“Yeni fikirler” bizi nereye götürecek?

Birol Karaman

2020 yılında, dönemin Başbakanı şimdinin Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Meclis kürsüsünden “Bu virüsün bize geldiği falan yok, bu kadar abartı ne?”  diye açıklama yaptığında; takvimler Mart ayının ilk günlerini gösteriyordu. Bu sözlerin üzerinden bir yıldan fazla süre geçti…

On binlerce dar gelirli insan, binlerce küçük ve orta ölçekli esnaf, daha az sayıda olsa da ülkede yatırımları bulunan iş insanları “bize geldiği falan yok” denen salgın sebebiyle çok ciddi gelir kayıplarına uğradı. Adeta hayatları baştan aşağıya değişti, herkesin.

Yalnızca ekonomik olarak da değil üstelik. Sosyal hayat neredeyse tamamen durdu! Evet, tüm dünyada olduğu gibi ama tüm dünyadan çok daha farklı dinamiklerle… Dünyadan kopuk ve uluslararası bir yalnızlık içerisinde!  

***

Salgın, toplumsal yaşamı etkilediği kadar siyaseti de derinden etkiledi. Birçok insan belki de ilk kez adanın kuzeyindeki siyasal organizasyonun, adına devlet dediğimiz yapının önemini sorguladı. Birçok insansa önceden hiç kondurmasa da adına “devlet” denen o yapının, bugünkü koşullar içerisinde insanını nasıl da koruyamıyor olduğunu bizzat yaşayarak gördü.

Aslında devlete ve hatta devlet fikrine sıcak olup olmadığına bakılmaksızın bir toplumun sahip olduğu kurumların, iyi yönetilmesiyle, kötü yönetilmesi arasındaki farkın ne demek olduğunu gördük hep birlikte.

***

Şimdi tam da bu koşullar içerisinde Cenevre’ye gidiliyor. Bölünmüş ve 1974 yılındaki askeri harekâttan sonra siyasi bir çözüme kavuşturulmamış adamızın, sürdürülebilir bir siyasi yapıya ulaştırılıp ulaştırılamayacağına bakılacak bir kez daha.

Cumhurbaşkanı Tatar’a göre Cenevre’deki zirveye “yeni fikirlerle” gidiliyor! Adına yeni denen fikirlerin hiç de yeni olmadığı herkes tarafından bilindiği halde.

Yeni denen fikirlerle aranacak olan şey, de-facto olarak oluşturulan bu yapıya uluslararası hukuk içerisinde meşru bir zemin yaratma arzusundan başka bir şey değil. Bunun mümkün olup olmadığı bir yana, bu yapının uluslararası hukuk zemininde kendine yer bulması halinde bile Kıbrıslı Türklere nasıl bir gelecek sunacağını gözden geçirmemiz gerekiyor galiba…  

Öyle çok uzağa gitmeye gerek yok. Bu “yeni fikirlerin” kabul görmesi ve mevcut yapının uluslararası hukuk zemininde kabul görmüş bir hale erişmesi durumunda bu yapının 2020 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaşananlardan farklı ne yaşatabileceğini düşünüyoruz gerçekten?

Tersten soralım! Tanınmamış olsa dahi, bu yapıya ve Kıbrıs Türk Halkının özgür iradesine saygı duyulmasının önündeki engeller nedir tam olarak? Neden ekonomik alanda, sosyal yaşamda Kıbrıs Türk Halkının üzerinde uzlaştığı programlar yerine hiç konuşulmamış, hiç tartışılmamış programları buluyoruz önümüzde sürekli olarak?

Bunun nedeni açıktır. Kıbrıslı Türklerin yalnızca ekonomik alanda ve sosyal yaşamda değil, siyasal alanda da özgün kimliklerini ve iradelerini tesis edebilmelerinin yolu bu küçücük toprak parçasında bağımlı olmaktan başka bir imkânı olmayan bir yapıyı sürdürmeye çalışmalarından değil, bir bütün olarak Kıbrıs adasında siyasal eşitliklerini elde etmelerinden geçiyor.

Aksi durumda, illa bu tip salgınlar yaşanmasına gerek yok; bu yapı her olağandışı gelişmede yine hayatları baştan aşağıya değişen insanlar, batmış esnaflar, yatırımları her geçen gün biraz daha geriye giden yatırımcılar doğurur. Bugüne kadar doğurduğu gibi…

Cumhurbaşkanı Tatar’ın salgınla ilgili öngörülerini bu alana tahvil etmek gidilecek köyün minarelerini göstermesi bakımından bence yeterlidir. Yeni maceralara gerek yok.

Not: Salgın sebebiyle değişen hayatlarımız içerisinde belli ki benim de bir molaya ihtiyacım var. Önümüzdeki birkaç hafta bu köşede olamayacağım.