ve inşa ederek inandırıcı bir alternatif olabilir. Bunun için de ciddi ve uzun erimli bir çaba gerekmektedir. İhtimali, parlamenter siyasetin sınırlarında veya iflas eden geleneklerde değil, toplumsal olanın yeni potansiyellerinde ve zeminlerinde aramak lazım.