Ukrayna’nın Rusya tarafından işgal eylemi, herkesi, savaşın acı yüzünü görmeye ve barışın yollarını aramaya yeniden yönlendirdi.
Ama, bu işgal girişiminin, yeni bir Dünya gerçeğinin şekillenmesinde de önemli bir dönemeç oluşturduğunu anlamak için sayısız nedenler ortaya çıkmaktadır.
Rusya’nın Ukrayna’da giriştiği işgal ve dizginsiz saldırganlık, II. Dünya savaşından bu yana ortaya çıkan diğer tüm devletler arası çatışmalardan farklı bir durum yaratmıştır.
Savaşan taraflarından birinin, yani Rusya’nın taşıdığı özellikler ve takındığı tutumlar, bu savaşı ve muhtemel sonuçlarını diğerlerinden farklı kılıyor.
Rusya, nükleer silahlara sahip, geniş bir coğrafyaya yayılmış, doğal kaynakları bakımından zengin bir süper güç durumundadır. Üstelik, geniş coğrafyasına eşlik eden çok uluslu, çok kültürlü bir toplumsal yapıyı barındırıyor.
Diğer nükleer silah sahibi büyük devletlerden farklı olarak, kendi toprakları dışında sürdürdüğü ve dünya kamuoyu tarafından mahkum edilmiş bir savaşta ısrar etmesi, tüm dikkatleri Rusya’nın nükleer silah kapasitesine yönlendirmiş bulunuyor.
İlk kez bir nükleer güç, kendine tehdit oluşturmayan bir başka devlete saldırmakla kalmamış, kazanmak için gerekirse nükleer silah da kullanacağını ilan etmiştir.
Bu tutum, yeni Dünya gerçeğinde üstesinden gelinmesi gereken ciddi bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır.
Dünya artık Rusya’nın nükleer silahlarını konuşmayı dikkate almaya zorlandığı yeni bir döneme giriyor.
Zaten Batı’nın şimdiye kadar bu savaşa doğrudan katılmamasının nedeni de, nükleer silahların da kullanılabileceği 3. Büyük savaşı tetiklemekten kaçınmasıdır.
Bu yaklaşım şimdilik başarılı olsa bile, gelecekte benzer durumlarda benzer saldırganlığı önlemeye yetmemektedir.
Rusya’nın saldırganlığı sadece Ukrayna topraklarıyla sınırlı değildir.
Avrupa’nın açıkça tehdit edilmesinden sonra özellikle Rusya’ya komşu olan devletler güvenlik sistemlerini yeniden gözden geçirmeye yöneliyorlar.
Gündemlerinde Nato üyeliği olmamasına rağmen, İsveç ve Finladiya’nın Rusya’ya karşı ‘güvende kalma’ ihtiyacını hissetmesi, NATO’da yeni bir genişleme dalgasına yol açıyor.
Tehdidin her yöne yönlendirilebileceği endişesi nedeniyle, bu genişleme dalgasının sadece bu iki devletle ve Avrupa coğrafyasıyla sınırlı kalmayacağı söylenebilir.
Yani Dünya, artık Avrupa’dan büyük oranda izole edilmiş bir Rusya’ya karşı yeni bir güvenlik sistemini düşünmeye başlamaktadır.
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı otoriter rejimlerin iç yüzünü yeniden aydınlatmıştır.
İşgal eylemini ‘sınırlı bir askeri müdahale’ olarak niteleyen Rusya, bir ucundan diğerine, yani tüm Ukrayna’da büyük bir yıkıma girişmiştir.
Otoriter bir rejimin sorumsuzca davranmayı alışkanlık haline getirebileceği Ukrayna örneğinde çok çarpıcı bir şekilde izlenmektedir.
Bu savaşa ‘mecbur’ olduğunu ilan eden Rusya yönetimi, basit olarak ‘barış’ talep eden kendi vatandaşlarının da sınırlı olan özgürlüklerini ortadan kaldırıyor.
Ama daha vahim olanı, Rusya’nın işgal altında tutuğu bazı Ukrayna kentlerinden çekildikten sonra takındığı tutumdur.
Sivil halkın yaşadığı alanları hedef alan Rusya, yaşamını kaybeden sivillerin Ukraynalılar tarafından öldürüldüğünü iddia ediyor.
Aslında bu tür ciddi suçlamalara maruz kalmış bir devletin ciddi bir uluslararası inceleme talep etmesi ve kendi ordusunun eylemlerini sorgulaması gerekmez miydi?
Şimdi uluslararası toplumun Rusya ve benzeri otoriter rejimlere karşı daha kararlı bir şekilde hareket etmesini gerektirecek daha fazla neden vardır.
Ukrayna’da sivil ölümlerinin Rusya’nın bilinçli bir yok etme planından ötürü kaynaklandığına dair bulgular gün geçtikçe artıyor.
Haksızca girişilen bir savaş olsa bile, tarafların sivil hedefleri bilinçli bir şekilde hedef almaması ve savaş hukukuna uyması beklenir.
Ama Rusya'nın bu konuda da eşiği aştığı ve soykırımı andıran eylemlere giriştiği anlaşılıyor.
Daha savaşın en başında Ukraynalı kimliğinin var olma hakkının Rus lider tarafından reddedilmesi, kentlerin hiçbir ayrım gözetilmeksizin yerle-bir edercesine bombalanması, ortaya çıkarılan toplu mezarlar, küçük çocukların zorla alıkonulması ve ırza geçme dahil belirli bir kimliğe sahip kadınlara yönelik saldırganlıklar soykırımdan başka bir şey değildir.
Rusya’nın dizginsiz bir şekilde sürdürdüğü saldırganlığı, iki devlet arasında olağan ya da olağanüstü şekillerde ortaya çıkabilecek, hatta savaşla sonuçlanabilecek anlaşmazlıkların çok ötesinde anlamlara sahiptir.
Tüm bu saldırganlıkların arkasında, ayrıcalıklı bir statüye sahip bir BM Güvenlik Konseyi üyesinin olması, durumun ciddiyetini artırmaktadır.
İşte bu nedenle, artık yeni bir dünya gerçeğinin şekillenmekte olduğu anlaşılıyor.
Bu yeni Dünya gerçeği içinde, BM Güvenlik Konseyi’nin oluşumunu, soykırımı, Avrupa bütünleşmesinin önemini, yeni güvenlik ihtiyaçlarını ve uluslararası dayanışmanın önemini konuşmaya mecburuz.